ÇAĞIMIZIN en sinsi hastalığı stres, şiddet ve toleranssızlıktır. Tedavi olunması gereken yaygın hastalıklar bunlar. Ne yazık ki çoğumuz, bu hastalığa yakalandığımızın farkında değiliz. Gazetelerdeki cinayetleri, akıllara durgunluk veren olayları gördüğümüzde "Bu bir cinnet" deyip geçiştiriyoruz çoğu kez. Ama bu cinnetin birer figüranı olduğumuzun farkında bile değiliz.
Ne yazık ki, kan tahlilleriyle, röntgenlerle tespit edilemiyor bu hastalıklar. Onun için de tedavisi zor olabiliyor. Maddi birçok hastalığın, fiziğimizi çökerten birçok virüsün esas sebebi de ruh dünyamızdaki bu çöküntüdür.
* * *
Kuran-ı Kerim manevi doyumsuzluğun, stres ve toleranssızlığın ilacının yüce Allah’la yakınlaşma olduğunu söylüyor. "Dikkat ediniz. Kalpler ancak Allah’ı anarak yatışır." Bunun için "zikir" kelimesini kullanır. Bunu "anmak" olarak tercüme ettik. Aslında boyutları çok daha geniştir bu kavramın. Zikri, sadece anmak cümlesiyle izah haksızlık olur. Ayeti daraltmak olur.
Tevekkül bir zikirdir, sevmek bir zikirdir, merhamet bir zikirdir, affetmek bir zikirdir, Kuran bir zikirdir, namaz bir zikirdir, tesbih bir zikirdir, çocuk başı okşamak bir zikirdir, açlıktan kıvranan köpeğe bir lokma atmak bir zikirdir, hasta ziyareti bir zikirdir, mazlumun yanında olmak bir zikirdir, gıybetten, iftiradan sakınmak bir zikirdir, kalbi Allah için arındırmak bir zikirdir, nefret ve kinden uzaklaşmak bir zikirdir, vb.
Bu listeyi çok uzatabiliriz. Ama önemli olan bütün bu erdemleri sırf Allah için yapmaktır. Gösteriş ve reklamdan uzak, "insan olmak", kámil bir mümin olmak için çalışmak. Bunu yaparken de sırf Allah için yapmak. İşte Kuran-ı Kerim ancak bununla doyuma ulaşabilirsiniz diyor. Tedavi budur buyuruyor.
Peygamberimiz (SAV), "Kolaylaştırınız zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz" genel ilkesini hayatın tümüne yaymamızı ister. Biz bu hadisi sadece dini bir gereksinim olarak görürüz. Evet, belki de en önemli kullanım alanı din olmalıdır, ama komşumuzla münasebetimizde, çocuğumuza ilgimizde, insanlarla konuşmamızda bu prensibe ihtiyacımız yok mu?
Hz. Peygamber özel hayatında da bu toleransı esas almıştır. O’nun (SAV) bu tavrını anlatan Hz. Aişe (RA) şöyle der: "Peygamberimiz (SAV) iki dünya işi arasında muhayyer (seçenek sahibi) bırakılınca günah olmadıkça mutlaka onlardan en kolay olanını alırdı. Ne var ki, şayet günahı gerektiren bir konu olursa da ondan insanların en uzak olanı Hz. Peygamber (SAV) olurdu. O hiç kendisi için kin tutup öç almamıştır."
Kolay olanını seçen bir Peygamber. Bize de kolay bir din emanet eden bir Peygamber. Birbirimizle ilişkilerimizde toleransı ve kolaylığı öğütleyen bir Peygamber. Bizler ise çoğu kez kendimize toleranslı davranılmasını isteriz, ama başkasına bunu çok görürüz.
Arabamızın direksiyonundayız. En ufak bir yol tıkanıklığında veya yanlış harekette birden asabileşiyor, toleransı unutuyoruz. Ufak bir yol isteme kargaşasından dolayı cinayete kurban giden insanımızın sayısı hiç de az değildir. Hz. Peygamber (SAV), bana tavsiyede bulun diyen asabi, sert mizaçlı birine "sinirlenme" buyururken, birçok belanın önüne geçecek bir anahtar sunmuştur aslında.
