Bundan sonra,
yeni bir mektup yazmaya vaktim olur mu bilemem ?
“Memleket yangın yeri”ne döndü diyenleri gördükçe,
istedim ki,
Size seçimden önce (âşıklar makamında) bir “türkü” armağan edeyim.
“Uşşâk” bir İstanbul Türküsü...
(Yazar) “…Ünal Ersözlü; ‘dört gün Buda kadar dingin ve sabırlı’,
‘üç gün Zorba kadar coşkulu ve tutkulu yaşamanın’,
mutluluğa hak ettiği dengeyi nasıl vereceğini anlatıyor.
Buda’dan Hallac-ı Mansur’a, Eckhart Tolle’den Jung’a kadar,
keşiflerini paylaşmış ne kadar bilge varsa,
bizi onların işaret ettiği hemzemine götürüyor(du) ; süveydaya”. (*)
Aksine, “şerbetleniyor”, kıymetleniyor, daha bir anlam kazanıyor...
Anlamı derinleşiyor, derinliği demleniyor; o derinlikte kök salıyor, tutunuyor, yeniden filizleniyor...
Ama giderek, “toplumun yontulmayan kalınlıkları” için daha da bir acı veren taam halini alıyor.
(1980’lerden bir alıntı o zaman...)
“...Büyük bir ressamın atölyesinde yetişen öğrencisi, eğitimini tamamlar.
İl Başkanı, “metrakareye düşen başkan” sayısının çokluğundan yakınırken, odaya tesadüfen giren “koltuk tamircisi” ile arasında geçen konuşmada, herkes, sıkıntıya “kendi gözlüğü”nden bakmaktadır: (Kısaltarak, paylaşıyorum...)
KOLTUKÇU - Burada bir koltuk kavgası, pardon koltuk fazlası var galiba…
İL BAŞKANI - Evet öyle de denilebilir.
KOLTUKÇU - Hallederiz Başkanım. Siz takmayın kafanıza. Ben senelerdir bu işin içindeyim.
İL BAŞKANI - Öyle mi ? Çok sevinirim; nasıl olacak bu yardım ?
KOLTUKÇU - Önce bir saymak ve gruplara ayırmak gerekir. Sayıları epeyce fazla çünkü…
“Ankara'nın en çok nesini seviyorsunuz ?” sorusunu,
“İstanbul'a dönüşünü..." diye yanıtlamasının üstünden çok zaman geçti.
Şair’in, mısraılarına nakşettiği “Pâyitaht” sevdâsını, kendilerine ölçü alan “ucuzcular”,
yani aslında, “Ankara’daki Cumhuriyet ruhunu anlamayanlar” da,
sanıyorum bundan daha iyisini bulamadılar; şu ana kadar...
Hattâ; belki de son zamanlarda, anlamaya başlamışlardır;
Sahnede, sesini “insan sesinden ayrı bir enstrüman” gibi kullanan Irina Sarbu ve arkadaşlarını (Ciprian Parghel / Kontrbas ve Tudor Parghel / Davul) orijinal yorumları ve birlikte müzik yapılan 15 yılın “dem”i ile dinledik.
Piyanist Puiu Pascu’yu, yukarıdaki parantezin içinde anmadım, çünkü; o bir parantezi “tek başına” hak ediyor. Zaten konser kitapçığında Pascu için yer alan satırlar da, benim bu tercihimi doğrular bir “ayrıcalıkla” yazılmış: “...Varlığıyla, izleyicileri ve basını her mekâna veya festival konserine çekmeyi başarabilen bir piyano virtüözü, bir doğaçlama ustası... İlham verici bir bestekâr ve kariyerinin zirvesinde... / ...Piyano çalarken yaşadığı coşkunluk ve keyif, karmaşık ve çetrefilli armoniler ve ritimler, orijinalite, yorumlama ve yaratma sürecindeki yoğun tutku, Pascu’yu Romanya’da eşi benzeri olmayan, biricik bir sanatçıya dönüştürmüştür. Bir etkinlikte o varsa, o etkinlik sıradışıdır ! O hangi sahnede varsa, ismi mutlaka zihinlere kazınır...”
Sözü, “parantezler” üstüne devirmişken, yıllardır, özellikle “etnik müziğe yatkın “ olan Romen sanatçıların açmasını beklediğim, “başka bir parantez”den daha bahsetmeden geçemeyeceğim. Aslına bakarsanız, bu bana düşmezdi ama, madem ki Romen dostlarımız “henüz fırsat bulamadılar”, ben hatırlatmış olayım. Belki gelecek senelere faydası dokunur... Adını, “büyük bir müzik adamı”ndan alan Romen Kültür Merkezi’nin, “zor ödenecek hakkı” da, belki biraz hafiflemiş olur.
Bizim, kendisine seslendiğimiz ismiyle,
Çünkü, kavramları “temsil” ederler.
Kavramlar, “algı”yı tetikler.
Algı, “iletişim”e dönüşür...
“26. İzmir Avrupa Caz Festivali”, yine, üzerinde düşünülmesi gereken “sözcüklerin ışığı”nda açıldı.
Yazarken ve okurken ne diyoruz?
İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı “İKSEV”in, “ev sahipliği”nde...
Bu şartlarda, zor yazılır / İzmir hakkında bir yergi...
Zaten maksadı yazarın / üzümü yemek olunca
Şiir ile anlatacak / bunu bir yazı boyunca...
Kanun ile Çağlar Fidan / kemanıyla Burak Savaş,
Ve Tanbûrî Selim Şenol / göründüler yavaş yavaş