Aşı ve test konusunun hem sosyal güvenlik boyutu hem de hukuki boyutu var. İşin hukuki boyutunu uzman avukatlara sordum. Kanuni terimlerle kafanızı fazla karıştırmadan, işveren ve çalışanların sorularına açıklık getireyim. Daha iyi anlaşılması için de madde madde anlatayım.
YASAL ZORUNLULUK BULUNMUYOR
Hıfzısıhha Kanununa göre zorunlu aşı uygulaması tek bir hastalık için geçerli; o da koronavirüs aşısı değil.
Koronavirüs salgını nedeniyle aşı olma konusunda yasal bir zorunluluk bulunmuyor ki, Sağlık Bakanlığı da aşı olmanın zorunlu olmadığını açıkladı. Aşının zorunlu tutulması konusunda hem yasal bir düzenleme hem de herhangi bir yargı kararı bulunmuyor.
İş sağlığı ve güvenliği açısından değerlendirildiğinde ise; işyerinde iş sağlığı konusunda tüm önlemlerin alınması, işverenin sorumluluğunda. Ancak kovid-19 aşısı olmanın, iş sağlığı ve güvenliği olarak kabul edilip edilmeyeceği konusunda yasal olarak bir netlik bulunmuyor. Bu noktada da hukukçular, aşının, salgının bulaşıcılığına engel olmadığını, aşılı olanların da hastalandığını ve aşının, hastalığın hafif geçirmesini sağladığını; bu nedenle de iş sağlığı ve güvenliğinin alanına girmeyeceğini söylüyor. Hukukçular ayrıca, işverenin, tüm çalışanlarının aşılanmasını sağlamak gibi bir hukuki sorumluluğu olmadığını da vurguluyor. Yani, iş sağlığı ve güvenliği mevzuatında bir değişiklik yapılmadığı müddetçe; çalışanın aşı olmaması iş sağlığı ve güvenliğinin alanına girmediği gibi bu konuda işverene de sorumluluk binmiyor.
ÇALIŞANI İŞTEN ÇIKARTABİLİR Mİ?
Tüm bu değerlendirmelere göre aşı, çalışanın özel yaşamına ilişkin bir konu olduğundan işveren, yasa gereği, çalışanına aşı zorunluluğu getiremez ve aşı olmadı diye de çalışanı işten çıkartamaz.
Yine de işveren, aşı olmayan çalışanın iş sözleşmesini tek taraflı sonlandırabilir mi? İşveren, aşı olmak istemeyen çalışanı; hem diğer çalışanların hem de müşterilerin sağlığını tehlikeye attığı gerekçesiyle işten çıkartabilir. Bu durumda da işveren, çalışanın başta tazminat olmak üzere yasal tüm haklarını vermek zorundadır. Burada da ortaya şöyle bir sorun çıkıyor, aşı olmadığı gerekçesiyle tazminatlı ya da tazminatsız işten çıkartılan çalışan, işe iade davası açabilir ve bu davayı da kazanır. Daha açık bir anlatımla; aşı olmadığı gerekçesiyle işten çıkartılan bir çalışanın hem tazminat hem işe iade hem de haksız işten çıkarma nedeniyle fazla tazminat talep etme hakkı doğar.
Cevap: 65 yaş aylığından yararlananların aylık maaş almıyor olması ve uzun vadeli sigorta kollarına tabi olacak şekilde çalışmaması gerekiyor. Bu durumda bir işe girerseniz, hem aylık maaş alıp, geliriniz olacağından, işverenin de sizi sigortalı göstereceğinden 65 yaş aylığınız kesilir, artık devletten aylık alamazsanız.
GERİYE DÖNÜK PRİM ÖDEMESİ YAPILMAZ
Soru: Eşim 1972 doğumlu. SSK kaydı 7.8.1998. Şu an sigortalı çalışıyor, fakat ilk SSK başlangıcında 1 ay gösterilmiş sonra işten ayrılmış sadece 7 aylık sigorta var. Pirim gün sayısını geriye dönük ödeyebilir miyiz ve emeklilik şartları neler? Ali P.
Cevap: Eşinizin emekli olabilmesi için 20 yıl çalışıp, 5975 prim gün yatırıp, 55 yaşını doldurması gerekiyor. Geriye dönük toplu prim ödeme diye bir uygulama bulunmuyor. Eğer, çocuğunuz varsa doğum borçlanması yapabilir, prim gün sayısını artırabilirsiniz. Ayrıca yaştan dolayı da emeklilik hakkı bulunuyor. Bunun için de 15 yıl, 50 yaş ve 3600 prim gün sayısını doldurması gerekiyor.
