Paylaş
Kısa ömrü boyunca bu kadar çok ‘‘ilk’’i yaşayabilmiş Zonguldak gibi bir başka kent zor bulunur.
Fransız ve Belçika sermayeli bir şirket eliyle de olsa, ülkede ilk büyük çaplı maden işletmeciliği.
Karadeniz'in mendirekli ve ‘‘şarjman’’lı ilk yükleme limanı.
Sonradan ‘‘Maden Makineleri Fabrikası’’na dönüşecek olan ‘‘Merkez Atelyesi’’ ve şimdi ancak iskeleti kalan yarım kok ve briket fabrikası ile ilk ciddi sınaileşme girişimleri.
Büyük merkezler dışında, bütün ‘‘alafranga’’ sonuçlarıyla birlikte sanayiden gelen ilk kentli yaşama biçimi.
Bugünlerde, Zonguldak Belediyesi'nce ‘‘Karaelmas 98’’ adı altında düzenlenen ‘‘Karadeniz Uluslararası Birinci Kültür ve Sanat Festivali’’yle bunlara yeni bir ilk ekleniyor: Türkiye'nin tam 17 kuzey ilini Karadeniz çevresindeki altı ülkenin folkloruyla yanyana getiren bir şenlik: Gürcistan, Rusya, Ukrayna, Moldova, Romanya ve Bulgaristan gençleri...
Hırçın denizin çevresinde barışçı çember oluşturmak için Zonguldak'tan daha iyi zincir halkası bulunamazdı. Bir kent ki, kömürle kurulup gelişirken, İstanbul ve Almanya göçlerinin daha başlamadığı yıllarda, geçim için ağır koşullara katlananları bir araya getirerek ilk ‘‘emek sentezi’’ni yaratmıştı. Sarı bacalı güzel gemilerin kıyıları henüz terk etmediği o eski günlerde, İstanbul'dan gelen vapurlar mühendislerle memurları, öbür uçtan dönenler de, Vakfıkebir, Trabzon ve Rize'yle birlikte daha içerilerin, Şebinkarahisar, Reşadiye ve Gümüşhane gibi yerlerin çalışkan insanlarını Zonguldak'a taşırdı. Hepsi Kastamonu'nun Yabanovalıları ile çok uzaklardan gelen ‘‘Kürt ameleler’’e karışarak, isli, kirli, ter kokulu, ama güzel bir üretici yumak oluştururdu.
Belki, kökenler ötesinde ulus kavramının ilk ve en anlamlı oluşmasıydı bu.
Sonra, 70'li, 80'li ve Özal'lı çöküş yılları geldi.
Zonguldak, neredeyse bilinçli biçimde, sönüşe itilmekteydi.
Neymiş, verimsizce üretilen kömür, dıştan getirilenden daha pahalıya mal oluyormuş ve ocakları yavaş yavaş kapatmaktan başka çare yokmuş.
Sanki verimsizliği gidermenin, aksayanı düzeltmenin de çaresi yokmuş gibi.
Bir milyar tonu aşkın rezerv, teknik bakımdan tekrar açılamayacağını bile bile ve yaşayanı gömmenin kalpsizliğiyle, üstü örtülerek gömülebilirmiş gibi.
Sanki, ucuzunu getirtebildiği halde kömürünü ve teknolojisini ayakta tutmak için ocakları toptan kapatmayan Almanya bizden daha az akıllıymış gibi.
Daha da önemlisi, kömürle doğmuş bir kent, göz göre göre, kovboylu Uzak Batı filmlerindeki ‘‘hayalet kasabalar’’ın akıbetine terk edilebilirmiş gibi.
Böyle bir sonu düşünmek, taşıdığı anlamla, zorluklar önünde pes etmeye yatkın bir Türkiye'nin içine düşebileceği acıklı sonu da düşündürmelidir.
Zonguldak, çevresindeki zengin doğayla ve başka kaynaklarıyla, elbet batmaz ve yok olmaz. Türkiye de öyle.
Ama, kuruluşuna anlam veren bir uğraş alanını akılcı çözümlerle ayakta tutamamak nasıl Zonguldak gibi bir kenti sıradanlaşmaya sürükleyecekse, sorunlar önünde devrimci çözümler bulamayan bir Türkiye de, boyutları ne olursa olsun, sıradan devletler kalabalığında kaybolup gidebilir.
Paylaş