14 Mart 2008
KURAN-I Kerim birçok kadından bahsetmiştir. Bunların büyük çoğunluğu müspet (pozitif) örnekler olmakla beraber bazen de negatif örnekler ayetler arasında yer alır. Mekke’de örselenmiş, Medine’de ise henüz kimliğini bulamamış kadına Kuran-ı Kerim bir elbise biçmek ister. Bunu yaparken de zaman zaman diğer milletlerdeki kadınlardan bahseder. Bazen açıkça, bazen de işaret ederek onları tartışma zeminine çeker. Müslüman kadına bazı ipuçları verir.
Dünyaya erkek gözüyle bakan ve bu kazanımını paylaşmak istemeyen erkeğe, Kuran-ı Kerim yeni ortağın adını koyar ve konumunu belirler. Bu ortak kadındı. Ve kadının bu yeni konumunu iman eden erkek kabullenmek zorundaydı. Kuran’ın en büyük özelliği, emredici olmaktan çok, düşündürücü olmasıdır. Kabulleri zamana yaymasıdır. Sayfaları arasında pratik hayatta uygulanabilirliği olan emirleri ve yasakları barındırıyor olmasıdır.
* * *
Kuran kadınla ilgili öncelikle sınırları çizer. Nitekim, "Erkek olsun, kadın olsun her kim Allah’ın varlığına ve birliğine inanmış olarak iyi işler yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar" (En-Nisa, 124) diyen ayet; kadın için cennetin erkeğin rızasından değil Allah’ın rızasından geçtiğini formüle ediyordu. Kadın da, erkek de Allah’ı razı edecek. Allah razı olacak. Zaten o razı olunca kul da káinatta razı olur.
Kuran-ı Kerim’de kadın ile erkek bir "çift" olarak beraber anılır. Kuran’ın sembolize ettiği kadınlar da bu çiftin eşit ortakları olarak takdim edilmiştir. Bazen uyumlu çiftler, bazen de aykırı çiftler örnekleşir. Bu uyumlu ve aykırı çiftlere örnekler verelim:
1- Hz. Adem ile Hz. Havva: Hz. Havva’nın adı Kuran-ı Kerim’de "Adem’in eşi" olarak geçer. Burada isimden çok konum ön plandadır. Zira bir peygamberin eşi, onunla yakın statüyü paylaşır, saygınlık açısından. Onun için Kuran eş der. Birçok ayette beraberce anılırlar (Bakara 35-38; A’raf 19,26-27; Taha 117,121). Şeytan tarafından ayakları kaydırılan, sonra günahlarından tövbe eden ve insanlığa sağlam bir gelecek hazırlayan bir çiftin en güzel örneğidirler Hz. Adem ile Hz. Havva.
2- Hz. Nuh’un hanımı: Kuran-ı Kerim iki peygamberin, Hz. Nuh ve Hz. Lut’un inkárcı iki eşle imtihan edildiğini söyler: "Allah inkár edenlere Nuh’un karısı ile Lut’un karısını örnek verdi. Bu ikisi kullarımızdan iki salih kişinin nikáhları altında iken onlara hainlik ettiler." (Et-Tahrim, 10)
Burada inanan erkeğin, kendisi gibi yaşamayan bir eşle yaşamı örneklenir. Bu iki kadın, kocalarının düşmanlarına yardımcı oluyorlardı. İhanetleri buydu. Çünkü hiçbir peygamberin eşi zina ile ihanet etmemiştir (İbn Kesir, Tefsir, C3, Say 55). Ama buna rağmen peygamberler, eşlerine tolerans göstermişlerdir. Sonuna kadar onlara dini tebliğ etmişlerdir. Burada kadın negatif unsura örnektir.
3- Hz. Lut’un hanımı: Hz. Lut’un kavmi eşcinsellik denilen kötü alışkanlığın pençesindeydi. Hz. Lut’un eşi, kavminden yana tavır koydu (Hud, 81; Hicr, 55). Hz. Lut’un (AS) kavmi, karısıyla beraber sabahleyin helak oluncaya kadar bu peygamber, eşine sabretti. Bu iki peygamber de hanımlarına ahirette yardım edemeyeceklerdir. Bu örnekte peygamberlerin ahiretteki yetkileri sınırlandırılmıştır.
4- Hz. Yusuf ve Hz. Züleyha: Hz. Yusuf ile Züleyha sonradan eş olan ama öncesinde zor olaylar yaşayan iki şahsiyettir. İlginç örnektir. Nefsine mağlup olmayan bir peygamber ile nefsine gem vuramayan "seçkin bir kadın"ın örneğidir bu olay. Züleyha kovalayan, Hz. Yusuf ise kaçınan taraftır. Hayattaki örneklerden biridir aslında. Her gün nefisle iman kavgasında bu taraflar yok mu? Bazen kaçan erkek, bazen de kaçan kadın olur. Hata yapmaktan, günaha girmekten kaçar. Aslında nefsine direnmeli kişi. Ayağı kaydıktan sonra bütün bir ömür tövbeye yönelir ama bazen tövbenin de hazzını alamaz. (Yusuf, 24-42).
Ama Züleyha’nın sonraki hali, ayetlerde anlatılan kadar, dikkat çekicidir. Denilir ki Hz. Züleyha iman ettikten sonra Hz. Yusuf’a olan beşeri aşkını Rabb’ine yöneltir. Bir gün Hz. Yusuf eşine, eski günlerdeki tutkusunu hatırlatınca Züleyha şöyle cevap verir: "Ama ben o gün Rabb’imi tanımıyordum!" Olgunlaşan muhteşem bir ruh haline örnektir Züleyha. Kemal-olgunluk derecesine tırmanan ve etkisini bütün bir ülke üzerinde konuşturan kadına örnektir Züleyha.
5- Hz. Süleyman ve Belkıs: Belkıs, Yemen’deki bir hükümdar. Güçlü ve otoriter. Kuran Hz. Süleyman’ın Belkıs’la olayını (Neml, 23-44) uzunca anlatır. Sonunda Belkıs bütün güç, kudret ve bugün bile konuşulacak teknolojisiyle Allah’a teslim olur. Sadece o değil, kavmini de imana yöneltir. İman eden güçlü ve başı dik kadın örneğidir Belkıs. O, Hz. Süleyman’a değil, Rabb’ini teslim olur, Hz. Süleyman’la beraber.
6- Firavun’un karısı Hz. Asiye: Hz. Lut’un olayının tam zıddıdır. Burada kişilikler yer değiştirir. Firavun insanlık tarihindeki şirk, zulüm ve isyanın en öndeki sembolüdür. Hz. Asiye ise bu adama direnen imanlı bir kadına örnektir. Aslında Hz. Musa’yı çocukken Firavun’un sarayında bakıma aldıran da Hz. Asiye’dir (Kasas, 9). Hz. Asiye, Firavun’a direnir. Firavun bu asil kadın karşısında bütün güç ve saltanatına rağmen aciz kalır. Taberi’ye göre Firavun, Hz. Asiye’yi kazıklara bağlar ve güneşin altında işkenceye uğratır. Yüce Allah, Hz. Asiye’ye cennetteki evini gösterir (Tahrim 11). Son nefesini verirken cennetteki evine bakan Hz. Asiye gülümser, Firavun etrafındakilere acziyet içinde bakınır ve ancak şöyle diyebilir yutkunarak: "İşte bakın deliriverdi. İşkence edilen hiç gülümser mi?" Firavun dünyasından bakıyordu, Hz. Asiye ise cennetteki makamından.
(Konumuza devam edeceğiz.)
Not: "Dosta Doğru" programımız, perşembe akşamı saat 24.00 civarında Star TV’de devam ediyor.
SORALIM ÖĞRENELİM
Namazdan sonraki duaları káğıttan okuyabilir miyim? Namazda da aynı şeyi yapabilir miyim?
