Bazen, özellikle böyle yağmurlu günlerde doğrularla yanlışlar koşa koşa bir tentenin altına saklanır. Sanki tek yumurta ikizi değillermiş gibi, birbirlerine yabancı tavırlar takınırlar.
Doğruda bir kibir, yanlışta bir küstahlık. İşte bu yüzden ben, yağmurlu kükrek sabahlara uyanmaya bayılırım. Çünkü aramızda kalsın, onların kavgalarından sıkılırım. O yüzden böyle günlerde çayın tadı başka çıkar. Yağmur çamurda geciken bir otobüsün mazareti hazır şoförü gibi ağırdan alırım.
Tentenin oradan hiç geçmem.
Yani anlayın işte ne doğru ne yanlış düşünmem. Endişelenmem ve de hesap etmeye çalışmam.
Kontrol etmeyi, bir şeyleri yetiştirme çabamı unutmuş gibi yaparım.
Durmuş bir saat gibi kendimi tahta bir masaya bırakırım. Hızlı okuma kursuna gitmek gibi fikirler gelir aklıma. Çünkü daha fazla kitap okumam gerektiğini emreden hormonum böyle günlerde salgılanır. Uzaktan sitcom kahkahaları duyulur, bir yerde her diziye gülen birileri oturur.
Fark etmez böyle günlerde herkes içeri buyurulur. Oturtulur ve güldürülür. İçinde Hugh Grant olan ve Julia Roberts olan Notting Hill dışında bir film var mı? Olsa bugün ne iyi olur.
Sokaklar ıslakken, ağlaya ağlaya susmuş çocuk gibi olur. İşte yağmur durmuş, istediği olmuştur. Ama kirpiklerindeki yaş henüz olay yerini terk etmemiştir.
Her şey kendi halinde akar. Aklıma güneş açtığında kesinlikle unutacağım bir şey gelir. İçimden onu bir yere yazmak gelir. Niye daha çok yazmıyorum diyen cümle kendini hatırlatır.
Böyle yağmurlu bir günün iyi niyetinden faydalanıp güneşin altında aramaya çekindiğim birini arayabilirim. Garipsemez. Kendimle ilgili cümlelerimde bir yuvarlaklık olur.
Duruşum yağmur gibi kısa eğik bir çizgi olur. Bu bana ister istemez sevimlilik katar.
İstanbul biraz gri olur, karşı taraf biraz flu olur.
Sanki biraz eğri oturulup doğru mu konuşulur?
Ne bileyim sanki böyle zamanlar ne desem olur.
Yağmur tamam, ama kar da gelsin noolur.
...
(Kendi kendime bir yağmur notu: Geniş zamanlı cümlelerden biraz vazgeç. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü oku)