ENGELLİ EMEKLİLİĞİ İÇİN BAŞVURABİLİRSİNİZ
Soru: Yüzde 43 engelliyim. 1973 doğumluyum ve sigorta tarihim 1995. 28.12.2020 tarihinde işten çıkartıldım ve şu an itibari ile de işsizim. Engelli emeklilikten emekli olmam mümkün müdür ne yapmam gerekiyor? İsmail P.
Cevap: Engelli durumunuza ve ilk sigortalı olduğunuz tarihe göre 17 yıl çalışıp, 3920 prim günü doldurduğunuzda emekli olabiliyorsunuz. Prim gün sayınız ve çalışma yılınız emeklilik için yeterli. Dolayısıyla emeklilik için SGK’ya başvurup, emekli olabilirsiniz.
BORÇLANARAK ERKEN EMEKLİ OLURSUNUZ
Her yıl ortalama 200 civarında sel baskını yaşanıyor ve bunların 25’i, ciddi maddi kayıplara neden oluyor. Nitekim son yaşanan Bartın, Kastamonu ve Sinop’taki sel baskınının yarattığı kayıp çok ağır. Tahmini ekonomik kaybın 2.5 milyar lirayı bulması bekleniyor. Peki, bunun ne kadarı sigorta sistemi tarafından karşılanacak? Sigorta şirketlerinin ödeyeceği hasar, hepi topu 83 milyon lira. Bu hasarın büyük çoğunluğu da kasko ve işyeri sigortalarından kaynaklanıyor.
Neden bu kadar az? Çünkü sigortalanma oranı konutlarda, işyerlerinde, araçlarda çok düşük de ondan. Bu nedenle de selin yarattığı ekonomik kaybın tamamı devlet tarafından karşılanıyor. Ve her sel baskını sonrası da bu tablo değişmiyor. Bu nedenle de ara ara bu köşede, ‘depremin yarattığı ve yaratacağı maddi kayba zorunlu deprem sigortası ile çözüm bulduk, benzer çözümü sel için de bulmalıyız’ diye yazıyorum.
DEPREM SİGORTASINA EKLENECEK
Nihayet bu konuda adım atıldı. Sigortacılık ve Özel Emeklilik Düzenleme ve Denetleme Kurumu (SEDDK), Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) kapsamındaki zorunlu deprem sigortasının kapsamını genişletmek için çalışmalara başladı. İşin aslını isterseniz bu konu, 2021 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı’nda da yer alıyor. Programda, “Doğal afet sigortası bütün afet türlerini kapsayacak şekilde genişletilerek yaygınlaştırılacak” deniyor. Peki, bunun için yasal düzenlemeye ihtiyaç var mı? Yok; çünkü çıkartılan Afet Sigortaları Kanunu ile DASK’a bu yetki verilmiş durumda. Kanunda açık açık, “Sigorta şirketlerince teminat verilememesi durumunda deprem, sel, yer kayması, fırtına, dolu, don, çığ düşmesi ve benzeri doğal afetler ile diğer özellik arz eden riskler için kamu yararı açısından gerek görülmesi halinde sigortacılık ilkeleri gözetilerek DASK tarafından sigorta veya reasürans teminatı verilebilir” diye yazıyor.
Peki, bundan sonra ne olacak? Zorunlu deprem sigortasını yürüten DASK’ın kapsamı genişleyecek ve başta sel olmak üzere tüm doğal afetler DASK’ın kapsamına dahil edilecek. Böylece, depremin dışında diğer doğal afetler de ek teminat olarak zorunlu deprem sigortasına entegre edilerek, kapsamlı bir doğal afet sigortası uygulamasına geçilecek. Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programında yer aldığı için de yeni düzenleme muhtemelen sene sonuna kadar uygulamaya geçer.
YENİ DÜZENLEME YAPILIYOR
Gelelim, kritik soruya; zorunlu deprem sigortası zorunlu, diğer afetler için de zorunlu sigorta mı yaptırılacak? DASK’ın kapsamının tüm afet türlerini kapsayacak şekilde nasıl genişletileceği konusu henüz netlik kazanmadı. Şu bir gerçek, deprem riski tüm bölgeler için geçerli olmasına karşın sel, su baskını gibi afetler, başta Karadeniz olmak üzere belirli bölgeleri daha çok etkiliyor. Ayrıca her konut için deprem riski var ama her konut için sel riski yok. Düzenleme yapılırken bu hususlar dikkate alınacaktır.
