Biz bu işi kokoreççiden önce kayıkta ve kaymakçıda yapardık
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Binlerce seneden beri várolan málum iş, Türkiye’de son zamanlarda mekán değiştirdi.
İstanbul’da birkaç ay önce yataklı localarla donatılmış bir fuhuş otobüsünün ortaya çıkartılmasından sonra, Antalya’da da geçen hafta hem kokoreç satan, hem de málum işi yaptıran bir başka otobüs bulundu. Ama işin artık bu mekánlarda yapılır olması beni hiç şaşırtmadı, zira böyle yerler tarihimizin eski devirlerinde de varolmuşlar, devreye önce çamaşırhaneler girmiş, derken kaymakçı dükkánlarını ve hattá Boğaz’daki yolcu kayıklarını bile kullanmıştık.
TARİHİN en eski mesleği, Türkiye’de son zamanlarda mekán değiştirmeye başladı. Bu iş, artık içleri özel şekilde dizayn edilmiş otobüslerde bile yapılıyor. İstanbul’da bundan birkaç ay önce yataklı localarla donatılmış bir otobüsün ortaya çıkartılmasından sonra, Antalya’da da geçen hafta hem kokoreç satan, hem de málum işi yaptıran bir başka otobüs bulundu.
Málum işin kokoreç otobüsünde bile yapılması beni hiç şaşırtmadı, zira böyle yerler tarihimizin eski devirlerinde de varolmuşlar, faaliyetlerine seneler boyu sessiz sadasız devam etmişlerdi. Biz, bu mekánlardan önce çamaşırhaneleri, kaymakçı dükkánlarını ve hattá Boğaz’daki yolcu kayıklarını bile kullanmıştık. Devlet ise bu mekánların faaliyetine son verebilmek için hiç durmadan çaba göstermiş, saraydan ferman üstüne ferman çıkmıştı.
ÇÖZÜM HEP BULUNDU
İşte, asırlar öncesinin kaymakçı dükkánlarından bugünün kokoreç satılan otobüslerine uzanan birkaç asırlık maceramızın kısa öyküsü:
Osmanlı zamanında bütün sürgünlere, takiplere ve diğer ağır cezalara rağmen málum işin önü hiçbir şekilde alınamamış, sarayın çıkarttığı her fermana karşı diğer taraf mutlaka bir yol bulmuş ve faaliyetini kesintisiz şekilde devam ettirmişti.
İstanbul’un fethinden sonraki senelerde ilkönce, kadınların bekár erkeklerin çamaşırlarını yıkadıkları çamaşırhaneler devreye girdi. Kucağında bohçasıyla gelen erkeklerin içeride çamaşırla değil başka işlerle de uğraştıkları anlaşılınca, İkinci Selim, 1573’te kadınların bekár erkeklerin çamaşırlarını yıkaması yasakladı.
Çamaşırhanelerin yerini, bu defa kaymakçı dükkánları aldı. Dükkánlara ayrı ayrı giren kadınlarla erkeklerin sadece kaymak yemekle kalmadıkları tesbit edildi ve İkinci Selim yine bir ferman çıkardı: Kadınlar artık kaymakçı dükkánlarına giremeyeceklerdi... Şehrin namusu korunmuş, üstelik Türkçe bu dükkánlar sayesinde yeni bir kavram kazanmış, ‘kaymak’ sözü başka mánáda da kullanılır olmuş, edebiyatımıza kadar girmiş, ençok satan kitaplar listesinden hiçbir zaman yeralmamasına rağmen yaklaşık bir asırdan buyana Türkiye’nin en önemli ‘best-seller’lerinden olan ‘Kaymak Tabağı’ isimli küçük romana bile ilham vermişti.
KADINLAR YOLDA KALDI
İkinci Selim’in çamaşırhanelere yasaklar koymasından sonra, málum iş, İstanbul’un iki yakasında yolcu taşıyan yolcu kayıklarına taşındı. Söylenenlere bakılırsa, dalgaların kıpırtıları sırtları yolculara dönük duran kürekçilerin gerisindeki faaliyete başka türlü zevk veriyordu ama saraydan gene bir yasak geldi: Üçüncü Murad, 1580’in 1 Aralık’ında genç kadınlarla erkeklerin aynı kayıklara binmelerini yasakladı.
Yandaki kutuda, 16. asırdaki bu yasaklamalardan ikisinin metni günümüz Türkçesiyle yeralıyor. Çamaşırcı ve kaymakçı dükkánlarıyla kürekli evler, bu işin geçmişteki mekánlarından sadece birkaçıdır ve bu mekánların tamamını yazmaya kalkacak olsam değil bu sayfanın, gazetenin hacmi bile yetersiz kalır. Ben, málum işin geçmişteki bazı mekánlarını anlatmak ve faaliyetin otobüslerle kokoreççilere taşınmasına şaşırmamamız gerektiğini söylemek istedim, o kadar...
