Paylaş
Hazretin mevzubahis şiirinin ilk beyiti de şöyledir: “Çıktım erik dalına, anda yidüm üzümi / Bostan ıssı kakıdı, dir ne yirsün kozumı”. Günümüz diline çevirirsek şöyle olacak: “Erik dalına çıktım, onda üzüm yedim. Bostan sahibi ‘ne yersin cevizimi’ diye azarladı”..
Bu meşhur “şathiye”nin devamı da en az bu kadar acayip. Gel gör ki edebiyatımızın bilinen ilk “şerh” örneği Yunus Emre Hazretleri’nin bu gazelinin şerhi olup(Șeyhzade şerhi) ve dahi en çok şerh edilen şiirlerimizdendir. Hz.Niyazi Mısri’den, Hz.İsmail Hakkı Bursevi’ye (ks) pek çok önemli zat tarafından şerh edilmiş hem de. “Meşhur” demem ondan. Eldeki versiyonlar 7 beyitten 14 beyite kadar çeşitlilik gösteriyor ve beyitlerde (bence hepsi de birbirinden hoş) farklılıklar göze çarpıyor. Ola ki Koca Yunus çok seyahat ettiğinden, seyahatlerinde şiirlerini yerine göre farklı şekillerde söylemiştir veya farklı şekilde not alınmış yahut aktarılmış da olabilir.
Yunus, bir zamanlar yaşamış bir büyük Sufi olmakla birlikte aynı zamanda bir makamın da adıdır tasavvufta. O makamdan söz söyleyen “Yunus” olmuş olur ve sözün altını ‘Yunus’ diye imzalasa, bizce yanlış sayılamaz. Keza “Yunusça”, Türk dilinin “Hakça” ifade bulmasıdır adeta…
Hz.Mevlana Hüdavendigar’ın(ks) “Hangi makama çıktıysam o Türkmen Kocası’nın ayak izlerini önümde gördüm” rivayeti meğer doğru kabul edilecek olursa, -tam manasıyla- Yunusça söz söylemenin her babayiğidin harcı olamayacağı kolayca anlaşılır. Buna karşın dilimizde ilahi aşkla manzume söylemiş, söyleyecek herkesin satırlarında Yunus’un izlerinin olması da kaçınılmazdır. Yunus hem tektir, hem her derviş gönüllü az çok Yunus… Dilde ondan alınan pay, söz söyleyenin mertebesincedir; ne kadar duru, o kadar Yunus’tur!
Aynı şekilde, şerhler de şerh edenin makamına, manevi mertebesine yahut o kişinin hitab ettiği topluluğa göre dereceli olabilmektedir. “Șerh”, açmak, açımlamak anlamındadır. Tasavvuf büyüklerinin eserlerinin şerh edilmesi, geleneğin irşad ve sohbet usülleri arasında önemli bir yere sahiptir. Bunun da icazetle yapılması efdaldir.
Günümüzde “Tasavvufi şerh” geleneğinin bazen namahrem ellerde gelişigüzel bir hal aldığını da görüyoruz. Ehil olmayan bazı heveskarların şerh sohbetleri, “cahil, cesur olur” sözünü hatırlatıyor bana. Halbuki fakir bu alanda söz söyleme, yazma durumlarında epey zorlanır, Hz.Pirim Rifai’nin(ks) evlatlarına “Yaşamadığınız şeyi (yaşamış gibi) anlatmayasınız” nasihatinin altında ezilir dururum korkuyla. “Kim bilir, üzüm misali ezile ezile sonunda belki üzüm suyu olur ve sabırla demlendikte nihayet aşk şarabı kesilirim” diye ümit etmekten de geri kalmam ama..
Doğrusu cahil cesareti bazen fakirin de işime yarar yolda, başkalarını eleştirmeye fazla yüzüm de yoktur bu yüzden aslında.. Șimdi bizimki meslek icrası, görev, mecburi bu şartlarda, bata çıka, affınıza sığınarak… Lakin samimiyet ve iyi niyet olmazsa olmazdır. Bir yandan da cahilliği gidermeye çalışmalıdır…
Bir gün, daha da cahilken fakir, Güney’de bir yerlerde tatil yapıyorduk bir arkadaşımla. İstanbul’a dönmeden önceki son gecemizde, mekanın uzak tuvaletini kullanacağım fakat, dolu. Sıramı beklerken, o bölümdeki oturma odasının kütüphanesi çekti dikkatimi. Ne güzel, eserler arasında Yunus Emre şiirleri.. Neyse, sıram geldi ve baktım tuvaletin içinde ufak bir sehpa ve “Star Wars”un bir baskısını koymuşlar üzerine. Fakir gayri ihtiyari dedim ki kendi kendime “burada ‘Star Wars’ okuyacağına kimse, ‘Yunus Emre’nin divanını koyayım ki yerine, belki dokuna bir gönüle”. Öyle de yaptım…
Ertesi gün yoldayız arabamızla ve nasıl oldu bilmiyorum, yolu şaşırdık.. Bir anda kendimizi “Yunus Emre ve Tapduk Emre Hazretleri”nin (ks) kabirlerinin olduğu bir beldenin girişinde bulmayalım mı! Sandıklı, Afyon yolunda… Harika karşılandık doğrusu; akşam ezanı eşliğinde nefis bir gün batımı ile. Ayağına getirtmişti resmen Hazret, yaşlı bir kadın eliyle bize ikramda dahi bulundu Erenler.
Tartışmalı olduğunu biliyorum fakat, benim için mezarı oradadır, öyle yaşattılar çünkü bana, belki de yalnızca makamdır! Makamsa makam, gönül esas mekan! (not:Büyük zatların bir mezarı olup, maneviyatının bulunduğu diğer yerlere “makam” deniyor)
Çok mutlu olmuştum, sanki böylece tanışmış olmuş idik Hazretle. Kuvvetle hissettim varlığını orada ve “dünkü ettiğim hoşuna gitmiş olmalı”ya yordum elbette..
“Aşıklarda edep aranmaz” kontenjanından yırtmıştım herhalde cahilliğimden.. Erenler ne kadar hoşgörülü, ne kadar da lütufkarlar! Bugün olsa haya ederim Hazret’in şiirlerini tuvalete koymaya, haşa. Bilmiyordum! “Kişi bildiğinden mesuldur ancak” deyu, samimiyetim ve niyetimin saflığı hoşlarına gitti herhalde ki mukabele ettiler zat-ı alileri. Ama artık biliyorum ve bile bile saygısızlık yapılamaz. Yapana da celal tokadının nasıl çakıldığına şahidim, aman!
Madem cahil cesareti ile böyle bir zuhurata vasıl olmuş idim, belki “Yunus Emre’nin o kadar şiiri arasından mutasavvıf şarihler(şerh edenler) bula bula niçin ’Çıktım erik dalına’ gazeline bunca rağbet etmişler ki?” sorusunun cevabını da alabilirdim.. Lakin o zamanlar elimin altında soruma cevap teşkil edebilecek kaynaklar yoktu. Ve konu yavaş yavaş unutuldu…
Demek vakit tamam oldu ki, yıllar sonra yanıt geldi, hem de nasıl; yaşattılar satır satır! Ancak şimdi de yerim bitti. Hazreti Yunus’un meşhur beyitini şerh edebilmekliğime vesile olan hikayeyi de haftaya anlatayım öyleyse, haddim olmayarak fakirane şerhimle birlikte nasipse.. O vakte kadar, hoşça kalın. Aşk olsun vesselam!
Paylaş