Paylaş
MANEVİYATLA NE İLGİSİ VAR?
Peki ama bu kıymetli meyvenin maneviyatla ne ilgisi var? Ceviz, İslam kültüründe insan varlığının ve hakikatin anlaşılması için kullanılmış bir benzetmedir. Hemen her dönemde, farklı şekillerde karşımıza çıkar. Niyâzî-i Mısrî’nin (ö.1694) ifadesiyle yendiğinde “nice marazlara ve illetlere şifa hasıl olan” ceviz, “sırf hakikate misaldir ki içinde asla yabana atacak bir şey yoktur”.
KAT KAT HAKİKAT
Cevizin en dışındaki yeşil kabuk, insanın dışına (zahîr) benzer. Etrafa rengini verip, boyayan işte bu katmandır. “Ceviz yeşili” dış yüzeydir, bedendir, kalıptır. Onun içindeyse ilk bakışta görünmeyen, zamanla ortaya çıkan sert kabuk vardır. Ceviz kabuğu, insanın nefsini (egosunu) sembolize eder. Nasıl cevizin kabuğunu kırmadan içindeki değerli meyveye ulaşmak mümkün değilse, nefsini kırmadan insanın ve hakikatin özüne ulaşmak da mümkün değildir. Üstelik nefis inatçıdır, yani “çetin cevizdir”. Öyle kolay kolay kırılmaz.
ÖZE ULAŞMAK
Cevizin toplanmasında asıl amaç elbette içindeki besleyici, lezzetli kısma ulaşmaktır. O ceviz içi, insanın içyüzünün, yani kalbin-ruhun ve ilahi hakikatin temsilidir. Taze iç cevizdeki ince zar ise şüphelere, şartlanmalara benzer. Ayıklandığında ceviz içi daha da yumuşak olur. İşte bu saf parçadan çıkan özün tadına doyum olmaz. Ayrıca tatlı-tuzlu pek çok yemeğe lezzet katar. Üstelik o özden “sıkılarak” çıkan ceviz yağı, şifa kaynağıdır. Diğer bir deyişle, kalbini tüm kirlerden temizleyen, iç sıkıntılarını aşan insan, etrafına da güzellikler verir.
VAKİT GEÇ OLMADAN
Ne var ki cevizin kabuğu zamanında kırılmazsa, içi zamanla kurur. Önce tadını yitirir; sonra tamamen çürür, tüm değeri kaybolur. Artık içi boş bir kabuktur sadece. İşte insan da böyledir... Vakti geldiğinde kibri kırılıp nefis perdesi açılmalı ve ruhundaki öz açığa çıkarılmalıdır. Ancak tüm kabuklarını kırıp özüne inmiş; varlığındaki ilahi hakikati idrak etmiş insan olgun bir insandır.
*
Peki ya bizler ne durumdayız? Kabuğumuz ne kadar kalın, ne kadar inatçıyız? Mesela çevremize, hayata karşı ne kadar sertiz? Bugüne kadar sertlikle ne elde ettik ki? Aslında kararlarımızın ardında çoğu zaman “kırılma” korkusu yok mu? Sakın “sağlam duralım” derken vaktimizi boşa geçiriyor olmayalım? Malum, cevizi bekletirken bir bakmışsınız ki içi çoktan kurumuş...
*
İçimiz olgunlaşmadıkça, sert ve boş kabuklardan ibaretiz sadece. Olgunlaşmak için sertlikle değil özümüzden gelen “rıfk (yumuşaklık)” ile hareket etmek gerekiyor. Resullullah’ın ifadesiyle: “Bir iş rıfk (yumuşaklık) ile yapılırsa, o işi mutlaka güzelleştirir.” Şu hayatta en güzeli, “taze ceviz içi gibi” yumuşak huylu ve faydalı olmak galiba...
ŞEKİL YETMEZ
GAZZÂLÎ’ye göre insanların ve olayların dış görünüşüne bakarak hüküm vermek, cevizin kabuğunda kalmak gibidir. Mevlânâ da Kuran’ı çok iyi ezberlemiş olmasına rağmen manasını davranışlarına yansıtmayan biri için şöyle demiştir: “Evet, sadece cevizleri iyi sayıyor, ama onun özünden bir haz almıyor.” Maverdî’nin aktardığı bir şiirdeyse cimriliğini bir türlü aşamayan insan şu dizelerle tarif edilir: “Seni ceviz gibi görüyorum, hani özünü engeller kişiden / Öyle ki ancak kırılınca verir hayrını içinden.” Mevlânâ’nın ifadesiyle: “Cevizi kırmadıkça, içi görünmez, yağ vermez.” Yani insanın kemale ulaşmasının yegâne yolu, şekilde kalmayıp öze inmekle mümkündür.
KİM YİYECEK?
CEVİZ, ancak uzun yıllar geçtikten sonra meyvesini veren bir ağaç. Bunu bilen bir padişah, kırda çıktığı bir gezintide hayli yaşlı bir adamın ceviz ağacı dikmekte olduğunu görünce şaşırır: “Ey ihtiyar, ceviz mi dikiyorsun?” İhtiyar: “Evet hünkârım” der. Padişah “İyi de daha ne kadar yaşayacaksın da meyvesine yetişeceksin?” diye sorar. İhtiyar bilgece bir tavırla yanıtlar: “Efendim, bizden öncekiler ektiler biz yedik; biz de ekelim bizden sonrakiler yesinler.”
Paylaş