Paylaş
Ne Cüneyt Arkın gibi yürek yakan, ne Ayhan Işık gibi kıranta, ne Önder Somer gibi baştan çıkaran, ne Kadir İnanır gibi maço, ne Ediz Hun gibi salon efendisi, ne de İzzet Günay gibi beladan uzak duran bir yakışıklı tipiydi, bazen Murat, ama daha çok Ferit ismiyle beyaz perdeye yansıyan.Mahallenin dürüst, akıllı çocuğuydu o. Hani ağaçta kalan kediyi de kurtaran o olurdu, haksızlık eden öğretmene karşı sınıfta çocuğunuzun yanında olan da, ona haksızlık edildiğinde öğretmenin yanında duran, mahalledeki bütün kızlarının içinin gittiği de o olurdu.
Bizim kuşağın örnek aldığı tip işte o Ferit’ti; o zaman o yirmilerinin ikinci yarısında, biz de yirmilere doğru ilerliyorduk.Canım Kardeşim’de ağladık, Hababam Sınıfıında güldük onunla. (Kemal Sunal, Adile Naşit, Münir Özkul, Halit Akçatepe; ne kadro ama.)
Ah Nerede’de Gülşen Bubikoğlu, Mavi Boncuk’ta Emel Sayın, Oh Olsun’da Hale Soygazi ile hayaller kurdurdu gençlere. O zaman otuzlarını sürmekte olan gazeteci büyüğümüz Nuri Çolakoğlu, yine o zamanlar hit olan Orhan Gencebay’ın “Tanrım beni baştan yarat” şarkısına “İçine biraz Tarık Akan kat” diye espriyle ek yaptıklarını hatırlıyor. Kıskanılmadan özenilmek herkese nasip olmaz.
70’lerin siyasi havasından kendi payına düşeni aynı samimiyetle aldı, kendisine bir saf seçti.Bir yandan romantik komedilerde, melodramlarda başrol oynarken, diğer yandan siyasi yürüyüşlerde de ön safta, başrolde yer almayı bağdaştırabildi. Diğer yandan siyasi filmlerde de görünmeye o yıllarda başladı. 1977 Sürü, 1978 Maden. Maden’de oynadığı hak mücadelesinde bilinçlenip sivrilen işçi belki bir açıdan kendisini de anlatıyordu.
Bu duruşu 12 Eylül 1980’de askeri darbeyle yönetime el koyanların gözünden kaçmadı. Barış Derneği’ne üye olduğu ve bir Nazım Hikmet gecesine katıldığı için hapse atıldı.
Hapisten bırakıldığı 1982’de Cannes Film Festivalinde En İyi Aktör ödülünü kıl payıyla kaçırdı ama, oynadığı film, bir Yılmaz Güney-Şerif Gören yapımı “Yol” Altın Palmiye aldı orada. Yılmaz Güney 12 Eylül kaçağıydı, aranıyordu, hastaydı ve o ödülü alırkenki resmi kaldı hep hafızalarda. Akan’ın da sırtında Şerif Sezer’i taşırken Yol filminin afişinde yer alan resmi.12 Eylül karanlığında Yol filminde oynamak cesaret işiydi ve Tarık Akan melodramlarda nasıl gülümsüyorsa, bu cesareti de aynı samimiyetle taşıyabiliyordu.
Hak mücadelesi safındaki çizgisini değiştirmedi ondan sonra da.Özellikle AK Parti iktidarı döneminde laikliği daha bir öne çıkarır oldu.Son filmini çektiği 2009’a gelindiğinde kamuoyu onu artık ak düşmüş saçlarıyla protesto gösterilerinin ön safında görmeye alışmıştı. Ergenekon ve Balyoz davalarındaki toplu tutuklama ve haksızlıklara karşı çıkarken de, Gezi Parkı protestolarında yer alırken de, gazeteci tutuklanmalarına ve basına yönelik baskılara karşı ön safta yürürken de hep aynı doğallıkla davanıyordu.
Son dönemki siyasi duruşu özellikle de AK Parti taraftarlarını kızdırmaya yetiyor, ama Ferit’ten kalan sempatiyi silmeye yetmiyordu. Mesela Cem Küçük dün Akan’ın ardından paylaştığı Twitter mesajında “Yeşilçam’ın kartpostal çocuğu olarak kalsaydı” keşke diye yazdı; belli ki kızsa da kıyamamıştı. Ama o cenahtaki herkes Küçük kadar nazik olamadı Akan’ın anısına. “Allah rahmet eylesin” temennisine dahi karşı çıkanları söyleyelim, küfredenleri “Sıra Müjdat Gezen’de” sefaletine düşenleri saymayalım; Başbakan Binali Yıldırım’ın olması gerektiği türden rahmet ve başsağlığı dileğini unutmadan. Bu durum dahi Türkiye’nin içinde bulunduğu tahammülsüzlük havasını göstermiyor mu?
Akan, sinema soyadıydı, asıl soyadı Üregül, o dönem yapımcılar karar veriyormuş bu işlere, o tutar, bu tutmaz diye.Bendeki resmi kartpostal çocuğu olarak gülümserken de, siyasi görüşünü eğilmeden taşıyıp sonuçlarına katlanırken de, üç yetişkin çocuğuyla Beşiktaş’ta Boğaz kıyısındaki en sevdiği kebapçısında hafta sonu dertleşirken de aynı samimiyet ve doğallıkla yaşayan, sayıları maalesef azalan düzgün bir insan, cesur bir aydın olduğudur.
Altmış altı yaşında, kanserden öldü dün, 16 Eylül’de İstanbul’da. Allah rahmet eylesin, büyük bir kayıp oldu.
Paylaş