Ayşe TUTAR/AMASYA
Namazdan sonra okuyacağınız ayet, dua ve zikirleri káğıda bakarak okuyabilirsiniz. Ancak namaz içinde okuduğunuz sure ve duaları ezberden okumak gerekmektedir. Bunun için bilmediklerinizi káğıttan okuma yerine bildiklerinizi ezberden okumanız uygun olur. Fatiha’yı da bilmiyorsanız öğreninceye kadar bakıp okuyabilirsiniz.
Hangi vakitlerde kaza ve nafile namaz kılınmaz?
Leyla SALAM/İSTANBUL
Sabah namazının vakti girdikten sonra güneş doğana kadar sabah namazının sünnetinin dışında nafile namaz kılmak hoş karşılanmamıştır. Bu vakti Allah’ı zikir ve Kuran’la geçirelim. Ayrıca şu üç vaktin dışında her zaman kaza namazı kılabilir:
a) Güneşin doğmaya başlamasından itibaren yaklaşık 45 dakika geçinceye kadar olan zaman içinde.
b) Öğle vakti girmesine yaklaşık 10 dakika kaldığından itibaren öğle vakti girinceye kadar olan süre içinde.
c) Güneşin batmasına 45 dakika kalmasından itibaren akşam namazı vakti girinceye kadar olan zaman içinde kaza namazı kılınmaz.
Yazının Devamını Oku 7 Mart 2008
HAZRETİ Peygamber (SAV) ömrünün son anlarındadır. Sağ elinin şehadet (işaret) parmağını yukarı doğru kaldırır. Hayatını ve mücadelesini özetleyecek üç cümle dudaklarından dökülür: "Namaz konusunda, kadın hakları konusunda ve güçsüzler konusunda sizi uyarıyorum." İslam’ın geldiği coğrafyada kadın sadece vücuduyla vardı. Kişiliği, şahsiyeti ve talepleriyle bir hiçti. Eşini seçemezdi, hayır veya evet diyemezdi. Cariyeydi, köleydi, ihtiras ve istismar aracıydı. Sanki sadece erkek için yaratılmıştı.
Manzara sadece Mekke’de değil, Roma’da ve İran’da da böyleydi. Diri diri toprağa gömülmekten kurtulan küçük kızlar, belirsiz bir hayatın savunmasız figüranları olmaktan başka bir şey yapamıyorlardı. "Çünkü erkek kadından değil, fakat kadın erkektendi. Çünkü erkek de kadın için değil, fakat kadın erkek için yaratıldı." (2. Korintoşlulara I. Mektup, Bab 11/8-9)
* * *
İslam vahyi "Oku" diye başlayan ilk ayetlerinde bile, kadın ve erkek ayrımının dışında bir kavramı zihne yerleştireceğinin ipuçlarını veriyordu. Kadın veya erkek ayrımı yerine "insan" unsuru. "İnsana bilmediğini öğretendir." (Alak, 5) Daha ilk ayet "Hz. Havva’nın kaybeden kızlarını" İslam’ın sahipleneceğinin habercisiydi.
Kuran-ı Kerim, yetki ve sorumluluklarda kadın ve erkeğe eşitçe koridorlar açar. Asli günahkár olarak ilan edilen Hz. Havva’yı ve tüm kadınları bu günah töhmetinden kurtarır. "Hz. Adem’i aldatan Hz. Havva değil, ikisini de aldatan şeytandır" der.
Kadına iman etme özgürlüğünü çok gören Mekke ve çevresini uyarır. İmanda, ibadette, helal ve haramda kadın ve erkeği eşitçe sorumlu tutar. Kadının babasından veya annesinden kalan "mirasını" kadının müdahale edilemez özel sermayesi olarak görür. Bu para sadece kadınındır. Estetiği ve keyfi için. Ama erkeğin, baba veya annesinden gelen "mirasını" ailenin parası sayar. O parada karısının, çocuğunun, evinin her türlü harcamasının sorumluluğu var. Pay fazla, yük de fazla.
Hz. Peygamber (SAV), peygamberliğini ilan ettiğinde kadınlardan da biat alır. Kadınlar O’na iman ettiklerini ilan ederler. Halbuki daha önceleri erkeklerin imanı yeterliydi. Onların dini, kocalarının, babalarının diniydi zaten.
Kocalarından şiddet görenler O’na şikáyete geldiklerinde onları dinlerdi. Sonra mescitte erkeklere uyarılarda bulunur, "Gündüz onları döversiniz, akşamları da utanmadan yanlarına mı gidersiniz" tarzında sitem ederdi.
Bugünkü toplumumuzun bir kesiminde hálá aşılamamış bir hastalık vardır. Derler ki, kadına danış ama zıttını yap. Evlilikte, hayatla ilgili kararlarda, hatta kadının kendisiyle ilgili hayati meselelerde bile kadına danışılmaz. Kadın çoğu kez oldubittiyle karşı karşıya kalır.
Hz. Peygamber’in bazı kararlarında bu anlayışı yıkmak için özel gayrette bulunduğunu görebiliyoruz. İşte bunun bir örneği: Umre için yola çıkmışlardı. Sayıları 1500 civarındaydı. Umre yapacaklar. Silahsızlar. Barış için Mekke’ye girecekler. İbadet edecekler. Ama Mekkeliler buna müsaade etmiyorlar. Şartları hayli ağır olan bir de antlaşma yaptılar (Hudeybiye Antlaşması).
Peygamberimiz (SAV) ilk görünüşte hezimet sayılan ama sonraları büyük bir zaferin kapısını açacak olan bu antlaşmayı kabul etti. Medine’ye dönecekler. Ama sahabe diretiyor. Kábe’yi tavaf için Mekke’ye girelim diyorlar. Hz. Peygamber (SAV) ise kurbanlarınızı burada kesin ve ihramdan çıkın buyuruyor. Sahabe ise belki Peygamber’i caydırabiliriz diye direniyorlar. Kurbanlar kesilmiyor. Halbuki Mekke’ye zorla girmek, hem antlaşmayı bozmak hem de savaşa yol açmak demekti.
Peygamberimiz (SAV) üzgün ve gergin bir halde çadırına çekildi. Direnç kırılmıyordu. Hz. Ömer gibileri bile emri yerine getirmiyorlardı. Eşi Ümmü Seleme (RA), Peygamberimizin yanındadır. Sıkıntıyı sordu. Efendimiz (SAV) problemi anlattı. Ümmü Seleme (RA) bu zor anında eşine bir çıkış yolu öneriyordu. Şöyle diyordu: "Ey Allah’ın Peygamberi. Arkadaşlarınız sizi caydırmak için böyle yapıyorlar. Eğer siz kararınızdan caymayacağınızı gösterirseniz arkadaşlarınız emrinizi yerine getirirler. Bence siz kurbanınızı kesin ve saçınızı tıraş ediniz."
Peygamberimiz (SAV) eşinin dediğini yaptı. Gerçekten de bütün sahabe, Peygamberin kararlılığını görünce kurbanlarını kesip ihramdan çıktı. İslam tarihindeki bu en zor ve kritik dönemeçte Hz. Peygamber (SAV), eşinin tavsiyesini bir çıkış olarak uygulamıştır.
* * *
Kadın annedir. Kadın sırdır. Kadın ailedir. Kadın kız çocuğudur. Kadın ninedir. Kadın zenginliktir. Kadın iffettir. Kadın cennettir. Kadın cehenneme kilittir. Kadın sırat köprüsünde yol arkadaşıdır. Kadın sığınılan limandır. Kadın, Peygamber’i doğurandır.
Kadın Asiye’dir, Meryem’dir, Amine’dir, Hatice’dir, Aişe’dir, Fatıma’dır. Ve kadın, babayı da yanına aldırarak şu duaya muhatap olandır: "Rabbimiz! Hesap görülecek günde beni, anamı, babamı ve inananları bağışla. Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara (anama-babama) acı, merhamet et."
SORALIM ÖĞRENELİM
Kolonya kullanıyorum. Bununla namaz kılabilir miyim?
