Okullar açılalı bir ayı geçti. Bu süre içinde ben sınıf annesi bile oldum. Çocuklar için bayram poşetleri hazırladım.
İçlerine de bol bol çikolata koydum. Gözümde tüten geçen seneki sınıf annemiz Nilgün bunu görse fenalık geçirirdi, çünkü o, çocukların tatlıyıbile sağlıklı yemesi için uğraşmış, geçen seneki paketlere neler neler koymuştu. Ama ben, "en iyi tatlı çikolatadır" felsefesiyle torbaları kapattım.
Evet, ben artık bir sınıf annesiyim. Çocukların yanına gidip çaktırmadan, "Bakın okulla ya da öğretmenlerinizle ilgili bir sorununuz varsa bana gelebilirsiniz. Bakarız icabına!" tavrını takındım. Çünkü ailelerin her şeyden okulu sorumlu tutmalarını istemiyorum.
Hiç unutmam, hafta sonu Akçay’dan dönmüştük. Yan apartmanımızın giriş katında cicili bicili bir hazırlık vardı. Sinan 18 aylıktı. İki gün sonra orada bir yuva açılmıştı. Sinan da o zaman yuvaya gidip gelmeye başladı.
Başta gevşek olan yuva programı arada öğle yemeklerine kalarak, gün sayısını arttırarak, üç yaşında tam güne geçişi sağladı. Sonra da gideceği ilkokulun yuvasına geçti.
Yuvalar tabii ki çok daha insancıl, sempatik, yumuşak, sevecen yerler. Buna rağmen anneler aşırı hassasiyet gösterebiliyor. Buranın ev olduğunu ya da evde yapılabilecek özel durumların buralarda da yapılabileceğini sanıyorlar. Ama öyle olmaz ki sevgili anneler! Anaokulları çocukları sadece akademik olarak okula değil, sosyal hayata, toplum içinde yaşamaya, bireysel gelişime de hazırlar. Hazırlamalı. Ama siz evde gösterdiğiniz korumacı tavrı yuvada da isterseniz, o zaman bunu yavaşlatmış olursunuz. O yüzden gereksiz detaylara takılmamalı., öğretmenlerimize güvenmeliyiz.
İlginç olan ne biliyor musunuz? Çocuklarımızı emanet ettiğimiz okullara da öğretmenlere de hiç güvenmiyoruz. Belki beklentilerimizi bulamadığımızdan ama onlara baştan önyargılıyız gibime geliyor. Bu durumda okulumuzu sevmeyi öğrenmeliyiz sanırım. Biz sevelim ki çocuklarımız da sevsin. O yüzden de okulların iyi taraflarını görmeye ağırlık vermek en doğrusu bence. Çünkü sonuçta ideal okul diye bir şey var mı, emin değilim. Okul da gelin gibi sanırım. Asla iyisi, mükemmel olanı yoktur!
Ben ve benim gibi pek çok anne, anaokulundan sonra ilkokulu çok mesafeli ve uzak bulmuştuk. Şimdi ikinci sınıf olduk. Artık yakınlık hissetmeye başladım. Mesela seçmeli eğitsel kollarda epey artışlar olmuş. Zaten öğretmenlerle yaptığım konuşmalardan öğrendim, bu sene okul sonrası branşlarda spora ve sanat derslerine katılan öğrenci sayısında ciddi bir artış varmış. Mesela gitar için başvuran küçük yaş çocukların sayısı 17. Basketbolda iki ayrı sınıf açıldı bile. Bu da çok hoş bir gelişme bana kalırsa.
Geçenlerde Sinan yanıma geldi ve fikir danışmak istediğini söyledi. Okul başkanlığı için adaylar varmış ve oylama yapılacakmış. Kime oy vereceği konusunda kararsızlık yaşıyormuş...
Ben orta üçüncü sınıfta ilk defa başlatılan "sınıf ablası ve ağabeyi" uygulaması karşısında ne kadar heyecanlandığımı hatırlarım. Hatta sınıf ağabeyimiz, yerde bulduğu tığı bana verdiği için onu çok sevmiştim! Böyle şeyler kendini önemli hissetmenin yanı sıra, okulla kaynaşmak açısından da önemli.
Ben bu yazıyı yazdığım gün, okulda oylama olacaktı. Bakalım bizim oğlanın oy vereceği grup kazanacak mı? Kazanamazsa yandık. Galatasaray’daki hüzne kapılabilir. Yaptığı gözlemler sonucunda ne zaman maç izlese Galatasaray’ının gol yediğine, ne zaman izlemeyi bıraksa takımının gol attığına inanıyor. Bu da canını çok sıkıyor.
Haydi çocuklar sinemaya
Çocukların ve çocuk kalmayı başaranların büyük bir heyecanla beklediği Uluslararası İstanbul Çocuk Filmleri Festivali başlıyor. 23 Ekim - 8 Kasım arasında beşinci kez gerçekleştirilecek olan festival, 30’un üzerindeki ülkeden 114’ün üzerindeki filmi, çocuklarla buluşturuyor.
5. Uluslararası İstanbul Çocuk Filmleri Festivali, 23 Ekim’deki açılış galası ile başlayacak. Galada, "Küçük Sinemacılardan Büyük Filmler" yarışmasının dereceye giren filmlerinin sahiplerine ödülleri verilerek, iki hafta boyunca festivalde gösterime girecek dünyanın dört bir yanından gelen filmlerin tanıtımları yapılacak. Pedagoglar tarafından izlenmiş ve onaylanmış 114’ün üzerinde film, iki hafta boyunca 2-15 yaş arası çocuklarla buluşacak.