Şimdi birileri, ‘bu zorunlu sigorta modelleri de çok olmuyor mu?’ diyecektir. Kim ne derse desin, ister zorunlu ister isteğe bağlı; bugün DASK sayesinde her iki konuttan biri depreme karşı sigortalı.
Ayrıca, 2022 ve 2023’te, 6 aylık dönemler halinde gerçekleşen enflasyona göre enflasyon farkı oluşursa bu fark da zamlara eklenecek. Toplu sözleşmede enflasyon farklarının nasıl belirleneceği de yer aldı. Böylece görevdeki memurlar da emekliler gibi 2022 yılında toplam yüzde 12, 2023 yılında da toplam yüzde 14 zam alacaklar. Oluşacak enflasyon farkı da bu zamların üzerine eklenecek.
EN DÜŞÜK MAAŞ 5.460 LİRA
Yeni zamlarla birlikte aile yardımı, çocuk ödeneği ve memurların bulundukları illere göre aldıkları ücretler de farklılaşacak. Bu kapsamda; en düşük memur maaşı 2022’nin ocak ayında aile yardım ödeneği hariç ve enflasyon farkı hesaba katılmadan 5.460 liraya çıkacak. Yeni zamlarla birlikte 1. derece 4. kademede (1/4) genel müdürün maaşı, aile yardımı ile birlikte 16.985 lira olurken, 1. derece 4. kademede öğretmenin maaşı 6.916 lira olacak. Yeni zamla 2022’nin ocak ayında 1. derece 1. kademe araştırma görevlisinin eline enflasyon farkı hariç 8.358 lira geçecek. BİTTİ..
TABLOYU NASIL OKUYACAKSINIZ?
Tablolardaki zamlı maaşlar, enflasyon farkı hesaba katılmadan, sadece toplu sözleşmeye göre belirlenerek hesaplanmıştır. Tablodaki ‘mevcut maaşınız’ 2021 yılı temmuz ayındaki maaşınızdır. 1/1-1/4-4/1-3/3-5/4-6/4-2/4 derece ve kademesine göre görevdeki öğretim görevlisi, öğretmen, profesör, araştırma görevlisi, polis memuru, hemşire, il müdürü, baş komiser, genel müdür, genel sekreter, hukuk müşaviri, araştırmacı, avukat, memur, asistan, daire başkanı, denetmen, eğitim görevlisi, ekonomist, gelir uzmanı, hizmetli, idare memuru, işletme müdürü, itfaiyeci, güvenlik görevlisi, müfettiş, mühendis, sağlık memuru, doktor, şoför, tekniker, teknisyen, uzman ve zabıta memurlarının 2022-2023 zamları yer alıyor. Zamlı maaşlara aile yardım ve çocuk ödeneği ve memurların bulundukları illere göre aldıkları ücret farkları dahil değildir.
Memur ve emeklilerinin 2022-2023’teki mali ve sosyal haklarını belirleyen 6. Dönem Toplu Sözleşme görüşmeleri sonuçlandı. Buna göre, 3.5 milyon memur ve 2.5 milyon memur emeklisi maaşlarını 2022’nin ilk altı ayında yüzde 5, ikinci altı ayında yüzde 7 zamlı alacaklar. Toplu sözleşmeye göre de memur ve emeklilerine 2023 yılının ilk altı ayında yüzde 8, ikinci altı ayında da yüzde 6 zam öngörüldü. Böylece görevdeki memurlar ile emeklileri 2022 yılında toplam yüzde 12, 2023 yılında da toplam yüzde 14 zam alacaklar. Her toplu sözleşmede olduğu gibi bu zamlara hem 2022 hem de 2023 yılında, 6 aylık dönemler halinde gerçekleşen enflasyona göre enflasyon farkı oluşursa bu fark da zamlara eklenecek.