Ferman çıktı, kaymak zehir oldu
‘Eyüp Kadısı’na emirdir:
Huzuruma yazı gönderip Eyüp’teki Cami-i Kebir Mahallesi’nde yeni inşa edilmiş olan okulların yakınlarında bulunan dükkánların, ekmekçi fırınlarının ve bostanların birçoğunda keferelerin álem yapıp çalgı çalarak ve oyunlar oynayarak mahalle halkını işinden-gücünden alıkoyduklarını, dindarların Kur’an okumalarına ve ezanı işitmelerine engel olduklarını bildirmişsin.
Ayrıca, bazı kadınların kaymak yemek bahanesiyle kaymakçı dükkánlarına girerek erkeklerle biraraya geldiklerini ve şeriata aykırı vaziyette bulunduklarını da yazmışsın.
Dinimize aykırı olan bu vaziyetin ortadan kaldırılması gerekir ve ihmali cáiz değildir. Dolayısıyla buyurdum ki, bundan sonra daha dikkatli olasın, kaymakçı dükkánlarında ve bostanlarda bu gibi hallere meydan vermeyesin. Kaymakçı dükkánlarına kadınların kaymak yemek bahanesiyle girmelerini ve bu şekilde davranmalarını önlemek için dükkán sahiplerine sıkı tenbihlerde bulunup kadınların dükkánlara girmelerini de bilhassa yasaklatasın. Eğer senin tenbihinden sonra kadınlar dükkánlara gitmeye devam edecek ve dükkán sahibi de onlara engel olmayacak olursa hepsini şiddetli şekilde cezalandırasın.
Bu emrimin yerine getirilmesinde azami şekilde gayret gösterip ihmalden kaçınasın. Huzuruma yazı ile arzettiğin hadiseler şerefli emrim doğrultusunda nihayete ermeyecek olursa, hiçbir mazeretin kabul edilmeyecektir. Bilmiş olasın ve ona göre hareket edip ihtimam göstermekten bir an bile kaçınmayasın. 23 Mayıs 1573 (İkinci Selim’in fermanı. Ahmed Refik’in ‘16. Asırda İstanbul Hayatı’ isimli eserinden)’.
‘Kayıkçılar Kethüdásına emirdir:
Genç kadınlar ile delikanlılar aynı kayıklara binip gezmesinler diye kayıkçılara daha önce de tenbihte bulunmuştuk. Üstelik, fakir ve ihtiyar kadınlar dolmuş kayıkları ile karşı sahile geçmek istedikleri zaman bazı kişilerin engellemesiyle karşılaşır ve bu yaşlı kadınları rencide edilirlermiş.
Bütün bu hadiseleri işittim ve buyurdum: Fermanım eline ulaştığında bu konuyu gereken önemi veresin, dolmuş kayıkları ile karşı yakaya geçmek isteyen fakir ve ihtiyar kadınları rencide ettirmeyesin, genç kadınların kanuna muhalif olarak kayığa delikanlılarla binmelerini ve gezmelerini de engelleyesin. Kayıkçılara bu emrimi tenbih edesin ve eskiden gönderdiğim fermanları da hatırlatarak uyanık olasın. 1 Aralık 1580 (Üçüncü Murad’ın fermanı. Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’ndeki 32 numaralı Mühimme Defteri’nden)’. İstanbul’u aşkla tanıştıran güzellerin elbiseleri geliyor
İSTANBUL’daki Sakıp Sabancı Müzesi’nde, 12 Mayıs günü üç ay devam edecek olan bir ‘moda sergisi’ açılacak ve ‘Paris-Saint Petersburg, Avrupa Modası’nın Üç Yüzyılı’ isimli sergide 170 adet tarihi kostüm ile 300’den fazla aksesuvar yeralacak.
Sabancı Üniversitesi’nin Öğretim Üyesi ve Sabancı Müzesi’nin Müdiresi olan Dr. Nazan Ölçer’in organize ettiği sergideki bütün objeler Moskova’nın meşhur sanatçı ailelerinden birinin çocuğu olan ve şimdi Paris’te yaşayan tasarımcı Alexandre Vassiliev’e ait.
Ama, bu serginin benim için çok daha önemli bir tarafı var; zira elbiselerini, takılarını yahut diğer süs eşyalarını göreceğimiz kişiler arasında hem siyasi ve askeri, hem de zevk tarihimiz bakımından çok önemli bazı isimler bulunuyor.
