Paylaş
EŞİ görülmemiş olan, yalnız Milli Güvenlik Kurulu toplantısını bırakıp dışarı fırlayan bir başbakan ya da Anayasa Mahkemesi başkanlığından gelmiş bir cumhurbaşkanını ‘‘Biz de görelim, şu Anayasa'nın neresindeymiş böyle şey?’’ diye sorgulamaya kalkışan bir başbakan yardımcısı değildir. Bir başka şey daha var ki, onun da dünyada eşi emsali yok: Türkiye'deki politikacıların, özellikle de Sayın Başbakan'ın politika yaparken medyayı kullanış tarzları ve ölçüleri.
Böylesi hiç görülmedi, görülmüyor.
Politikanın medyaya yansıması, parlamento görüşmelerinin televizyonla verilmesi, politikacıların medya aracılığıyla halk yığınlarına seslenmesi ya da programlarda yer alıp konuşması başka ülkelerde de hep vardır. Ama, bu ölçüde değil. Türkiye'deki politikanın gazetelere, radyolara ve televizyonlara yansıması, demokrasideki saydamlığın o yoldan sağlanması ve böylelikle devlet adamlarının halka hesap vermesi biçiminde olmuyor; aksine, medya doğrudan doğruya politika arenasının ta kendisi sayılıp politika doğrudan doğruya orada yapılıyor.
Parlamentoda veya parti gruplarında, hükümet içinde, partiler arasında değil.
Politikanın ağırlık merkezi, asıl yapılması gereken siyasal ve yasal organların dışına, medyaya taşmıştır.
İyi mi, kötü mü, düşünmek gerekir.
Politikacı, çıkmaması gereken toplantıdan çıkıyor; gözleriyle ilk aradığı, gazetecilerle televizyoncuların kameraları ve mikrofonlarıdır.
Politikacı, söylememesi gerekenleri söylüyor; gizli toplantıda değil, yine muhabirler, kameralar ve mikrofonlar önünde.
Politikacı, kapalı parti görüşmesinde değil, herkesin girip dinlediği, kameraların çalıştığı açık grup toplantısında en dramatik edayla konuşup koca adamları ağlatıyor; ıslak gözler ve gözyaşları yine ekranlarda.
Sistem bu tarza öylesine alışmış ki, borsa rakamları anında değişiyor, büyük ekonomi ve politika uzmanı rolündeki genç borsa dáhileri hemen konuşmaya başlıyorlar. Yine medyacıların deyimiyle, her şey ‘‘interactive’’ biçimde harekete geçiyor, pireler deve yapılıp küçük sarsıntılar büyük krizlere dönüşüyor.
Bu, demokraside ve devlet yönetiminde açıklık mı? Yoksa, eski Yunan'ın ve Roma'nın demagojileri, arena hokkabazlıkları, elektronik kılıklarla geri mi gelmektedir? Yine sormak gerekir.
Elektronik uygarlığın en geliştiği yerlere bakıyorsunuz, böyle değil. Olağanüstü durumlar ortaya çıkmadıkça halk yığınlarını ve medyayı sözcüleri aracılığıyla aydınlatan Amerika'nın başkanı, Fransa'nın Chirac'ı ya da Jospin'i, hatta İngiltere'nin Blair'i bile sabah akşam demeden, günde beş vakit gazetecilerin ve kameraların karşısına çıkmıyor.
Onların sözcüklerine, mimiklerine, hatta yüz ifadelerine göre televizyon logolarının altında değişip dönen borsa rakamları yok oralarda.
Böyle krizler de yok.
Paylaş