ENFLASYON FARKI EKLENECEK
Bugün ve yarın memur ve emeklilerinin önümüzdeki 2 yılda alacakları zamları kuruşu kuruşuna açıklayacağız. İlk olarak da memur emeklilerinden başlıyoruz. Tablolardaki zamlı maaşlar, enflasyon farkı hesaba katılmadan, sadece toplu sözleşmeye göre belirlenerek hesaplanmıştır. Aynı şekilde ek ödeme tutarı da yine toplu sözleşmeye göre zamlı maaşlar üzerinden hesaplanmıştır. Bunların üzerine 6 aylık dönemler halinde oluşacak enflasyon farkları da eklenecektir.
TABLOYU NASIL OKUYACAKSINIZ?
Tablodaki ‘mevcut maaşınız’ 2021 yılı temmuz ayındaki ek ödemesiz maaşınızdır. Zam oranı, ek ödemesiz maaş üzerinden hesaplanır. Tabloda; 2022 ve 2023 yıllarında ocak ve temmuz dönemlerindeki ek ödeme ile birlikte elinize geçecek toplam maaşınızı bulacaksınız. Tabloda; 4 kademinin 1. derecesi ve ek göstergesi 9000 ila 6000 arasındaki memurların 30-25 hizmet yılına göre zamlı maaşları yer almaktadır. Ayrıca 40-50 hizmet yılına göre 1/4 bazı memur emeklileri ile 25 ve 30 hizmet yılına göre; derece ve kıdemi 1/4, 4/1, 5/1, 3/1 olan emekli polis, öğretmen, akademisyen, hemşire, yargı üyeleri, kaymakam, müftü, teknisyen, mühendislerin zamlı maaşları da yer almaktadır.
MEMUR ve emeklilerin ek gösterge sorunu çözülüyor. Konuyu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin, 2022-2023 yıllarını kapsayan 6. Dönem Toplu Sözleşme Görüşmeleri sırasında gündeme getirdi ve 3600 meselesinin toplu sözleşme döneminde çözüleceğini söyledi. Vedat Bilgin’in bu açıklaması, 1.8 milyon memur ve emeklisi için de umut oldu.
Ek gösterge konusu ilk kez de gündeme gelmiyor. 2018 ve 2019 yıllarında da 3600 ek gösterge sorununun çözümü için adımlar atıldı, görüşmeler başladı ancak sonuçsuz kaldı. Edinilen bilgiye göre yıllardır sürekli gündemde olan ve bir türlü de çözülemeyen 3600 ek gösterge sorunu yeni dönemde Meclis’in açılması ile çözüme kavuşacak.
3600 EK GÖSTERGE ZAMMI
Peki, nedir 3600 ek gösterge ve kimleri ilgilendiriyor, sorun çözüldüğünde bu imkândan kimler yararlanacak? Unvan, sınıf, hizmet ve derecelere göre farklılık gösteren ek gösterge, bir başka adıyla da katsayı; devlet memurlarının çalışırken ki maaşlarının, emekli ikramiyelerinin ve emekli maaşlarının hesaplanmasında uygulanan bir hesaplama yöntemi. Emeklilik maaşı ve ikramiyesi bu hesaba göre yapılıyor. Ek gösterge arttıkça maaş da artıyor. Göstergesi 3600 olan bir memur, 2500 olana göre daha fazla emekli ikramiyesi ve emekli maaşı alıyor. Bu nedenle de memurlar, emekli olmadan önce 3600 ek göstergeli göreve atanmak istiyor. Maalesef yıllardır, aynı statü ile çalışan memurlar arasında hakkaniyetsiz bir durum vardı. Öğretmen ve polislerin ek göstergeleri diğer memurlara göre düşük tutuldu. Bu konuda 2016 yılında yapılan bir düzenleme ile polis, uzman jandarma ve erbaşların ek göstergeleri 3000’e çıkartıldı ama istenen 3600 ek gösterge hakkı verilmedi. Böylece polis ve öğretmenlerin ek göstergeleri; 1. derece için 3000, 2. derece için 2200, 3. derece için 1600, 4. derece için 1100, 5. derece için 900, 6. derece için 800, 7. derece için 500 ve 8. derece için 450 oldu.
KİMLER YARARLANACAK?
Ek gösterge düşük kaldığından öğretmen ve polisler hem emekli olamıyor hem de yüksek emekli maaşı alamıyor. Bu sorun sadece öğretmen ve polisleri değil tüm kamu görevlilerini ilgilendiriyor. Ek gösterge sorunu yeniden gündeme geldi ve taraflar sorunun çözümü konusunda bu sefer istekliler. 3600 ek göstergenin, tüm kamu görevlilerini kapsaması istense de görünen dört meslek grubundaki; polis, öğretmen, din görevlisi ve hemşirelerin ek göstergeleri yükseltilecek. Böylece 2200 ve 3000 olan ek gösterge, 3600’e çıkacak.