Burhan YILMAZ
YOZGAT
İçerisinde alkol bulunan kolonya, losyon ve benzeri şeyleri kullanmakta bir sakınca yoktur. Namaz kılmadan önce bu ürünlerin sürüldüğü yerlerin yıkanması gerekmez.
Bölgemde fakir çocuklar var. Onları sünnet ettireceğim. Bunu zekáttan sayabilir miyim? Kadir YAĞCI
ANKARA
Velisi fakir olan çocukların sünnet masrafları zekáttan düşülebilir. Zira sünnet bir zarurettir. İhtiyaçtır. Bunu düşünmeniz de güzel bir şeydir. Tebrik ederim.
Cenaze namazı abdestsiz kılınabilir mi?
Kamil ÜNVER
KONYA
Cenaze namazı, adı üzerinde tekbirle başlanıp selamla bitirilen (rükusuz ve secdesiz) bir özel namazdır. Tabii ki abdestsiz kılınamaz. Cenaze namazında ölüye duanın yapılması, abdestsiz kılınacağına delil olmaz. Vitir namazında da Kuran’dan olmayan benzeri dualar vardır.
Yazının Devamını Oku 29 Şubat 2008
SİZ hiç oturduğu deve üzerinden savaş meydanını idare eden bir kadını duydunuz mu? Mitolojik kahramanlar hariç, tabii ki hayır. Belki bunun tek istisnası Hz. Aişe’dir. Muhteşem ama bir o kadar mütevazı bir hayat. Hesap soran bir kişilik. Boyun eğmeyen bir karakter. Zulüm karşısında duraksamayan bir ruh hali. Kim bu diyecek olursanız İslam tarihini inceleyen her araştırmacının vereceği cevap aynıdır; müminlerin annesi, Hz. Peygamberin eşi Hz. Aişe (RA).
* * *
Peygamberimizle evlilik yaşı üzerinde haksızca spekülasyonlar yapılmış, dine saldırı için zemin olarak kullanılmıştır. Peki, bunun doğrusu nedir?
1400 sene önce nüfus kayıtları çok sağlıklı değildi. Bugün bile memleketimizin bazı bölgelerinde hálá nüfus kayıtları konusunda sorunlar vardır. Onun içindir ki asr-ı saadetteki birçok kişinin yaş tespitinde sakıntı yaşamaktayız. Hz. Aişe de bunlardan birisidir.
Hz. Aişe, vahyin 5. yılında hangi ayetlerin indiğini, sokaklarda nasıl okunduğunu hatırladığını söyler. Onun bunu hatırlaması için en azından 10 yaşında olması gerekir.
Nitekim Peygamberimizle nişanlanmadan önce, Mekkeli bir müşrikle nişanlanmıştı. Hz. Ebubekir’in (RA) İslam’ı kabul etmesi üzerine müşrik olan karşı taraf nişanı atmış ve evlilik hazırlığını sona erdirmişti. Bir genç kızın nişanlanabilmesi için kaç yaşında olması gerektiği bellidir.
Ama bu konuda en net bilgi, ablası Hz. Esma ile ilgili sağlam tespitlerdir. Bilindiği gibi Hz. Aişe ile ablası Hz. Esma arasında 10 yaş vardı. Hz. Esma 10 yaş daha büyüktü. Hz. Esma’nın Hicret’in 73. yılında 100 yaşındayken vefat ettiğini biliyoruz. En azından bu tarih kesin. Buna göre Hicret sırasında Hz. Esma 27, Hz. Aişe de 17 yaşındadır. Hz. Aişe, Medine’de evlendiğinde ise yaşı 18 idi.
Hz Aişe, Hz. Peygamberimiz henüz hayatta iken Kuran-ı Kerim’i ezberledi. Urve’nin ifadesine göre; fıkıh, tıp ve şiir dalında ona ulaşabilecek kimse yoktu. Hadis ilmine büyük hizmette bulundu. Rivayet ettiği hadis sayısı "2210" civarındadır ki bu konuda Hz. Peygamber’in yanındaki ve uzağındaki yüz bin sahabiyi geride bırakmıştır.
Peygamberimiz, Hz. Aişe’yi çok sevmiştir. Hz. Enes’in bu konudaki sözü manidardır: İslam tarihinde bildiğimiz ilk aşk, Hz. Peygamber’in Hz. Aişe’ye duyduğu aşktı.
Evlendikten sonra Hz. Aişe, Peygamberimize soracaktır: Bana sevgin nasıl? Peygamberimizin cevabı çok net ve duygulandıran tarzdadır: "(Kör) Düğüm gibi." Aradan yıllar geçer. Hz. Aişe tekrar sorar: Düğüm nasıl? Peygamberimizin cevabı aynı: "İlk günde olduğu gibi."
* * *
Hz. Osman’ın şehadetinden sonra katillerinin bulunmasını ister. Yanında Hz. Talha ve Hz. Zübeyr gibi büyük isimler vardır. Halife Hz. Ali ise zaman ister. Bir kaos dönemi. İki taraf harekete geçer. Yüzlerce fitnecinin devrede olduğu fırsat dönemi. Nihayet anlaşmak için harekete geçenler savaş alanında bulurlar kendilerini.
Savaşta Hz. Ali bir taraf, Hz. Aişe bir taraftır (Cemel-Deve Vakası). Rahatsız edici ama ders verici bir hadise. Hz. Aişe’nin taraftarları mağlup olurlar. (İslam alimlerinin tümüne göre bu olayda haklı olan taraf Hz. Ali’dir.)
Hz. Ali, Hz. Aişe’nin devesinin yanına gelir ve hevdec (deve üzerine konan küçük odacık) içindeki Hz. Aişe ile saygıyla konuşur ve üzüntüsünü ifade eder. Hz. Aişe, ciddi bir koruma içinde Medine’ye gönderilir. Hadise uzun ve çok yönlü. Ama burada işaret etmek isteğimiz nokta, Hz. Aişe’nin devesinin üzerinden savaşı idare ettiği gerçeğidir.
Sonra iç álemine çekilir Hz. Aişe. Bu boyun eğmeyen kadın, kadınları eğitmeye yönelir daha önce de olduğu gibi.
* * *
Bir gün bütün malını satar. 100 bin altın eder. Altınları yere serer. Medine fakirlerini çağırtır ve avuç avuç dağıtmaya başlar. Yerde bir tek altın kalmayıncaya kadar. Nihayet iftar vakti geldiğinde sofrasına kuru ekmek ve zeytinyağı gelecektir.
"Başka yiyecek yok mu?" diye soran gönüllü yardımcısı, sitem edercesine, "Bari bize bir altın bıraksaydın, onunla et alsaydık" der. Hz. Aişe sessizce cevap verecektir: "Hatırlatsaydın kızım. Bırakırdım."
Son anlarıdır. Seni nereye gömelim derler. O kendisi için sakladığı Peygamberimizin yanını Hz. Ömer’e hibe etmiştir. Ama verdiği cevap, kanımızı donduracak kadar manidar ve ders verici mahiyettedir: "Beni Medine mezarlığına gömün. Zira Peygamberimizin vefatından sonra siyasi olaylara karıştım. Onun yanına gömülmeyi hak etmiyorum artık."
Evet, Hz. Aişe... Siz her güzelliği hak etmiştiniz. Ama tevazu ve büyüklüğünüz hep örnek olacaktır. İslam’daki kadın özgürlüğünün sembolü olan Hz. Aişe’ye sonsuz selam olsun.
SORALIM ÖĞRENELİM
Ölmek üzere olan birine "kelime-i şehadet" dememiz gerekiyor mu?
Şükrü GÜNEY/ÇORUM
Peygamberimiz (SAV) ölmek üzere olanlarınıza kelime-i şehadet, yani "lailahe illallah" (Allah’tan başka ilah yoktur) cümlesini öğütleyin buyurur. Bunu zorlayarak, hadi söyle tarzında yapmamalıyız. Biz kelime-i şehadeti ve bu cümleyi vefat etmek üzere olanın yanında duyacağı sesle tekrarlarız, o da gereken öğüdü almış olur. İçinden tekrar eder.
