Paylaş
Soner Yalçın Silivri Cezaevi’ne gönderilmeden önce bir belgesel üzerinde çalışıyordu. Sivas’taki meşum katliamı anlatan bir belgesel...
Tamamlamak üzereydi ki Soner’i tuttular, götürdüler. Hâl böyle olunca işi arkadaşları sahiplendi.
Halide Didem Kurt, Melda Onur, Zeynep Altıok, Tuğba Ezeroğlu, Elif Ilgaz, Ebru Köktürk Koralı ve Tuğçe Tatari... Bu 7 kadın imece usulüyle belgeseli son aşamasına getirdiler.
Belgeselin müziklerine de Fazıl Say imzasını attı.
Sivas katliamı ya da çokça katliam yeri otel Madımak’la anılan vahşet, bu coğrafyada yaşanmış en büyük dramlardan biri. Ama Yalçın’ın belgeseli “Menekşe’den Önce” bu dramın dibini gösteriyor bize.
Daha doğrusu... Dibin bile dibi olmadığını...
Aradan geçen 19 yıla rağmen... Yaranın ilk günkü şiddetiyle kanadığını... En azından, biraz olsun duyarlılığını kaybetmeyenlerimiz için...
Ama en çok da Madımak’ta evlatlarını, kardeşlerini, dostlarını kaybetmişler için.
İzlerken görüyorsunuz...
Madımak’tan sağ kurtulmayı başarmış olanların bir yanları katliama kurban gidenlerle birlikte yanıp kül olmuş.
Bütün içtenliğimle öyle olmadığını umarım ama sanki kerhen hayata devam ediyorlar.
Hayata dair ikinci bir şans onlara bir lütuf mu, yoksa ceza mı?
Durmadan bunu düşünüyorum.
Hepimiz masumiyetimizi kaybediyoruz ve gün geliyor hayatın bize çiçekli dereler vaat etmekten ziyade, bizi dize getirmeye niyetlendiğini fark ediyoruz. Ama...
Onların derinlerine nüfuz etmiş acının yanında bizimki ne bilmem.
Katliama kurban gitmiş kardeşine göz kulak olamamanın vebalini taşıyıp anasının, babasının yüzüne nasıl bakacağını bilemeyen bir adamın mahcubiyeti...
14 yaşındaki kızı ile 12 yaşındaki oğlunu aynı anda kaybeden bir annenin trajedisi...
Madımak iki kızına birden mezar olan bir babanın tek kelam etmesine gerek kalmadan yüzünden okunan kederi...
Can dostlarını yitiren bir kadının bu kadar yıl sonra hâlâ tükenmeyen gözyaşları...
Bu tecrübe hepsinde izler bırakmış. Kimi konuşma yetisini kaybedip sonradan yeniden kazanmış. Kimi unuttuğu okuma yazmayı baştan öğrenmiş. Belgesel, o henüz doğmamışken katliamda hayatını kaybeden ablası ve abisinin izini süren Menekşe’nin gözünden anlatılıyor.
Menekşe’nin doğumu da tesadüf değil. İki evladını birden yitiren bir annenin acısıyla baş etme çabasının bir ürünü Menekşe.
Bugüne kadar Madımak’a dair çok görüntü, belgesel izledik.
Kiminde dönemin liderleri, belediye başkanları, görgü tanıkları konuşuyor, kiminde olay anlatılıyordu.
Ama hiçbiri bu kadar içeriden, olayın kalbinden bildirmiyordu.
Madımak’a siyaset üzerinden değil de insan penceresinden bakıyor “Menekşe’den Önce”. Yakınlarını kaybedenlerin olay sonrası evlatlarını, arkadaşlarını tespit etmek üzere morga girmelerinden tutun da... Soda içmek isteyen birine izin vermediği için 19 yıldır vicdan azabı çeken, “Nereden bilebilirdim bunun son sodası olacağını” diyen bir adamın pişmanlığına.
En çok da Menekşe’ye üzülüyor insan. Bu acının içine doğmuş, annesinin gözyaşlarıyla büyümüş, ölü kardeşlerinin gölgesiyle yaşayan Menekşe’ye... “Ben aslında ikinci çocuğu da istedim ama...” diye ağlayarak saçlarını tarayan annesi Menekşe’nin normali olmuş.
“Neden ben?” sorusunun anlamsızlığını bir kere daha görüyor insan.
Öyle olsaydı eğer...
Neden Menekşe o zaman?
Paylaş