DÜNYANIN HER YERİNDEN 114 FİLM
Festivale; Litvanya, Fransa, Almanya, ABD, Arjantin, Estonya, Rusya, Ukrayna, İngiltere, Lüksemburg, Fransa, Hindistan, Japonya, Çin, Belçika, Hollanda, İsveç, Danimarka, Kanada, Yunanistan, İspanya, Norveç, İskoçya, Güney Afrika, Suriye, Tunus, Slovakya, Polonya, İsrail, Brezilya, İtalya, Hırvatistan ve Türkiye’nin aralarında bulunduğu 30’dan fazla ülkeden 114’ün üzerinde film katılıyor.
Çocukların, kendi yaşlarına uygun filmleri izlemeleri ve kendi yaş grupları ile birlikte izledikleri filmlerden daha fazla keyif almaları için, festival filmleri 6 farklı yaş kategorisinde gösterilecek: 2-3, 4-5, 6-7, 8-9, 10-11 ve 12 yaş üzeri... Aileler de festival filmlerini çocuklarıyla beraber izleyebilecek ve çocukların hayal dünyalarını beyazperdede görme fırsatı yakalayacak.
Geçen sene olduğu gibi bu yıl da festival coşkusuna Çanakkale Lapseki ve köylerinden gelen çocuklar ortak edilecek. İşte festival programından seçtiğimiz, öne çıkan bazı filmler ve konuları:
á Noel Babanın Devesi 2005 yılı Amerikan yapımı. 6 dakikalık film 3 yaş ve üzeri için öneriliyor. Üç boyutlu animasyon olarak yapılmış. Başrollerinde Noel Baba, geyikleri ve develer olarak bilinecek olan Akhmed, Moshe, Yosh ve Amiri var. Noel Baba, dört güvenilir arkadaşının desteği ile korkunç kum fırtınalarından kurtularak, Ortadoğu’daki çocuklara hediyelerini zamanında götürmeye çalışıyor.
á Kısa Bir Süre Önce 2005 yılı Arjantin yapımı film 82 dakika. 10 yaş ve üzeri için öneriliyor. Türkçe alt yazılı oynayacak. Konusu ise şöyle: Pepe, Arjantin’in Salta bölgesinde yer alan Animana’da yaşayan 2 yaşında bir çocuktur. Anne ve babası kasabalarında iş bulamadığından başkente taşınacaklarını öğrenir. O, yaşadığı yeri, arkadaşlarını, atı Calchaquí’yi, kasabadaki yaşamını gerçekten sevmektedir. Bütün bu sebeplerden dolayı kasabadan vazgeçmekte zorlanır. Ona ihtiyaç duyduğu desteği veren en yakın arkadaşı El Zorro, son günlerini doyasıya yaşamasını sağlar.
á Kartaca Kazazedeleri İlginç bir Tunus filmi. 85 dakika ve Türkçe seslendirmeli. 8 yaş üzeri için. Konusu: 10 yaşında bir çocuk tarafından yönetilen maceracı ruhlu grup üyeleri, zamanı geri çevirerek tılsımlı bir gemiye binerler. Gemiyle yolculuklarında eski bir Akdeniz hikayesinin önemli zamanlarını keşfederler.
á Bao Bao 87 dakikalık Çin yapımı film, 11 yaş üzerine tavsiye ediliyor. 13 yaşındaki Bao Bao ön dişinin büyüklüğü hakkında biraz batıl inançlara sahiptir. Yüzünde mükemmel bir gülümseme olabilmesi için ondan kurtulmaya çalışır. Yolculuğu onu, Shangay’a götürür
á Gülümse Arkadaşım 2007 yapımı sözsüz, 12 dakikalık bir Litvanya filmi. 3 yaş ve üzerine tavsiye ediliyor. Konusu şöyle: Ormanda büyük bir şamata vardır: Kunduzun dişleri çalınmıştır. Dedektif baykuş ve asistanı domuzcuk bu esrarengiz suçu çözmeye çalışmaktadır. Birçok orman sakini olası suçlu konumundadır ama suçlu olanı bulmak hiç de kolay değildir.
á Gülümseyen Köpek 8,5 dakikalık bu Alman filmi sözsüz.Büyüklerin savaşlar yaparak birbirini yok ettiği dünyada, barışı düşünen küçük bir kızın hikayesi 8 yaş ve üzeri için uygun.
á Güzel Oyun 15 dakikalık Alman filmi 8 yaş üzeri için. Türkçe seslendirmeli oynayacak filmin konusu söyle: Kendini Jacqueline-Jasmin olarak adlandıran ve model olmayı hayal eden 12 yaşındaki Maximiliane Pointner için zor zamanlardır. Uluslararası podyumlarda gösterişle yürümek yerine, futbol çılgını ailesinin isteğiyle, yerel bir kız futbol takımına katılır. Kötü oyunuyla, yeni takım arkadaşlarını küme düşürmesi bazı ciddi sorunlar yaratır. Bu yeni tecrübe Maxi’yi gerçeklerle karşılaştırır. Biraz daha olgunlaşır ve hayatın (ve futbolun) ne anlama geldiğini anlar. Artık, kendine 11 arkadaş bulmak zorundadır...
á Paul’un Büyükbabası 20 dakikalık Türkçe seslendirmeli film, 8 yaşındaki Paul’un büyükbaba özlemini anlatmaktadır. Büyükbabası olmamasına rağmen kendine bir büyükbaba yaratır ve onunla beraber tek başınayken cesaret edemeyeceği maceralara atılır. 6 yaş ve üzerine tavsiye ediliyor.