Bazı ayetlerde yüce Allah "biz" der. Bunun anlamı nedir? Neden "ben" değil de "biz" der?
Faruk ÇAKIR/KIRIKKALE
Kuran-ı Kerim’de bazen yüce Allah’ın kendisine nispet ederek "biz" ifadesini kullanması, O’nun büyüklüğünü, şanının yüceliğini gösterir. Hemen hemen bütün dillerde saygı ve yücelik ifadesi olarak tekil yerine çoğul kelimeler kullanılır. Saygı duyduğumuz veya yakın olmadığımız kişiye bazen "sen" yerine "siz" kelimesini kullanırız. Kendimizi ifade için de nezaket olarak "ben" yerine "biz" deriz.
Allah’ın 99 ismi mi var sadece? E.Yusuf AYDIN
GÜMÜŞHANE
Yüce Allah’ın isimlerinin sayısal sınırı olmaz. Bize anmamız ve bilmemiz için iletilen isimlerinin sayısı 99’dur.
Yazının Devamını Oku 22 Şubat 2008
ÇOĞU kez iman ettim demekle her şeyin sona erdiğini zannederiz. Halbuki iman, sadece İslam dairesine girmek için yeterlidir. İmandan sonra, bu imanı sağlamlaştıracak iyi işler, ameller ve ibadetler gerekir. İman; kayıtsız ve şartsız bildirileni kabul etmek anlamına gelir. Yüce Allah’ın kitabında bildirdiklerinin doğruluğunu ve gerekliliğini kabullenmektir iman. Şartlı iman olmaz. Buna iman ediyorum, şunu kabul etmiyorum tarzındaki iman eksiktir. Sahibine fayda sağlamaz.
* * *
"İmanın altı şartı vardır" ifadesi, bir hadisten alınmış bir genellemedir ve yanlış yorumlanmaktadır. Zira İslam’da iman edilmesi gereken hususlar altı şeyden ibaret değildir ki. Zinanın haram olduğuna iman etmek de imanın ve Müslüman olmanın şartıdır. Kumarın haram olduğuna iman etmek de imanın gereğidir. Kumar oynamak belki günahtır, ama kumarın haram olduğunu reddetmek imana zarar verir.
Hadiste ifade edilen imanın altı şartı, ilk Müslüman olana teklif edilecek olan hususlardır ve çoğu fizik ötesi álemle ilgili konulardır. Çünkü imanda esas olan, görülmeyeni kabul etmektir. Kaldı ki Kuran’a iman, zaten bu altı şartın içindedir. Yani Kuran’dakilerin hepsine imanın.
Bazen ibadetten kaçmak ve günaha dalmak için şu mazereti ileri süreriz: "Benim kalbim temiz." Namaz kılmak, iyilik yapmak, merhamet etmek gerekir dediğimizde de mazeret hazırdır. Şu namaz kılan var ya, aynı zamanda sahtekárlık ediyor, insanları aldatıyor deriz.
Kendimizi rahatlatırız böylece. Doğrudur. Namaz kılanlar içinde de, kılmayanlar içinde de sahtekárlar vardır. Ama ölçü bu olmamalı. Hedef, Hz. Peygamber gibi, Hz. Ebubekir gibi, Hz. Ali gibi, Hz. Aişe, Hz. Fatıma gibi namaz kılıp temiz yaşamak olmalıdır. Kötü, örnek olmaz ki. İyi dururken neden kötüyü görüyoruz.
Sürekli, "Benim içim temiz" diyenlere Kuran-ı Kerim cevap veriyor: "O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada (bile), sizi en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir." (Necm, 53/32)
İman, ibadeti gerektirir dedik. O zaman yapılacak ibadetlerin dünyamıza olumlu etkilerinden biraz bahsedelim.
1- Allah’ın emirleri yerine getirilince bereket oluşur. Ayet şöyle buyurur:
"Eğer o memleketler halkı, iman edip Allah’tan korkmuş olsalardı, muhakkak ki üzerlerine yerden ve gökten bereket kapıları açardık." (El-Araf, 96)
2- İbadetler yerine getirilince gayeye erişilir. Zor yollar kolay hale gelir. Kuran buyuruyor ki: "Kim Allah’tan korkarsa (takvalı olursa) Allah onun işine bir kolaylık verir." (Et-Talak, 2-4)
3- Allah’a yakınlaşmak hayatı güzelleştirir, çekici hale getirir. Anlamlı kılar. Renklendirir. Tekdüzeliği kaldırır. Kuran şöyle buyuruyor: "Erkek veya dişi, mümin olduğu halde, kim iyi amel işlerse muhakkak onu güzel bir hayat ile yaşatacağız." (En-Nahl, 97)
4- İtaat ve ibadet; sıkıntıların, kaos ve psikolojik sarsıntıların en güzel ilacıdır. Allah şöyle buyuruyor: "Dikkat ediniz! Ancak Allah’ı anmakla kalpler yatışır ve huzur bulur." (Ra’d, 28)
5- İbadet her türlü belanın uzaklaşmasına vesile olur. Kuran haber veriyor: "Şüphesiz ki Allah müminleri (her türlü saldırı ve beladan) koruyacaktır." (El-Hacc, 38)
6- Allah’a yönelip ona itaat eden ve emirlerini yerine getirmeye çabalayanın yolunu Allah açar. Kuran bunu belgeliyor: "O vakit Rabbin, meleklere şöyle vahyediyordu: Şüphesiz ben sizinle beraberim, hemen müminlere (yardım ederek kalplerine) güç verir." (El-Enfal, 12)
"Allah’a gerçekten bağlanan ve dosdoğru yolda yürüyene tabii ki yardım edecektir. Allah iman edenlerin yardımcısıdır." (Bakara 257)
* * *
7- İbadet edenlerin dereceleri yükseltilir. Dünyada belki bazen ama ahirette sürekli yüceltilir: "Allah sizden iman edenlerin mertebesini yükseltir." (Mücadele, 11)
8- Allah’a yönelen insana karşı halkın kalbinde sevgi oluşur. Kuran-ı Kerim şöyle açıklıyor: "İman edip salih (Allah’ın razı olduğu güzel işler) amel işleyenler var ya, Rahman (olan Allah) onlara bir sevgi verecektir (onları gönüllere sevdirecektir)." (Meryem, 96)
Hz. Peygamber (SAV) bu ayeti açıklar gibi şöyle buyurur: "Allah bir kulunu sevdiği zaman, önce meleklere falancayı sevin diye emreder. Bunun üzerine melekler de onu severler. Sonra da yeryüzündekilerin kalplerine onun sevgisi yerleşir."
SORALIM ÖĞRENELİM
Cami cemaatine devam ediyorum. Hangi namaz daha faziletlidir?
Abdullah AÇIK/ANKARA
Sabah ve yatsı namazlarının cemaatle kılınması, diğer namazlardan daha faziletlidir.
Kimlerin gıybetini yapmak sakıncasız olur?
Şükrü KÖSE/GİRESUN
Kuran-ı Kerim, gıybeti yasaklamıştır. Bir kimsenin arkasından hoşlanmayacağı şekilde konuşmak anlamına gelen gıybet haramdır. Çirkindir. Kuran bunu, "Ölmüş din kardeşinin etini yemek" olarak nitelemiştir (Hucurat 49/12). Ancak yapacağı kötülüğe dur demek, başkalarını zararından korumak, zulmü veya ahlaksızlığına engel olabilmek için kişinin arkasından konuşulabilir.
Cuma namazı kadınlara
farz mıdır?
Turhan AKKAYA/TOKAT
Kadınların cuma namazını kılmalarında herhangi bir sakınca yoktur. Kadınlar bayram ve cenaze namazlarına da katılabilirler. Nitekim Peygamberimiz (SAV) döneminde katılmışlardır. Ancak kadınlar cuma namazı kılmakla yükümlü değillerdir.
