PaylaÅŸ
Ankara’da ilkokul yaşındayım. Anne-babaların dinlediÄŸi, kapağında prenses Stephanie’ye (ki kahramanlarımdan biri, gerçi sonra çok çarpa çarpa gitti, ama olsun) benzer bir Sezen Aksu’nun olduÄŸu bu albümü, hemen odaya aldık. Kolay iÅŸ deÄŸil, hem anne-babalar hem de çocuklara söylemek. Hele söyletmek. Elimde fırça, karşımda ayna, git diyorum git...me dur diyorum me dur! Hiç tam ortasında susup duran bir ÅŸarkı dinlememiÅŸtim. Damarlarıma dantel iÅŸleyecek olan bu küçük kadından çıkan o yanık, o yaÅŸamış ses... Yıllar sonra ‘bu kızı yeniden büyütmeliyim’ de diyecek. Ne zaman biÅŸey dese, bana denk gelicek. Â
Sonra babam... Babamın oniki telli gitarıyla söylediÄŸi, ‘şarkılarda bunlar söylenmez ki’ sözler! Aslında, tabi ki, ben babamın müziÄŸine doÄŸdum. Normali o bildim. ‘Sardı bırakmaz beni ahtapotun kolları’ dediÄŸinde mamamı yuttum, ‘bence bu müzik deÄŸil müzikomani’ dediÄŸinde yürüdüm, ‘kobra sana diyorum bak dobra dobra’ dediÄŸinde uyudum. Bir sünger gibi özümsedim bu bıyıklı yakışıklı adamın, gitarıyla söylediÄŸi o ÅŸarkıları. ‘Bakkal Müslüm yavaÅŸ yavaÅŸ/ süpermarketlerle savaş’ benim için bir ÅŸarkıda yakalanıcak en güzel kafiyeydi. Seneler sonra ilk albümümü koyduÄŸunuzda, duyacağınız ilk lafların ‘selülit kremi ve nemlendirici’ olması tesadüf deÄŸildi.  Â
Bunlara raÄŸmen, BoÄŸaziçi Ãœniversitesi’ne giderken, içimde olup biten tantanaları Türkçe bir ÅŸarkıyla anlatacağıma inanmaz olmuÅŸtum. ıngilizce ÅŸarkı yazıyordum. Da, onlarla burda napılırdı? Türkçe müzik dinlemiyordum, anlatılanlar hep soyuttu. Ne zaman ki Teoman, ‘telesekretere konuÅŸamayanlardanım’ lafını melodiye oturttu, Nil yazmaya koyuldu.  Â
(Biliyorum onbeş etmedi. Altı etti daha. Diğer şarkıları modaya uyup, Twitter’ıma yazayım. www.twitter.com/niltakipte, benim.)
PaylaÅŸ