Paylaş
Dini yaşayan veya yaşamayan. Kendini dindar kabul eden veya etmeyen. Kendini cennetin en üst makamına layık gören veya kendini ateşe ait gören. Hepiniz. Ama hepiniz.
“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kuran’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşman idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte onun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini apaçık bildiriyor -ki doğru yola eresiniz.”(Al-i İmran, 103)
Allah’ın ipine -Kuran’a- sarılınca ayrı gayrı biter diyor vahyin sahibi. Aksi halde bölünürsünüz, parçalanırsınız, ikazını yapıyor. Tabii önemli olan o ipi bırakmamak veya kaybetmemek. İpi -Kuran’ı- kaybedersek kendimize başka ipler icat edebiliriz. Zaten onu da yapıyoruz. Bugünkü yazımda işte bu sıkıntıya işaret edeceğim.
Son zamanlarda, dini daha olgunca yaşama arzumuz bizi Kuran-ı Kerim ve Hz. Peygamberimizin dışındaki merkezlerde odaklaşma noktasına getirdi. Veya yeni arayışlara itti. Burada insanımızın iyi niyetinden zerrece şüphemiz yok. Bu çok yadırganacak bir şey de değildir. İnsanların, sevdikleri, inandıkları ve samimiyetine güvendikleri kişilerin etrafında toparlanmaları tarih boyunca hep olagelmiştir. Bu olgu bütün din mensuplarının, toplumlarının doğal bir tercihidir. Fakat bu tercihin tehlikeli olan boyutu, Kuran ve Hz. Peygamber esaslı olmayan bir gruplaşma eğiliminin günden güne daha belirgin hale gelmesidir. Burada şu veya bu grup veya anlayış önemli değil! Zaten burada kastımız isimler veya oluşumlar değil, meyillerdir. Kuran ve Hz. Peygamber’in dışlandığı, başka kaynakların daha da ön plana çıktığı oluşumlar bizleri rahatsız etmektedir. Dini konularda hakem -belirleyici, sınırları çizici- olan Kuran ve Peygamber’in iskat edilmesidir bizi üzen. Bu iskat elbette ki sözle olmuyor. Kimse kalkıp da dini oluşumumuzdan Kuran’ı ve Hz. Peygamber’i çıkardık demiyor elbette. Evet teoride olmuyor belki ama pratikte oluyor. Böyle düşünen bazı insanlarımıza göre Kuran’ın veya Hz. Peygamber’in neyi kastettiği değil, büyüklerinin veya üstatlarının ne anladığı önemlidir. İşte iskat, devreden çıkarılma böyle oluyor. Kuran’ın ikaz ettiği (Nisa, 46) budur işte.
Dini alanda objektif değerlendirmelerde bulunabilecek ehil kalemlerin suskunluğu veya bu konularabulaşmama isteği bu alanda bozulmayı daha belirgin hale getirmektedir. Yani artık Kuran ve Hz. Peygamber şöyle buyurdu değil de; büyüğümüz, üstadımız, liderimiz şöyle buyurdu yorumları daha üst perdelerden söylenir oldu. Bu elbette ki, bugünün problemi değildir sadece. Yüzyıllardır böyle olmuştur. Ama grup taassubunun en keskin olduğu dönemlerde bile işaret ettiğim iki ölümsüz prensip, -Kuran ve Sünnet- etrafında odaklanmaya çağıran uyarıcılar hep olagelmiştir. Fakat yaşadığımız bu son dönemlerde nedense bu sesleri, uyarıları, ikazları göremez, duyamaz ve okuyamaz hale geldik.
En ciddi korkum şu ayette kınanan insanların haline dönüşebileceğimiz endişesidir:
“Dinlerini darmadağınık edip grup grup olan kimselerden olmayın. (Ki onlardan) her bir grup kendi katındaki (dini anlayış) ile sevinip böbürlenmektedir.” (Rum Suresi, 31, 32. ayet)
Cemaat ve grup rahmet olabilir, hatta ihtilaf da rahmet olabilir. Bir üstattan -hocadan, ilahiyatçıdan- haz almayan başka din bilgininden yararlanabilir. Eskiden tasavvuf büyükleri yanlarına ‘riyazat’ için gelen bir talebeyi bir müddet dener, ders verir ama sonucunda kendisinden yararlanamayacağı kanaatine varırsa; ”Evladım! Senin irşadın bizde değildir, falanca hocamıza git, oradan dersini al” der ve diğer bir mürşide yönlendirirdi. Tasavvufta ‘ben’ yoktu ‘O’ vardı. YaratanAllah vardı. Şimdi bu olgunluk, bu hassasiyet var mı? Yoksa tam aksine sadece ve ama sadece ‘ben’ mi var? Benden olmayan veya tarafsız olan bana karşıdır mantığı mı hâkim hale gelmeye başlıyor bizde de. Başka kitaplarda vardır bu yargı, ama bizim kutsalımızda bu yoktur. Tam aksine en üstün olanınız en takvalı olanınızdır, mantığı vardır bizde. Şurada veya burada olan değil.