İki eşi birleştirmek için yalan söyleyebilir miyiz?
Meryem TAŞÇI/AFYON
Peygamberimiz (SAV), "İnsan yalan söylemeyi terk etmedikçe hakiki Müslüman olamaz. Seni yaksa bile doğruluktan ayrılma (Riyazüs-Salihin, 1/85)" buyurmuştur. Yalan büyük günahlardandır. Ancak küsleri barıştırmak, ailevi geçimsizliği gidermek veya çok önemli hayati bir sıkıntıyı gidermek (sosyal barışa hizmet) gibi niyetlerle yalan caiz görülmüştür.
Yazının Devamını Oku 15 Şubat 2008
"ANCAK Allah bilir ne olduğumuİnançlı da, inançsız da olabilirim.
Benliğimi sadık bir hizmetkár gibi,
Medine’nin Ulu Hakanı’na vermek isterim!"
Mihrace Kişhan Prasad (Haydarabad Dekkan
Eyaleti Hindu Başkanı)
Temiz yaşadı. Temiz insandı. Rabb’ine tertemiz gitti. İçi temiz, üstü temizdi. Uzuna yakın orta boyluydu. Yüzü çok güzeldi. Mekke’de 13 yıl, Medine’de 10 yıl boyunca karanlıkları aydınlığına çevirmeye çabaladı.
Yaşı 63’e vardığında yorgundu. Yılların yorgunluğu yüzünde değil belki ama vücudunda hissediliyordu.
Bazen dalıyordu. Belki Uhud’da kaybettiği amcasını hatırlıyordu. Kulakları kesilen, vücudu parça parça edilen Hamza’sını. Belki de hicrette attan düşürülüp dört aylık çocuğunu kaybeden ve Medine’de uzun süren hastalıklı yaşamından sonra kaybettiği kızı Zeyneb’ini hatırlıyordu. Bilemiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey vardı, o da dostunu, Rabb’ini çok özlemişti.
Şerefli başını Medine’de, sevdiği eşi Hz. Aişe’nin dizinde Rabb’ine teslim ettiğinde hayal bile edilemeyecek büyük işler başarmıştı. Mevláná’nın dediği gibi: "Tasalanma! O kaybolmadı. Bütün bir álemdir O’nda kaybolan."
Sevgililer Günü’nde O’nu hatırlamak istedim.
* * *
Mütevazıydı. Kuran O’nun tevazuuna şahittir. Bir seferinde, "Beni İsa gibi uçurmayın. Ben Mekke’de kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum" diyecektir. Şu ayeti tefsir eder gibi: "De ki! Ben sadece sizin gibi bir beşerim; sadece bana ilahınızın tek olduğu vahyolundu. (Fussilet, 6)
Şakacıydı. İhtiyar bir kadın, cennete gidip gitmeyeceğini sorduğunda şöyle cevap verecekti: "Hayır, cennette ihtiyar kadınlar bulunmaz!" Kadının yüzünün üzüntüyle gerildiğini gördüğünde ise tatlı tatlı gülümseyecek ve "Orada yeniden gençleşeceksin. Bu halinle değil, genç halinle cennette olacaksın" buyurarak en zirvedekilerin nasıl sımsıcak olmaları gerektiğini öğretecektir.
* * *
Muhteşem bir sevgiyle sevildi. Şairler O’nu anlattılar. Mısraların en zarif yerinde ona gözyaşları akıttılar. Büyük şair Senai, bu sevgisini şu dizelerle haykıracaktır:
"Rüzgára sordum! Neden Süleyman’a hizmet ediyorsun. Bana cevap verdi: O’nun mühründe Ahmed’in adı yok mu?"
Ya Yunus. Bizim olan, bizden olan Yunus, O’nun yattığı toprağa hasretini bakın nasıl haykırıyor:
"Medine’de Muhammed’i görmek isterdim ağlaya ağlaya."
Başka bir şair, O’nunla bütünleşmenin arzusunu;
"Medine’nin Sultanı. Sen fakirlerin dostusun.
Beni de elleri boş olarak gönderemezsin" sözüyle dile getirirken, Medine ziyaretinin günahların affına bir yol olacağına imanını dillendirmek ister.
Çağdaş bir gönül insanının şu sözleri az mı güzel:
"Sana áşık oldu İsa, gıpta etti sana Musa."
* * *
Hz. Muhammed’i (SAV) ne kadar tanıyoruz. O’nu tanımaya gayret ettik mi hiç önyargılardan sıyrılarak. Adını vereceğim Batılı filozof, tarihçi, edebiyatçı veya aydınlardaki hoşgörülü bakışı bazen kendi aydınlarımızda göremediğimizden burkulmuyor değiliz.
Prusyalı devlet adamı, modern Alman devletinin kurucusu Prens Otto Von Bismarck (1815-1898) O’nu anlatırken, "Seninle aynı asırda bulunamadığım için üzgünüm ey Muhammed! İnsanlık senin gibi bir şahsiyeti bir daha göremeyecektir" diyecektir. Thomas Carlyle (1795-1881), J.Devanport, Jean Paul Roux, Fransız Alphonse Marie, Louis Le Martine, Prof Edovard Montel, Dr. Steingas, Dr. Eratsen; Katolik ilahiyatçı Prof. Haus Kung, 1927 Hukuk Kongresi Başkanı Shebol, Fransız felsefeci Louis Lavalle ve daha niceleri...
Ama belki en çarpıcı olanları; yattığı hastaneden dostuna gönderdiği mektubunda, "Bana Kuran-ı, Kant’ın ve Hengel’in kitaplarını getir" diyen Dostoyevski veya Hz. Peygamber’in hadislerini derleyen ve O’na imanını haykıran Rus yazar Tolstoy’dur. Hepsi Hz. Muhammed’e (SAV) hayranlıklarını ilan etmişlerdir.
Sevgililer Günü ve ötesinde bana yerdeki ot parçasına bile sevgiyle bakmamı öğreten Peygamberime sonsuz salat ve selam olsun.
SORALIM ÖĞRENELİM
Cenazelerde tabutun üzerindeki örtüde bulunan Arapça yazıda ne var?
Levent ESKİCİ/BEYPAZARI
Genelde tabutun örtüleri üzerinde, her insanın ölümlü olduğunu hatırlatan, "Her can ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz" (Ankebut 29/57)mealindeki ayet yazılıdır. Bu da örfi bir uygulamadır.
Evlenirken kadına verilen (dini nikáhta) bir para sözü var. Bu nedir?
Mevlüt HOTOĞLU/ÇANKIRI
Erkeğin evlenirken eşine verdiği veya vermeyi taahhüt (söz) ettiği para veya başka bir mala "mehir" denir. Bir güvencedir. Erkeğin mehri vermek zorunda olduğu ve geri alamayacağı Kuran’la sabittir (Bakara 2/237; Nisa4/4, 20, 24, 25; Maide5/5). Mehir konuşulmamış olsa bile, kadının hakkı olarak erkeğe borç yükletilir. Mehrin başlık parasıyla ilgisi yoktur. Başlık parası yanlış bir uygulamadır.
Kabir azabı var mıdır?
Derya TANRIKULU/URFA
İslam inancına göre kabir azabı vardır. Bazı ayetler buna işaret eder. Sahih hadisler de bunu açıklar (İbrahim Suresi 27; Mümin Suresi 46). Peygamberimiz, "Kabir, cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur" buyurmuştur.
Yazının Devamını Oku 8 Şubat 2008
BİR dünya... Yemyeşil ormanlarla kaplı. Tertemiz sularla çevrili. Caddelerinde gülümseyen, yarınından endişesi olmayan insanların koşuşturduğu, birbirlerine sevecen ve nazikçe davrandığı bir dünya. Tahammüllü, anlayışlı, kızmayan, kırmayan, affeden insanlarla dolu bir dünya. Kaşlarını çatmayan, alnını buruşturmayan, kendinden emin ve çevresinden ürkmeyen insanların yaşadığı bir dünya. Kırılmayan ve ama kırmayan bir dünya.