Düzenleme, meslek gruplarına göre farklılık göstermeyecek, bu meslekleri kapsayan tek bir düzenleme yapılarak, ek gösterge yükseltilecek. Böylece memurların ek gösterge cetveli yeniden belirlenecek. Bu da hem görev ücretine hem de emekli maaşına olumlu yansıyacak. Ayrıca yeni gösterge ile kamuda yükselmenin önü de açılmış olacak.
Yargıtay’ın kararına ve bu kararın çalışma hayatında neleri değiştireceğini anlatayım ama önce çalışanların yıllık izin hakları nelerdir kısaca değineyim. Çalışanın, işyerinde, işe başladığı günden itibaren –ki, buna deneme süresi de dahildir- bir yıl çalışmış olması halinde ücretli izin hakkı doğar. Çalışanlar yıllık izin kullanmayıp, karşılığında işverenden para talep edemez, yıllık izin paraya çevrilemez. Yıllık izinlerin, bir bölümü 10 günden az olmamak koşulu ile bölümler halinde kullanılabilir ve yıllık izin sürelerinin 10 günü aşan kısmı çalışan tarafından istenildiği kadar bölünebilir. İş kanununa göre de bayramlar, hafta tatilleri ve genel tatiller izin süresinden sayılamaz, eğer izin süresi tatil günlerine denk gelirse, izin süresi sonuna eklenir. Buna göre yıllık izin günlerine denk gelen cumartesi de dahil hafta tatilleri yıllık izin süresinden sayılmıyor.
NASIL DAVA KONUSU OLDU?
Gelelim, Yargıtay’ın kararına. İşin aslı cumartesi günlerinin yıllık izinden sayılıp sayılmayacağı tartışması yeni değil. Yargıtay’ın bu konuda verdiği karar da yeni değil.
Bu konuda değişik yargı kararları bulunuyor. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi bu konuda yeni bir karar verdi ve cumartesi gününün yıllık izinden sayılacağına hükmetti. İşin hukuki boyutuna fazla girmeden durumu özetleyeyim. Fabrikada çalışan işçi, toplu iş sözleşmesi kapsamında, cumartesi günlerinin de dinlendirme günü olarak (akdi tatil) hafta tatili olduğu, yıllık izin süresinden düşülemeyeceği gerekçesiyle İş Mahkemesi’ne müracaat etti. İşveren ise toplu iş sözleşmesinde cumartesi gününün hafta tatili olduğuna dair düzenleme olmadığını savundu. İş Mahkemesi davacı işçiyi haklı buldu, ancak karar temyize gitti ve konu Yargıtay 9. Hukuk Dairesine geldi.
YARGITAY NE KARAR VERDİ?
Yargıtay ise farklı bir karar verdi. Buna göre; ‘bireysel ve toplu iş sözleşmesinde cumartesi ve pazar günleri hafta tatili olarak belirlenmişse, yıllık izin sürelerinden sayılmaz, ancak sözleşmelerde cumartesi günü yıllık izin hesabında iş günü olarak sayılacağı veya izin süresinden düşülmeyeceği şeklinde kural mevcutsa sadece yıllık izne rastlayan pazar günleri yıllık izin süresinden düşülür’ kararını verdi. Ayrıca Yargıtay kararında, “Toplu iş sözleşmesi düzenlemesinde tarafların hafta tatili olarak kabul ettiği pazar günü haricinde cumartesi günü de dinlendirilme günü olarak belirlenmiş ve burada cumartesi günü hafta tatili olarak adlandırılmadığı gibi yıllık ücretli izin hesabında da izin süresine ekleneceğine ilişkin açık bir düzenlemeye yer verilmemiştir” diyor. Bu gerekçeyle de Yargıtay, işçinin başvurusunu haksız buluyor. İşin hukuki boyutu özetle böyle.
BUNDAN SONRA NE OLACAK?
Peki, Yargıtay’ın bu kararı özel sektör çalışanlarını nasıl etkileyecek? Burada; çalışanın hem işveren ile yaptığı bireysel iş sözleşmesinde hem de çalışanlarla toplu olarak yapılan toplu iş sözleşmesinde hafta tatili konusunda ne yazdığı önemli.
