Paylaş
KAHVALTISINI her zamankinden daha erken edip bir saatçik alışverişe çıktı. Görüşmeler için gittiği büyük kentlerde, New York, Washington yahut Viyana gibi yerlerde yaptığını Cenevre'de de yapacak, yine bir fotoğrafçı dükkánına girerek son model makineyi mutlaka alıp gelecek.
Bu kısa zevkin ardından tekrar ekip çalışması, gelecek haftanın toplantılarına hazırlık, bitmek tükenmek bilmeyen arabulucu, eşgüdümcü, uzlaştırıcı diplomat akınıyla başetme, lokmadan çok laf çiğnenen tartışma yemekleri, uzayıp giden görüşmeler, basın toplantıları, mülakatlar.
Hafta sonudur. Dağlarla göller arasına sıkışmış çağdaş köylüler ülkesi olan ve yaşamların pek renkli sayılamayacağı İsviçre'de bile, insanlar kayak yapmaya, kır gezmeye, müze dolaşmaya giderek dinlenme günlerini renklendirmeye çalışacaklardır. Onun öyle bir renklilik lüksü yok.
Davası gibi hobisi de tek olmak zorunda: Kıbrıs ve fotoğraf.
Müzisyenlerin ‘‘monoton’’u, tarihçilerin ‘‘monografi’’si, grafikçilerin ‘‘monogram’’ı, matematikçilerin ‘‘monom’’u gibi Frenkçeden Türkçeye geçmiş sözcüklerin başındaki ‘‘mono’’ eki hep tekliği, tek oluşu anlatır. Ama, büyük bir davanın tutkusu, görünürdeki tekliğin tam tersine, uzun bir okyanus seferinin çeşitli dalgalarıyla boğuşmak demektir.
Yüzölçümü ve nüfusu küçük ülke, hele bir de ada ise, konular, ilişkiler ve sorunlar zaten hep belirli noktalarda yoğunlaşmak ve dar boyutlara indirgenmek zorundadır. Herkes her şeyi birlikte yaşar, herkes herkesi tanır, herkes herkesin yakın veya uzak akrabası ya da hısmıdır. Ama, Kıbrıs gibi bir adada buna eklenen bir başka etken var ki, boyutların küçüklüğünü bitmeyen bir varolma ve bağımsızlık davasının enginliğiyle bütünleştirip bazı yaşamları her insanın kolay kaldıramayacağı bir tek yoğunluğa vardırır.
Fazıl Küçük'ler, Denktaş'lar, Nejat Konuk'lar, Osman Örek'ler, Niyazi Manyana'lar, Fazıl Plümer'ler, Ümit Süleyman'lar, Necati Münir'ler ve adları sayfalara sığmayan başka bir yığın dava adamı.
Tek davanın kazanında pişen, kaynayan ve eriyen yaşamlar.
Şimdi de, Erenköy'de vuruşarak başlayıp evrensel haksızlığın sağır duvarlarına çarpan bir davayla ikizleşmiş yeni kuşakların yaşamları.
Bu insanların sözleri aynı konuya eğilir gözüken yabancı devlet adamı, diplomat, uzman vesaire kalabalığının kulaklarına katlanılması zor bir monolog gibi gelir herhalde. Öbürlerinin büyük ülkeleri, sorunsuz toplumları, mutluluk zevkleri, rahat işleri ve çoluk çocuğa ayırabildikleri boş vakitleri vardır. Bilmezler ki, bütün bunlar küçük adanın büyük dava adamları için ömür boyu erişilmeyen özlemler olarak kalır.
Yine bilmezler ki, onlara bezginlik, hatta usanç veren bu tekdüzelik perdesi, çeşitli boyutları olan bir saygınlığı örter ve bunun önünde hayranlık, hatta gıptayla eğilmek gerekir.
Her tek ömür böylesine çok anlamlı olamaz.
Paylaş