Kalpler temiz, yüzler temiz, vicdanlar temiz, eller temiz, ayaklar temiz, diller temiz, gözler temiz, ruhlar temiz, cepler temiz, kazançlar temiz, harcamalar temiz, sözler temiz, tenkitler temiz, sokaklar, caddeler, evler, arabalar velhasıl görünen görünmeyen her yer temiz... Özlem bu ya... Arzular suç olmaz ya!..
* * *
Dinlerin amacı, hele en son ve en mükemmel din olan İslam’ın amacı böyle bir dünya. Savaşa harcanan paraların fakire, yoksula, ilaca harcandığı bir dünya. Üniversitelerin ve laboratuvarların, bilimsel merkezlerin; insanın sağlığı, esenliği, huzuru, refahı, geleceği, mutluluğu, insanca yaşaması, dünyayı doğru kullanması için proje ürettiği bir dünya.
Kendini, ama her şeyden önce Rabb’ini unutmayan insanların yaşadığı bir dünya. "Nefsini (kendini) bilen Rabb’ini bilir" prensibinden, mefhumu muhalifine (zıttan bakışına) olan "Rabb’ini bilen kendini bilir" noktasına varan müthiş bir şuurlanma serüvenini yaşayan insanların zemininde dolaştığı, doluştuğu bir dünya.
Sabah bu niyetle caddeye çıktım. Böyle bir dünya görmek için. Gördüğüm insanlara tebessüm ettim. "Tebessüm de ibadettir, sadakadır" diyen Peygamberimin bir sözünü yaşayayım bari bu sabah diyerek. Hayal dünyamda da arzu ettiğim dünyamı görebilmek için bir an duraksadım.
Bir araba aniden sokağa fırlayan köpeğe çarptı. Köpek acıyla kenara savruldu. Ayaklarını karnına bastırıyordu. Acıyla havlıyordu. Aslında derdini anlatıyordu kendince bize. Belli ki ayakları incinmişti. Sürücü hemen durdu. Arabadan indi. Etraftaki esnaf da dükkánlarından fırladılar. Hatta müşterileri bile kasada bırakarak.
Herkes yaralı köpek için bir şeyler yapmak istiyordu. Nihayet kucaklayıp arabaya koydular. Muhtemelen veterinere götüreceklerdi. Umutla gülümsedim. Umutlandım. Ama birdenbire bulutlar içinde bütün görüntüler kayboldu gitti. Hayalmiş meğer!
* * *
Donduran soğukta, geçen yıla ait dergileri caddeye sermiş, satmaya çalışan bir yavru. Çocuk. Henüz çocuk. Harçlık yapacak belki de satabilirse dergilerini. Belediyenin zabıtaları yanına yanaştılar. Çocuk bir an ürktü, korktu, geri çekildi. Zabıta tezgáha el koyar ya! Ama hayır, öyle olmadı.
Çocuğun başını okşadılar. Hayırdır, niye satıyorsun dediler. Çocuk, "Hasta ablama ilaç almak için" dedi. Burkuldular. Sarsıldılar. Gel bakalım çocuk, biz sana ilaçları alırız dediler. Hemen bitişikteki eczaneye girdiler. Sevindim. İnsanlık ölmemiş dedim. Bir an bulutlar arasında kayboldular. Çocuk da, zabıtalar da eczane de... Hayalmiş meğer!
Gecenin ilerleyen saatleri. Kaldırım kenarında titreye titreye müşteri bekleyen kadınlar. Sadece kadınlar değil. Transseksüel, homoseksüel ve daha çok farklı olanlar. Düşmüş veya düşürülmüş olanlar. Acıyla kıvranırken birbiri ardınca duran arabalar gözüme çarpıyor. Pazarlık yapacaklar sanıyorum. Hayır, yanılıyorum.
Arabadan çıkanlar, bu donduran soğukta duranlara yaklaşıyorlar. Konuşuyorlar onlarla. Cümleleri hep aynı. "Acaba sizin için ne yapabiliriz, sizi kurtarmak için bir şey yapabilir miyiz?" Hatta birinden göz yaşartan bir tavır. Cebinden bir demet para çıkarıyor. Karşısında korkulu gözlerle bakan kadına uzatıyor.
"Belli ki, istemeyerek buradasın. Al bu parayı, sen de kardeşimiz gibisin. Bari birkaç gün uzak dur. Bari birkaç gün. Yapabildiğim bu kadar. Ne yapayım ki" diyor duygulu gözlerle uzaklaşırken. Başım önümde arabamın camını kapatırken bulutlar arasında o arabalar ve adamlar kayboluyor. Hepsi bir bir yoğun bir sisin içinde kayboluyorlar. Kadınlar hálá o kaldırımdalar, ama gerisi hayalmiş meğer.
* * *
İyice bunalmışken Mevláná’nın "Divan-ı Kebir"inden bir sözü bizi derin hayal dünyasından çekip çıkarıyor.
"Başımı koyduğum her yerde, / altı yönde ve ötesinde ibadet edilen O’dur. /
Bağ, bahçe, gül, bülbül, sema, sevgili hep / birer bahanedir. / Maksud olan hep O’dur."
SORALIM ÖĞRENELİM
Mezarlık yaptırırken nelere dikkat etmeliyiz?
Abdullah TOZAR TEKİRDAĞ
İslam dini, hayatında olduğu gibi ölümünde de insana gereken değeri vermiş, saygıyı göstermiş ve öldüğü andan itibaren ona yapılacak muameleyi de belirlemiştir. Bu itibarla İslam dini, kabir ve kabristanın düzenli ve tertipli yapılmasını, temiz tutulmasını ve yeşillendirilmesini, hayatta bulunan insanların ölülere karşı bir vefa borcu olarak görür. Ancak kabirlerin yükseltilmesi, üzerine kubbeli binalar yapılması, taşına övücü veya kaderden şikáyet edici sözler yazılması yasaklanmıştır. Buna karşılık, bir-iki karış yükseltilmesi, israfa kaçmadan ve tevhid inancına zarar vermeyecek şekilde yapılmasında bir sakınca yoktur.
Vücut temizliğiyle ilgili dinimizin emri var mıdır?
Dursun YALIN/MUĞLA
Beden temizliğiyle ilgili olmak üzere, yaratılıştan gelen ve geçmiş peygamberlerin de uyguladığı bazı temizlik noktalarına dikkat çekilmiştir. Tırnakların kesilmesi, koltuk altı ve mahrem bölgelerin temizlenmesi, bıyıkların uzun kısımlarının kesilmesi, sünnet olmak ve özellikle dişlerin temiz tutulması bunlar arasında sayılabilir.
Yazının Devamını Oku 1 Şubat 2008
ÇAĞIMIZIN en sinsi hastalığı stres, şiddet ve toleranssızlıktır. Tedavi olunması gereken yaygın hastalıklar bunlar. Ne yazık ki çoğumuz, bu hastalığa yakalandığımızın farkında değiliz. Gazetelerdeki cinayetleri, akıllara durgunluk veren olayları gördüğümüzde "Bu bir cinnet" deyip geçiştiriyoruz çoğu kez. Ama bu cinnetin birer figüranı olduğumuzun farkında bile değiliz. Ne yazık ki, kan tahlilleriyle, röntgenlerle tespit edilemiyor bu hastalıklar. Onun için de tedavisi zor olabiliyor. Maddi birçok hastalığın, fiziğimizi çökerten birçok virüsün esas sebebi de ruh dünyamızdaki bu çöküntüdür.
* * *
Kuran-ı Kerim manevi doyumsuzluğun, stres ve toleranssızlığın ilacının yüce Allah’la yakınlaşma olduğunu söylüyor. "Dikkat ediniz. Kalpler ancak Allah’ı anarak yatışır." Bunun için "zikir" kelimesini kullanır. Bunu "anmak" olarak tercüme ettik. Aslında boyutları çok daha geniştir bu kavramın. Zikri, sadece anmak cümlesiyle izah haksızlık olur. Ayeti daraltmak olur.
