Kürtçe konuşulmasına, bu dilde eğitime de karşı değilim. ısteyen istediği gibi konuşsun, okusun ama Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin “Ulusal Yarışma” bölümünde Kürtçe film yarışmasın. Adı üstünde, ‘ulusal yarışma’! Türkiye’nin resmi dili henüz değişmedi! Yurtdışındaki festivallerin ‘Ulusal Yarışma’ bölümlerinde yarışan filmlerin ana dilde olması gerektiği de... Oscar’da da durum aynı. ABD’de 70 milletten insan yaşar, ıspanyolca en çok konuşulan ikinci dildir ama Oscar’da yarışacak filmlerin dili ıngilizce’dir. Çünkü ABD’nin resmi dili budur. Hani Oscar haberlerinde “En ıyi Yabancı Film Oscar’ı” diyoruz ya, o kategorinin tam adı aslında: “Best Foreign Language Film of the Year”. Yani Yabancı Dilde Yılın En ıyi Filmi... Hepimiz özgürlüklerden yanayız, ben de festival yönetiminin iyi niyetli hareket ettiğine inanıyorum ama “Min Dit” filminin “Ulusal Yarışma” kategorisine dahil olmasıyla, büyük bir kaosun kapısı aralanmıştır. Lazlar, Çerkezler, Gürcüler vs... Artık her etnik grup kendi dilinde “Ulusal Yarışma”ya katılabilir. şimdi daha ilginç bir örnek vereceğim; festivalin yönetmeliğini inceledim. Ulusal Yarışma’da yer alabilmek için bir filmin Türkiye’de gösterime girmesi, ortak yapım olsa bile yerli yapımcının katılım payının en az yüzde 51 olması gibi bir sürü madde sıralanmış ama dil konusunda herhangi bir açıklama yok. Yani bırakın Türkçe’yi, bu yönetmelikle Fransızca, Japonca dillerinde çekilmiş herhangi bir filmi bile Ulusal Yarışma’ya dahil edebilirsiniz. Evet, yanlış okumadınız, canınız isterse Çince filmle bile yarışmaya katılabilirsiniz.
Altın Portakal’ın olası ilk skandalı
Altın Portakal nasıl bir festivaldir, anlamış değilim! Aday gösterilmeyen yapımları, jürinin tercihleri, yabancı konukları vs... Her sene mutlaka bir vukuat ya da tartışma yaşanıyor. Olmadı, kazanan filmler tören öncesinde basına sızıyor. ışte bunun en taze örneği... Yok, kazanan filmi açıklamayacağım, o kadar da değil... Festivalin ‘Uluslararası Yarışma’ bölümünde yarışacak filmler 25 Eylül’de açıklanacak ama ben kuşlardan aldım haberi... Türkiye’yi temsil edecek film, belirlendi. Bana birçok manşet haberi çıkaran, çok güvendiğim bir kaynağa dayanarak yazıyorum. Biliyorum, şimdi bu filmin adını yazmam risk. Belki de yazdığım için film yarışmadan çıkarılacak. Ama ben de zaten bunu istiyorum! Çünkü eğer o film Türkiye’yi temsil ederse, festival komitesi hiç de hoş olmayan iddialarla karşı karşıya kalacak. Lafı fazla uzatmayayım; Türkiye’yi temsil edecek film, eleştirmenlerin yerden yere vurduğu, 100 küsur salonda gösterime girmesine rağmen sadece 75 bin kişinin izlediği, Abdullah Oğuz’un “Sıcak” filmi. Gelelim iddialar bölümüne... Abdullah Oğuz bu yıl Ulusal Yarışma’da yer alacak filmleri seçen ön seçici kurulda yer aldı. Uluslararası Yarışma bölümünün seçici kurulu ise açıklanmadı. Dün telefon açtım, sordum. Uluslararası Yarışma bölümünün seçici kurulu yokmuş, filmleri festival komitesi belirliyormuş. Herhalde bu komitede Oğuz da yer almıştır... Henüz basına sızmayan bir bilgi daha vereyim; Altın Portakal törenini Oğuz’un sevgilisi Ebru Akel sunacakmış. şimdi birleştirin puzzle’ın bütün parçalarını... ınşallah ben yalancı çıkarım. Türk sineması ve Altın Portakal’ın geleceği adına kendimi feda etmeye hazırım.
Beşiktaş taraftarı tezahüratı bilmiyor
Hastasıyım bu ıngiliz gazetelerinin... The Guardian, Beşiktaş taraftarının Manchester United maçındaki tezahüratını bakın nasıl özetlemiş: “Bir Iron Maiden konserinde hoparlörlerin önünde ya da bir Boeing 747 uçuşa geçerken uçağın yanında durduğunuzu hayal edin. Bu stadyuma neden resmi olarak ‘dünyanın en gürültülü stadyumu’ dendiğini anlamak zor değil.” Evet, Beşiktaş taraftarı yine muhteşemdi, fakat yine takımından rol çaldı. Türkiye’de taraftar şovuyla, takımı destekleyen tezahürat karıştırılıyor. ıngiltere’de de maç izlemiş bir futbolsever olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, Çarşı’nın ses rekoru kıran tezahüratlarının, sahadaki futbolculara hiçbir etkisi yok! Çünkü Beşiktaş taraftarı maçı değil, kendisini izliyor. Belki dikkatinizi çekmiştir, ıngiliz taraftarı maçı bir tiyatro oyunu gibi izler. Yani elinde davulla 90 dakika zıplamaz ama öyle bir an gelir, bir futbolcu öyle güzel bir çalım atar ki, bir anda tribünlerden “Yeeahh” diye ses yükselir. Futbolcu yaptığı hareketin övgüsünü direkt aldığı için daha da coşar... Aynı şekilde tribünlerde yine çıt çıkmazken hakem aleyhte, haksız bir düdük çaldığında bir anda büyük bir gürültü kopar, hakem tırsar, “Ne yaptım ben” der. Bu konuda uzman değilim ama mantığım ıngilizler’in tezahüratının, bizim 90 dakika durmadan çalan davullardan daha etkili olduğunu düşünüyorum. Son bir not: Beşiktaş taraftarının şovları basında da ilgi görüyor. Bu ilgi o kadar büyük ki, maçı kaybetsek de tribün şovuyla avunuyoruz. Manchester maçında bu durum iyice abartıldı. Muhabirler Manchester’lı futbolculara sürekli “Nasıl buldunuz taraftarımızı, harikaydı değil mi?” benzeri ezik sorular yönelttiler. Bu nasıl bir ruh halidir? Tezahüratla maç kazanılmaz efendiler!