Sabahleyin evden çıkarken, sokağa adımımızı atarken besmeleden sonra bu cümleyi birkaç kez tekrarlayarak "sinirlenme, sinirlenme" desek, sonra "toleranslı ol, kendine yapılmasını istemediğini sen de başkasına yapma" desek, ne kaybederiz. Belki yakamıza yapışan manevi virüslerden kurtulmuş oluruz.
Bir gün Hz. Aişe ve Hz. Hafsa nafile oruç tutmuşlar. Ramazan ayı değil. (Bilindiği gibi başlanmış olan nafile oruç düğün, davet gibi sebeplerle -ihtiyaç halinde- bozulabilir, ama sonradan kaza edilmelidir.) Olayı Hz. Aişe (RA) anlatıyor: "Biz oruçluyken iştahımızın çektiği bir yemek getirildi. Canımız çekti. Biz de kendimizi tutamadık ve başladığımız o nafile orucu yedik. Hz. Peygamber (SAV) geldiğinde Hz. Hafsa durumu Peygamberimize anlattı. Hz. Peygamber (sav) kızmadı, kınamadı ’Başka bir gün kaza edersiniz’ buyurdu." (Ahmed, Müsned,6, 263)
* * *
Ya, bütün gücünü harcadığı halde Fatiha Suresi’ni ve Kuran-ı Kerim’den herhangi bir sureyi ezberleyemeyen ve namaz kılmak isteyen kişiye gösterilen tolerans... Peygamberimiz (SAV) adama döner ve der ki; elhamdülillah, sübhanallah, la havle vela kuvvete illa billah (güç ve kudret Allah’a aittir) de, yeter. Namazı bunlarla kıl. Ezber bozan tavırlar bunlar değil mi? Acaba kaçımız bunları biliyoruz. Hücrelerine, DNA’larına kadar sevgi, tolerans ve yaşanabilirlik sinmiş olan bir dinin mensupları birbirlerine karşı daha toleranslı, merhametli olmalı değiller mi?
Ama maalesef öyle değiliz. Bu konuda kendimizle yüzleşmeliyiz. İyi Müslümanlığı başkasından değil, kendimizden beklemeliyiz. Dinin sadece helal ve haramlardan ibaret olmadığını, merhametin de, şefkatin de, affediciliğin de, fakir doyurmanın da, gerekirse trafikteki kırmızı ışığa uymanın da dinin gereği olduğunu anlatalım. Ve her birimizin diğerimize son sözü şu olsun mu? "Allah’ın temiz olarak yarattığı fıtratı bozma hakkına sahip değiliz. Zira sadece fıtratı değil, káinatı da, ekolojik dengeyi de zedelemiş oluyoruz."
SORALIM ÖĞRENELİM
Adak kurbanının bedeli, fakire para olarak verilebilir mi?
Fatih YURDAKUL KARS
Adak, kişinin bir ibadeti yapacağına dair Allah’a söz vererek üzerine borç kılması anlamına geldiğinden, bu borçtan kurtulmak için adağın yerine getirilmesi gerekir. Bundan dolayı kurban keseceğine dair adakta bulunan kişi, ancak kurban kesmek suretiyle adağını yerine getirmiş olur. Bu itibarla, adak kurbanını kesmek yerine parasını fakirlere vermek ya da aynı yardımda bulunmakla bu adak yerine getirilmiş olmaz.
Adakta yer kaydı bağlayıcı mıdır?
Seyyit GÖÇMEN
ÇORUM
Bir kısım İslam bilginine göre adaklarda mekán şartı bağlayıcı değildir; bu adak başka bir yerde de ifa edilebilir. Bazı İslam bilginleri ise ibadetlerin çeşitlerine göre farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Bu konudaki görüşler değerlendirildiğinde, sadakalarda mekánla ilgili belirlemelere, namazda ise sadece Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa’nın belirlenmesine riayet edilmesi uygun olur. Bunun dışındaki yer belirlemeleri ise bağlayıcı değildir.