Tevekkül bir zikirdir, sevmek bir zikirdir, merhamet bir zikirdir, affetmek bir zikirdir, Kuran bir zikirdir, namaz bir zikirdir, tesbih bir zikirdir, çocuk başı okşamak bir zikirdir, açlıktan kıvranan köpeğe bir lokma atmak bir zikirdir, hasta ziyareti bir zikirdir, mazlumun yanında olmak bir zikirdir, gıybetten, iftiradan sakınmak bir zikirdir, kalbi Allah için arındırmak bir zikirdir, nefret ve kinden uzaklaşmak bir zikirdir, vb.
Bu listeyi çok uzatabiliriz. Ama önemli olan bütün bu erdemleri sırf Allah için yapmaktır. Gösteriş ve reklamdan uzak, "insan olmak", kámil bir mümin olmak için çalışmak. Bunu yaparken de sırf Allah için yapmak. İşte Kuran-ı Kerim ancak bununla doyuma ulaşabilirsiniz diyor. Tedavi budur buyuruyor.
Peygamberimiz (SAV), "Kolaylaştırınız zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz" genel ilkesini hayatın tümüne yaymamızı ister. Biz bu hadisi sadece dini bir gereksinim olarak görürüz. Evet, belki de en önemli kullanım alanı din olmalıdır, ama komşumuzla münasebetimizde, çocuğumuza ilgimizde, insanlarla konuşmamızda bu prensibe ihtiyacımız yok mu?
Hz. Peygamber özel hayatında da bu toleransı esas almıştır. O’nun (SAV) bu tavrını anlatan Hz. Aişe (RA) şöyle der: "Peygamberimiz (SAV) iki dünya işi arasında muhayyer (seçenek sahibi) bırakılınca günah olmadıkça mutlaka onlardan en kolay olanını alırdı. Ne var ki, şayet günahı gerektiren bir konu olursa da ondan insanların en uzak olanı Hz. Peygamber (SAV) olurdu. O hiç kendisi için kin tutup öç almamıştır."
Kolay olanını seçen bir Peygamber. Bize de kolay bir din emanet eden bir Peygamber. Birbirimizle ilişkilerimizde toleransı ve kolaylığı öğütleyen bir Peygamber. Bizler ise çoğu kez kendimize toleranslı davranılmasını isteriz, ama başkasına bunu çok görürüz.
Arabamızın direksiyonundayız. En ufak bir yol tıkanıklığında veya yanlış harekette birden asabileşiyor, toleransı unutuyoruz. Ufak bir yol isteme kargaşasından dolayı cinayete kurban giden insanımızın sayısı hiç de az değildir. Hz. Peygamber (SAV), bana tavsiyede bulun diyen asabi, sert mizaçlı birine "sinirlenme" buyururken, birçok belanın önüne geçecek bir anahtar sunmuştur aslında.
Sabahleyin evden çıkarken, sokağa adımımızı atarken besmeleden sonra bu cümleyi birkaç kez tekrarlayarak "sinirlenme, sinirlenme" desek, sonra "toleranslı ol, kendine yapılmasını istemediğini sen de başkasına yapma" desek, ne kaybederiz. Belki yakamıza yapışan manevi virüslerden kurtulmuş oluruz.
Bir gün Hz. Aişe ve Hz. Hafsa nafile oruç tutmuşlar. Ramazan ayı değil. (Bilindiği gibi başlanmış olan nafile oruç düğün, davet gibi sebeplerle -ihtiyaç halinde- bozulabilir, ama sonradan kaza edilmelidir.) Olayı Hz. Aişe (RA) anlatıyor: "Biz oruçluyken iştahımızın çektiği bir yemek getirildi. Canımız çekti. Biz de kendimizi tutamadık ve başladığımız o nafile orucu yedik. Hz. Peygamber (SAV) geldiğinde Hz. Hafsa durumu Peygamberimize anlattı. Hz. Peygamber (sav) kızmadı, kınamadı ’Başka bir gün kaza edersiniz’ buyurdu." (Ahmed, Müsned,6, 263)
* * *
Ya, bütün gücünü harcadığı halde Fatiha Suresi’ni ve Kuran-ı Kerim’den herhangi bir sureyi ezberleyemeyen ve namaz kılmak isteyen kişiye gösterilen tolerans... Peygamberimiz (SAV) adama döner ve der ki; elhamdülillah, sübhanallah, la havle vela kuvvete illa billah (güç ve kudret Allah’a aittir) de, yeter. Namazı bunlarla kıl. Ezber bozan tavırlar bunlar değil mi? Acaba kaçımız bunları biliyoruz. Hücrelerine, DNA’larına kadar sevgi, tolerans ve yaşanabilirlik sinmiş olan bir dinin mensupları birbirlerine karşı daha toleranslı, merhametli olmalı değiller mi?
Ama maalesef öyle değiliz. Bu konuda kendimizle yüzleşmeliyiz. İyi Müslümanlığı başkasından değil, kendimizden beklemeliyiz. Dinin sadece helal ve haramlardan ibaret olmadığını, merhametin de, şefkatin de, affediciliğin de, fakir doyurmanın da, gerekirse trafikteki kırmızı ışığa uymanın da dinin gereği olduğunu anlatalım. Ve her birimizin diğerimize son sözü şu olsun mu? "Allah’ın temiz olarak yarattığı fıtratı bozma hakkına sahip değiliz. Zira sadece fıtratı değil, káinatı da, ekolojik dengeyi de zedelemiş oluyoruz."
SORALIM ÖĞRENELİM
Adak kurbanının bedeli, fakire para olarak verilebilir mi?
Fatih YURDAKUL KARS
Adak, kişinin bir ibadeti yapacağına dair Allah’a söz vererek üzerine borç kılması anlamına geldiğinden, bu borçtan kurtulmak için adağın yerine getirilmesi gerekir. Bundan dolayı kurban keseceğine dair adakta bulunan kişi, ancak kurban kesmek suretiyle adağını yerine getirmiş olur. Bu itibarla, adak kurbanını kesmek yerine parasını fakirlere vermek ya da aynı yardımda bulunmakla bu adak yerine getirilmiş olmaz.
Adakta yer kaydı bağlayıcı mıdır?
Seyyit GÖÇMEN
ÇORUM
Bir kısım İslam bilginine göre adaklarda mekán şartı bağlayıcı değildir; bu adak başka bir yerde de ifa edilebilir. Bazı İslam bilginleri ise ibadetlerin çeşitlerine göre farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Bu konudaki görüşler değerlendirildiğinde, sadakalarda mekánla ilgili belirlemelere, namazda ise sadece Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa’nın belirlenmesine riayet edilmesi uygun olur. Bunun dışındaki yer belirlemeleri ise bağlayıcı değildir.
Yazının Devamını Oku 25 Ocak 2008
KURAN-I Kerim’deki 4. surenin adı "Nisa" Suresi’dir. Nisa, kadınlar anlamındadır. Kadınlar Suresi demek. Kuran-ı Kerim’de "rical", yani erkekler anlamında herhangi bir sure yoktur. Kuran-ı Kerim’de, bazı peygamberlerin isimleri surelere verilmiştir. Yusuf, Yunus, İbrahim veya Lokman (peygamberliği tartışmalıdır) sureleri gibi. Peygamber olan erkekler sureye isim olabilmiştir. Bu genel kuralın tek istisnası "Meryem" Suresi’dir.
Hz. İsa’nın annesi, peygamber olmamakla beraber bir sureye isim olabilmiştir. Peygamber olmayan tek kişiliktir. Kuran-ı Kerim her fırsatta kadını onurlandırmış, ön plana çıkarmıştır. Toplumun gündeminde kalsın diye.