Meselá, Rus Prensesi Marie İliodorovna Orloff...
Prenses, Rus Çariçesi İkinci Katerina’ya sevgili yetiştirmekle meşhur olan bir ailenin mensubuydu ve büyük dedesi Prens Aleksi Grigoriyeviç Orloff, 1770’in 6 Temmuz gecesi Çeşme’ye yaşadığımız büyük faciayı yaratan, yani Türk donanmasını neredeyse hiçbir gemisi kalmamacasına ateşe veren Rus amiraliydi. Prens’in karşısında öylesine büyük mağlubiyete uğramıştık ki, Orloff’un sevgilisi Çariçe Katerina, Prens’e hem ‘Çeşme’ sözünden ilham alarak ‘Çeşmeski’ unvanını vermiş, hem de dünyanın en büyük elmaslarından olan ve sonraları ‘Orloff elması’ diye anılacak olan 189 karatlık emsalsiz taşı hediye etmişti.
Derken aradan bir buçuk asır geçti, Rusya’da 1917’de patlayan ihtilál asilleri servetlerinden ve ülkelerinden etti. Prensler, dükler, kontlar ve diğerleri dünyanın dünyanın dört bir yanına dağıldılar; bu arada binlerce Rus da İstanbul’a geldi.
Sosyal tarihimize ‘Beyaz Ruslar’ diye geçen mültecilerin arasında Rusya’nın en güçlü asillerinin yanısıra generalleri de bulunuyordu ve yaşayabilmek için her türlü işte çalıştılar. Prenses Marie İliodorovna Orloff da bunlardan biriydi ve hayatını büyük dedesinin bir gecede perişan ettiği Türkiye’de antikacılık yaparak kazanmaya çalıştı. İstanbullular Beyaz Ruslar’ın kadınlarına ‘haraşo’ diyorlardı ve geceleri Beyoğlu’ndaki barları dolaşan Prenses Orloff, zamanla şehrin en namlı ‘haraşo’larından oldu.
Sergide, işte bu meşhur Prenses’in, dillere destan Beyoğlu gecelerinde giydiği elbiseler de bulunuyor.
Küçük bir hatırlatma: Sergiyi hazırlayan Dr. Nazan Ölçer, yıllardan buyana İstanbul’daki Türk ve İslám Eserleri Müzesi’nin müdireliğini yapmış, başında bulunduğu müzeyi dünyanın en seçkin kültür mekánlarından biri haline getirmiş ama geçen yıl çıkan meşhur ‘60 yaş’ kanunu yüzünden emekliliğini istemişti. Sabancılar’ın kaptığı Nazan Hanım Sabancı Müzesi’ndeki ilk sergisini geçen kış açtı ve ‘Mediciler’den Savoylar’a Floransa Sarayları’nda Osmanlı Görkemi’ isimli sergiyi iki ayda 38 bin kişi gezdi. Sadece bu hadise bile, devletin bilgiyi ve tecrübeyi nasıl ve ne şekilde değerlendirdiğinin küçük bir örneğiydi!
Serginin, sahne sanatlarında giyim-kuşam tarihine maalesef önem vermeyen memleketimizde bir anlayış değişikliği yapmasını umuyor ve aramızdaki adı ‘Bizans Dilberi’ olan sevgili Nazan Ölçer’i tebrik ediyorum.
Hatamı düzeltiyorum: Abdüláziz’in Eugenie’si işte bu hanımdır
‘Zaptiye’ köşesinde hep başkalarının hatalarından bahsedecek değilim ya! Buraya şimdi de kendimi aldım, zira geçen hafta bu sayfada çapkınlık tarihimizin çok önemli bir hadisesinden, Sultan Abdüláziz ile Fransa İmparatoriçesi Eugenie’nin dillere destan macerasından bahsederken bir hata ettim. Resim dosyalarımı karıştırdım ve sayfada maalesef Sultan Aziz’in Eugenie’si yerine ‘Sisi’ diye bilinen ve hem güzellikte, hem de çapkınlıkta Eugenie’den fersah fersah ileride olan Avusturya-Macaristan İmparatoriçesi Elizabeth’in, 1860’lı senelerde yapılmış bir tablosu çıktı.
Geçen haftaki resim hatasını şimdi düzeltiyorum: Sultan Abdüláziz’in 1869’un 17 Ekim gecesi Beylerbeyi Sarayı’nda saatler boyunca çok özel ve hoş anlar geçirdiği İmparatoriçe Eugenie, yanda gördüğünüz hanımdır.