Kurtulmuş, Münbiç’teki PYD/YPG’lilerin Türkiye’nin talep edegeldiği gibi Fırat’ın Doğu yakasına çekilmeye başladıklarını söyledi.
Bu resmi açıklama, şimdiye dek ABD tarafından hep söylenen, ancak PYD tarafından “Buradayız, gitmiyoruz” diye yalanlanan bir durumun MİT’in saha istihbarat elemanlarınca da gözlendiği anlamına geliyordu.
Bu açıklama aynı zamanda Türkiye ile ABD arasında Suriye ve Irak’ta IŞİD’e karşı yürütülen mücadelede ciddi bir pürüz olan PYD/YPG sorununda belli bir yakınlaşmanın sağlandığı da demek oluyordu.
Bu açıklamadan bir gün sonra Ankara’ya üst düzey diplomat, asker ve istihbaratçılardan oluşan bir Amerikan heyeti geldi.
İyi not verdiklerinde neredeyse bayram ilan eden hükümetler, notlar kırılınca küplere biniyor.
Ama ne benim iktisatçı olmak gibi bir iddiam var, ne de bu şirketlerin de ticari, siyasi çıkarları olabileceğini göz ardı edecek kadar safım.
Yine de bu Moody’s olayı hakkında söyleyecek iki lafım var.
Çünkü Standart and Poors 15 Temmuz kanlı darbe girişiminin hemen sonrasında alelacele Türkiye’nin notunu kırdığı zaman öfkelenen hükümet Moody’s üç aya kadar bekleyip gelişmeleri göreceğini ilan edince çok sevinmişti.
Çünkü on adım, Fethullah Gülen ve hareketinin AK Parti’nin 2002’de iktidara gelişinden sonraki seyrini kapsıyor.
Oysa Gülen ve Cematinin yükselişi çok daha önce, 1970’lerde başladı, devlet dairelerine girmesi ise 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonraya rastladı.
Bugün 15 Temmuz kanlı askeri darbe girişimi nedeniyle tutuklu olan üst rütbeli polis, asker, yargı mensuplarına bakarsanız, ciddi bir kısmının polis, asker okullarına, hukuk fakültelerine Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde, 1980’lerin ortalarında girdiğini görebilirsiniz. Okul giriş sınav sonuçlarının çalındığı haberleri de gazetelerde ilk o zaman görülmeye başlıyor.
Keza, Gülen cemaatinin eğitim, adalet, içişleri ve (kimse o tarafa bakmasa da) maliye, Merkez Bankası ve hazinedeki gruplaşmalarının da aynı dönemde başladığı görülebilir.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, 22 Eylül değil, daha önceki görüşmelerinde Başbakan Binali Yıldırım’a “Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) soruşturmalarında yaşanabilecek mağduriyetlere” ve Kanun Hükmündeki Kararnamelerdeki hatalara dair görüşlerini yazılı olarak sunmuştu.
Yıldırım, bu görüşlerin dikkate alınacağını söylemişti.
Bunlar arasında ne vardı? Mesela askeri hastanelerin kaldırılmasının getireceği sorunlar vardı. Uluslararası uygulamalar açısından da soruna, yine 15 Temmuz sonrası hükümetin kararları içinde çözüm bulunabilir, örneğin Milli Güvenlik Üniversitesi’nin Tıp Fakültesi olarak yeniden yapılandırılabilirdi.
Mesela KHK’lar Olağanüstü Hal sonrasında da geçerli olacak şekilde kanuni düzenlemeler yerine geçmemeli, darbe girişimi sonrasında normalleşme ve terörle mücadele amaçlarıyla kullanılmalıydı.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin 21 Eylül’de Birleşmiş Milleteler Güvenlik Konseyi’nde Rus mevkidaşı Sergey Lavrov’a, insani yardımların ulaştırılması sırasında Suriye hava sahasında hiçbir uçağın havalanmaması önerisini getirdiğini okuyunca bu alıntı geldi aklıma.
Alıntının sahibi her yerde –yanlış olarak İngiliz siyasetçi Winston Churchill bilinir. Oysa alıntının aslı, “İnsanlar ve milletler erdemle hareket ederler –diğer bütün imkânları tükettikten sonradır” şeklindedir ve İsrailli siyasetçi Abba Eban tarafından 1967’de Japonya da söylenmiş. Sonradan her kulağa hoş gelen siyasi laf gibi Churchill’e atfedilmiş.
Neden Kerry’nin önerisini duyunca aklıma bu alıntı geldi?
Çünkü daha bir gün önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan BM Genel Kurulu’nda belki bininci defa mülteciler için güvenli bölgeden söz ettiğinde maalesef pek de dolu olmayan sıralarda bir yankı bulmamıştı.
Aynı gün AK Parti Genel Merkezi kaynaklı bir bilgi daha düştü haber merkezlerine.
Parti üst yönetimi ve il başkanları dışında konuşmacıların olacağı etkinlikler iptal edilmişti. Gerekçesini Manisa İl Başkanı açıklamış, çağırılan konukların ne çıkacağı belli olmaz diye.
Bu gelişmeler iki şey gösteriyor.
Birincisi, AK Parti yönetiminin kendi mahallesindeki Fethullahçı varlığı konusunda duyduğu kuşkunun ne kadar üst düzeylere vardığı.
Bu çağrı terör eylemlerinin dünya çağında ülkeleri tehdit ettiği ancak ülkelerin terörizmin tarifi, mücadele yöntemi ve öncelikler konusunda ayrı düştüğü bir zamanda yapıldı..
Türkiye IŞİD ve PKK’nın terör eylemleriyle aktif mücadele içinde, iç ve dış olmak üzere iki cephede askeri birliklerini sahaya sürmüş durumda.
PKK’ya karşı mücadele 1984’ten bu yana devam ediyor, şimdiye dek 40 binden fazla insanın hayatına mal oldu.
IŞİD’e karşı mücadele ise nispeten yeni; örgüt 2011’de patlayan Suriye iç savaşı sürecinde 2013’te kuruluşunu ilan etti.
Bakan kendisinin de kıyafet tercihi nedeniyle üniversitede yaşadığı üzüntünün “içinde bir yara” olduğunu, dava açılırsa bakanlık olarak Ayşegül lehine müdahil olacaklarını söyledi
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya, hemşire Ayşegül Terzi’nin İstanbul’da belediye otobüsünde kıyafet tercihi nedeniyle Abdullah Çakıroğlu’nun saldırısına uğramasına “insan, kadın ve bakan olarak” tepki duyduğunu ve dava açılırsa bakanlık olarak Terzi lehine müdahil olacaklarını söyledi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile birlikte dün ABD yolculuğuna çıkmadan görüştüğümüz Sayan Kaya, saldırının hemen ardından arayıp destek verdiği mağdur hemşire Terzi’nin kendisinden tek talebinin saldırganın yakalanması olduğunu da açıkladı.
Kendisinin de üniversite yıllarında kıyafet tercihi nedeniyle üzüntü yaşadığını, bunun “içinde bir yara” olarak kaldığını söyleyen Bakan, kıyafet tercihiyle kadına şiddet uygulanmış olmasını “asla kabul edemeyeceğini” söyledi.