* * *
Kuran-ı Kerim’deki en manidar surelerden biri de 58. sırada yer alan "Mücadele" Suresi’dir. Medine’de inen bu surenin kadınlar açısından anlamlı bir hikáyesi (sebeb-i nüzulu-iniş gerekçesi) vardır. Mücadele, peygamberle tartışan kadın anlamına da gelir. Olay şöyle gelişti:
"Hz. Havle" iman eden bir kadındı. Evs (RA) isimli, sert tabiatlı bir adamla evliydi. Bir gün Evs (RA), karısını boşadı. Bu boşanmayı gerçekleştirirken de eskiden Araplar arasında yaygın olarak yapılan ve "zihar" olarak adlandırılan bir yöntemi kullandı.
Araplar, eşlerinin bazı hassas noktalarını, anneleri-bacıları gibi evlenmeleri yasak olan akrabalarına benzetirlerse bu boşanma sebebi sayılırdı. Evs (RA) de eşine, "Sen bana anamın sırtı gibisin" diyerek aralarındaki akdini sona erdirmek istedi.
İşte bu olaya muhatap olan Hz. Havle, soluğu Hz. Peygamber’in (SAV) yanında aldı. Hz. Havle tepkiliydi. Hz. Havle yorgundu. Hz. Havle bezgindi. Hz. Havle mağdurdu. Hz. Havle çaresizdi. Çareyi Hz. Peygamber’de (SAV) bulacaktı.
Havle (RA), Peygamber’in (SAV) evine geldi. Efendimiz (SAV) dinliyordu. İsyan edercesine kocasını, Peygamberimize şikáyet etmeye başladı. Şöyle diyordu: "Ey Allah’ın elçisi! Evs, benim malımı-mülkümü yedi. Gençliğimi tüketti. Onun için çocuklar doğurdum. Şimdi ise yaşlandım. Çocuk doğuramaz hale geldim. O da zihar yaparak beni boşadı. Beni ortada bıraktı. Ya Rabbi, halimi sana arz ediyorum. Bu halimi sana şikáyet ediyorum."
Havle’yi büyük bir dikkat ve saygıyla dinleyen Hz. Peygamber (SAV) bir an duraksadı. Sonra, "Bu tür boşamalarla ilgili Rabbimden bana herhangi bir ölçü gelmiş değildir" cevabını verdi. Çünkü O (SAV), Yüce Allah’tan vahiy gelmedikçe kendi heva ve arzusuna göre konuşmazdı. Yüce Allah’ın kendisine müsaade ettiği konular hariç, mutlaka vahiy beklerdi.
Ama çok geçmeden Yüce Rabbimiz, "Halimi sana iletiyorum" diyen bu mağdur kadının yakarışına cevap verdi. Ötelerden, ötelerin de ötesinden cevap geliyordu. Yüce Allah’ın, "Senin sesini, yakarışını, isyanını duydum. Yalnız değilsin, sözün duyulmuştur, gökte yankılanmıştır Havle! Arzu ettiğin konuda sana cevap verilecek ve sen rahatlayacaksın" anlamında ayeti inecektir.
Yüce Rabbimiz, Havle’ye cevap veriyordu. Öylesine bir cevap ki Medine’de yankılanmadık, konuşulmadık ne sokak ne ev bırakacaktı. Günlerce her mekánda Havle’nin yakarışına verilen cevap konuşulacaktı. Havle gibi mazlum ve mağdur bütün kadınlar, bir anlamda "erkeği cezalandıran" bu ayetleri gururla okuyacaklar.
Yüce Allah, karısını bu şekilde boşamak isteyen erkeğe bu işin çirkin olduğunu ilettikten sonra, ya köle azadı, ya iki ay üst üste oruç veya 60 fakiri doyurma cezası verecektir. Eşine dönmenin bedeli olarak. Tekrar eşine yaklaşmak istersen bunu ödeyeceksin. Kadın değil, erkek bunu ödeyecek. Çünkü kadın mağdur oluyordu. Rabbimiz, mağdurun yanında, mazlumun yanında.
"Mücadele" Suresi’nin ilk ayetleri indiğinde yüzü sevincinden ay gibi parlayan Peygamberimiz (SAV), Havle’yi çağıracak ve "Seni müjdelerim Havle! Allah senin sesini duymuştur" dedikten sonra ilk ayeti okuyacaktır: "Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikáyette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir. Allah sizin konuşmanızı işitir. Çünkü Allah işitendir, bilendir." (Mücadele 58, 1)
Hz. Havle bugün bile horlanmış, zorlanmış, terk edilmiş, önemsenmemiş, gençliğinden sonra kenara itilmiş bütün kadınların ortak isyanı olmuştur. Sembol olmuştur. Önemsenmediklerini zanneden kadınlara, "Hayır, Rabbiniz sizi önemsiyor. Rabbiniz sizin adınıza zulmeden erkeğe dünyada cezalar getirdiği gibi ahirette de hesap soracak". Üzülmeyin, sesinizi Rabbiniz duyuyor, halinizi görüyor cevabıdır Mücadele Suresi.
* * *
Yıllar geçer. İki büklüm bir kadın Medine çarşısında Hz. Ömer’in önüne geçer. Bir şey sorar. Uzun boylu Hz. Ömer eğilir, diz çöker. Ellerini kadının omzuna koyar. Söyle nine der. Kadın dakikalarca konuşur, Hz. Ömer dinler. Medine’nin lider kadrosu ise hayret içindedir. Bu ihtiyar nineye bu kadar zaman feda edilir mi(!). Nihayet kadın anlatacağını anlatır ve gider. Hz. Ömer doğrulur.
Orada bulunanlardan biri, "Ey müminlerin emiri! Şu Kureyş’in liderlerini şu nine için o kadar bekletmeye değer miydi" diye sorunca Hz. Ömer hışımla döner. Herkesin duyacağı bir ses tonuyla: "Ne diyorsun! Yazık sana. Bu kadın Havle’dir. Allah (CC) yedi gök ötesinden onu duydu, hakkında ayet indirdi de Ömer mi onu dinlemeyecek. Vallahi bütün bir gün beni tutsaydı, öylesine duracaktım. Problemini halletmeden gitmeyecektim."
Sormak istiyorum; Kuran’ı bu bakışla hiç okuyabiliyor muyuz?
SORALIM ÖĞRENELİM
Ötanazi dinen yasak mı?
M. Emin ŞAHİN/HATAY
İslam dinine göre kişinin kendi canına kıyması (intihar) yasak olduğu gibi, tıbbi verilere göre yaşama ümidi kalmamış veya şiddetli acılar hisseden bir insanın yaşamına bir başkasının eliyle son verilmesi talebi olan ötanazi de yasaktır. Zira son saniyede bile herhangi bir tedavi gelişebilir. Hayattan ümit kesmek doğru değildir.
Hastadan solunum cihazı hangi hallerde çekilebilir?
Abdullah AYDIN/YOZGAT
Yoğun bakım cihazına bağımlı olarak yaşamını sürdüren kimselerin, solunum cihazından ayrılması için iki önemli şart vardır.
1- Kalp ve solunum tamamen durmuş olmalı ve oradaki uzman doktorların tamamının bu durumdan geri dönüşün artık imkánsız olduğu sonucuna varmaları.
2- Beynin bütün fonksiyonlarının kesin olarak durmuş olması ve uzman doktorların bu durumdan geri dönüş olmadığına ve beynin çözülmeye başladığına hükmetmeleri şarttır.
Bu şartlar gerçekleşirse solunum cihazı kapatılabilir.
Cenazede hocanın "Nasıl bilirdiniz?" sözü gerekli midir?
Ölen kişinin iyi bir insan olduğuna dair Müslümanların şahitlik etmelerine "tezkiye" denir. Peygamberimiz (SAV) bir ölüye iyi şahitlik edilince "Ona cennet hak oldu" buyurmuştur. Kötü şahitlik edilince de azap göreceğini belirtmiştir. (Buhari, Cenaiz, 86; Müslim, Cenaiz, 60)
Yazının Devamını Oku