Görünen o ki, afetler devam edecek. Daha da kötüsü yaşanan her afet bir öncekinden daha fazla can ve mal kaybına neden oluyor. Açıkça söyleyeyim hem can hem de ekonomik anlamda, Kastamonu’daki sel felaketinin yarattığı kayıp çok ağır. Son belirlemelere göre, afet bölgesinde 450’nin üzerinde bina ağır hasarlı. Kastamonu’daki felaketin, Rize ve Artvin’de yaşanan sel baskınından farkı, bölgede ticari işletmelerin yoğun olması ve nispeten sigortalılık oranının da yüksek olması.
100 ARAÇTAN 15’İ SİGORTALI
Biraz araştırdım, uzmanlarla konuştum; Kastamonu ve Sinop’ta selin yarattığı ekonomik kayıp 2.5 milyar lirayı geçecek. Bunun içine selden zarar gören altyapı, temizlik ve enkaz kaldırma maliyetleri dahil değil. Bunlar da eklendiğinden ekonomik kayıp 10 milyar liranın da üzerine çıkacaktır. Bunun ne kadarını sigortacılar karşılayacak diye sorarsanız; konut, işyeri, araç hasarlarını hesaba kattığımızda en fazla 200 milyon lirası sigortalı hasardır. Bunun da ağırlığını işyeri ve araç hasarları oluşturuyor. Belirttiğim gibi bölgede sigortalılık oranı nispeten yüksek. Mesela kasko sigortalarında Kastamonu’da her 100 araçtan 15, Sinop’ta her 100 araçtan 19’u sigortalı. Konutlarda sigortalılık oranı çok daha düşük, ancak işyerlerinde sigortalılık oranı yüzde 20’lere yakın. Kabaca son sel baskınında toplam hasarın yüzde 15-20’sini sigortacılar karşılayacak diyebiliriz.
2021’İN BİLANÇOSU AĞIR
Merak ettim, sadece 2021 yılında meydana gelen sellerde bilanço neydi diye. Senenin ilk yarısında sellerin yarattığı sigortalı kayıp 400 milyon lirayı geçti. Rize ve Artvin’de ise sigortalılık oranı düşük olduğu için sigorta şirketleri 30 milyon liraya yakın hasar ödeyecek. Sigortacılar bu yıl için selin sigortaya maliyetini 1.5 milyar lira olarak hesaplıyor. Buradan yola çıkarsak sel felaketinin altyapı zararları hariç toplam ekonomik maliyetinin 10 milyar liranın üzerinde olacağını tahmin edebiliriz. Sigortalılık oranı yüksek olsaydı, zararın tamamını sigortacılar karşılayabilir miydi? Rahatlıkla karşılardı. Mesela, temmuz ayında Almanya’da yaşanan sel afetinin ekonomiye maliyeti 15 milyar doları buldu, bunun 8 milyar dolarını sigortacılar karşıladı. Çünkü Almanya’da sadece konutların yüzde 55’inin sigortası bulunuyor da ondan.
Şimdi diyeceksiniz ki, yine işi sigortasızlığa bağladın. Ama öyle. Sık sık sel baskının yaşandığı Karadeniz’de sigortalılık oranları ortada; konutlarda taş çatlasın yüzde 15’lerde, araçlarda taş çatlasın yüzde 20’lerde, küçük ve orta boy işletmelerde de yüzde 15-20’lerde. Sigortacılarla konuşuyorum, ‘sel sonrası kıpırdanma oluyor mu?’ diye; o da taş çatlasın yüzde 1’lerde, ertesi sene o da olmuyor. Neden; devlet yardımına güveniliyor da ondan. Nitekim, Kastamonu’da evinde hasar olanlara 50 bin liraya kadar kira ve eşya yardımı yapılacak.
Dikkat ediyorum da uzmanlar çıkıp, ‘dere yatağına ev, işyeri yapılırsa sonuç bu olur’ diyor. Tamam da yapılmış bir kere; topluca yıkamayacağımıza göre, sel için de kentsel dönüşüm başlatamayacağımıza göre geriye tek alternatif kalıyor, korumak. Korumanın da yolu sigortadan geçiyor. Evet, her felaket sonrası aynı şeyleri yazıyorum, yazmaya da devam edeceğim.