Bunları konuşmalıyız. Konuşması veya yazması gerekenler; hakaret etmeden, ayıplamadan, kavga etmeden, horlamadan bunları yazıp uyarmalıdır. Çünkü inanınız ki İslam ahlakı yerine grup ahlakı, Kuran ve Sünnet kriterleri yerine grup kriterleri, İslam menfaati veya geleceği yerine grup menfaati daha baskın hale gelmeye başlıyor. İnsanları İslam’a çağırmalıyız, hidayete, rahmete, barışa, sonsuz Kuran ve Hz. Peygamber iklimine çağırmalıyız. Tertemiz ak ve pak olan İslam okyanusuna çağırmalıyız. Herhangi birimizin sempati duyduğu grup, hizip veya oluşuma değil. Tabii ki seveceğinizi sevin. Tabii ki haz alacağınızdan haz alın... Biliyorum, haz almaya, istifade etmeye, sevmeye devam edeceğiz. Ama imanımızı ve aklımızı kimseye ipotek etmemeliyiz. Kiraya vermemeliyiz. Rabbımızı, Kuran’ımızı, Peygamberimizi, tartışmasız baş tacı kabul etmeliyiz... Bunlardan taviz vermemeliyiz. Bunun dışında tartışılmayacak hiçbir din otoritesi veyamakamı yoktur.
Bu yazdıklarımı örnekleyeyim mi? O zaman şu cümleciklerimi de okuyun lütfen: Yaşı 80’e merdiven dayamış, hayatını Kuran ve İslam’la geçirmiş, beli bükülmüş, saçı ve sakalı ağarmış bir İslam büyüğünü ‘size ait değil’ diye, ‘size ait’ olan ama din adına konuşurken iki kelimeyi bir araya getiremeyen beşinci sınıf bir adamınıza kurban ediyorsanız yapacağınız çok tevbe vardır. Sevgiyle kalın.
SORALIM ÖĞRENELİM
Kuran-ı Kerim’in bugünkü sure dizimi iniş sırasına göre midir? (Necla Okur-Van)
Bilindiği gibi Kuran-ı Kerim’in elimizdeki dizimi -surelerin sırası- Kuran-ı Kerim’in iniş sırasındaki tertibe göre değildir. Genellikle uzun sureler Medine’de, kısa sureler ise Mekke’de inmiştir. Bugünkü dizim tam zıddınadır. Tefsir âlimlerinin çoğuna göre bugünkü surelerin tertibi (Hz. Osman mushafının tertibi) Hz. Peygamber tarafından sahabeye emredilmiştir. Bazı tefsircilere göre ise bu tertip sahabe tarafından yapılmıştır. Zira Peygamberimiz bu hususta herhangi bir emirde bulunmamış, sahabe kendince bir tertipte -dizimde- bulunmuştur. Ama âlimlerin çoğu, Hz. Osman’ın elindeki dizimin kabul gördüğünü delil getirip bu dizimin Hz. Peygamberce yapıldığını belirtir.(Suyuti, İtkan, 1, 80-85)
Kuran-ı Kerim’de ‘Arapça’ olmayan kelime var mı? (Hüsrev Canan-İstanbul)
Bazı dilbilimcilerine göre Kuran-ı Kerim’de Arapça olmayan kelimeler vardır. Onlardan bir kısmına göre, eski medeniyetlerden her birine dair bazı kelimeler Kuran’da kullanılmış ve böylece Kuran’ın ilahi kaynaklı olduğuna delillerden biri olmuştur bu. ‘İstebrek’, ‘ebba’ gibi yüzlerce kelime buna örnek gösterilmiştir. Nitelim ayetler inerken hem Hz. Peygamber ve hem de sahabe birkaç ifadeyi Cebrail’den öğrenmiştir.
(Suyuti, Mu’tereku’l-akran 1-3; örneklere bakılabilir)
Dün elim bir kazayla hayatını kaybeden fakülte hocam Prof. Dr. İbrahim Canan hocama Allah’tan rahmet, yakınlarına baş sağlığı diliyorum.
Paylaş