Bizans’ın kurallarına uyarak yeni bir patrik seçilmesini istedi ve seçilen patriğe “Haleflerinize tanınan tüm haklardan ve ayrıcalıklardan yararlanabilirsiniz” dedi. Patriğe kimsenin baskıda bulunmaması için bir de ferman çıkardı; Rumların kiliseleri camiye dönüştürülemezdi, gelenekleri Yunan kilisesinin âdetlerine göre aynı şekilde sürecekti.
Fatih, Yahudileri de İstanbul’da yaşamaya davet etti. “Aranızda İstanbul’a gelip yerleşmek ve incir ağacıyla üzüm asmasının gölgesinde rahatça yaşamak, ticaret yapmak ve mal edinmek isteyen var mı?” diye sordu. Venedik’e elçi olarak bir Yahudi’yi gönderdi.
II. Bayezid İspanya’dan kovulan 200 bin Yahudi’ye ülkenin kapılarını açtı.
III. Murad zamanında Türkiye-İspanya arasındaki anlaşmayı padişah adına imzalayan bir Yahudi’ydi.
20’nci yüzyılın başlarında yabancıların nüfusun bütün diğer unsurlarıyla gündelik ilişkilerini nasıl sürdürdüğünü ‘Yüzyılın Başında İstanbul’ kitabında şöyle anlatır Willy Sperco: “Türk-Müslüman Ali Ağa, Türk-Yahudi simsar Bay Cohen’in aracılığı ile İngiliz ihracatçısı Mister Whitemoore’a çavdar, bakla veya üzüm satardı; mallar Maltalı Sior Mifsud tarafından, İtalyan acentesi Sperco’nun aracılık ettiği Hollanda gemilerine yüklenirdi. Sigortacı Ermeni, krediyi açan banker ise Rum’du.”
Önceleri hilafetin merkezi ve Ortodoks Kilisesi’nin Roma’sı olan İstanbul’da olduğu kadar hiçbir yerde bu kadar çeşitli dinsel giysi ve başlığa rastlamanın mümkün olmadığını da sözlerine ekler Sperco.
*
Böyle bir çeşitlilik ve çok kültürlülükten gelelim bugüne...
Lise matematik öğretmenleri kendilerine sorulan 50 sorudan ortalama 9’unu ancak doğru cevaplayabildi.
*
Biz bu ülkede hâlâ farklı öğretmen yetiştirme modellerini tartışıyoruz. Oysa gelişmiş ülkeler bu tartışmaları çoktan bitirdi, harekete geçti. Oralarda artık öğretmenlerin niteliklerine yönelik tartışmalar yerini öğretmenleri eğiten kişilerin yeterliliklerine dair tartışmalara bıraktı.
OECD 2012 verileri ülkemizde hizmet içindeki öğretmenlere yönelik çalışmaların yetersizliğini ortaya koyuyor. Bu verilere göre Türkiye’deki öğretmenlerin sadece % 18.4’ü son 3 ayda hizmet içi eğitim almıştı. Eğitim alan öğretmenlerin oranı sosyoekonomik açıdan dezavantajlı okullarda % 8.3’e kadar düşmüştü.
*
Eğitim Reformu Girişimi’nin (ERG) 2015-2016 Eğitim İzleme Raporu’nda yer alan ‘bölgeler bazında atanan öğretmen oranlarına’ bakıldığında, tecrübesi düşük öğretmenlerin, öğretmen açığının en yoğun olduğu bölgelere yönlendirildikleri görülüyor. Tecrübesiz öğretmenler en çok Güneydoğu Anadolu, sonra Ortadoğu Anadolu bölgelerine atanırken, tecrübeli olanlar ise Ege, Akdeniz ve İstanbul’u tercih ediyor.
Bir okuldaki eğitimin niteliğini yükselten başat etmenlerden birinin öğretmenler olduğu ve bu meslekte niteliğin artmasında tecrübenin etkisi düşünüldüğünde eğitimdeki eşitsizlik de görülüyor.
*
İlaç konusunda biraz tutucu olduğu için alternatif yollar araştırmaya başlamışken bir arkadaşıyla karşılaştı.
Arkadaşı ona, 18’lerde seyreden tansiyonunu, unlu yiyecekleri ve sütü 3 ay süre ile hayatından çıkararak 12’lere düşürdüğünü anlattı.
Bunun üzerine Kip kendini onun tavsiye ettiği bir beslenme uzmanının karşısında buldu. 3 ay boyunca unlu yiyeceklerin tamamını ve sütü hayatından çıkardı.
Bu arada hayatı boyunca kabızlık sorunu yaşamışken, beslenme şeklini değiştirip daha önce çok ihmal ettiği protein ve taşdevri diyetini hayatına sokunca, tüm bedensel sıkıntılarının hallolduğunu gördü.
Meğerse çok sevdiğini sandığı unlu yiyecekler bağımlılığı olmuş ve metabolizmasını bozmuş.
Biraz daha araştırınca, maya ve glüten intoleransı olduğunu da buldu.
Beslenme değişikliğinin sadece fiziksel değil, ruhsal ve zihinsel anlamda da faydası oldu.
Ne yazık ki bugün dünyadaki pek çokları gibi biz de paranın kanununa tabi yaşıyoruz.
Ve en büyük bedeli doğaya ödetiyoruz. Doğaya ödetilen bedel aslında insanın ondan mahrum kalarak ödediği bedeldir, fark etmiyoruz.
*
İnsan için konutlar, yollar, köprüler, trenler... Bu çağda kaliteli ve hızlı ulaşım elbette önemli. Ama tüm bunları gereksinim olarak nitelerken, doğayı ihtiyaçtan saymamak hangi mantığa sığıyor, bilinmez.
Yol, köprü, konut yaparken, maden çıkarmak için toprağı feda ederken ulusal kaynakların ülke çıkarlarına uygun değerlendirildiği, bunda üstün kamu yararı olduğu söyleniyor.
Doğayı kemirmek, yok etmek ülke çıkarlarına veya kamu yararına nasıl hizmet ediyor, anlamak mümkün değil.
Zira insana her şeyden çok doğa lazım.
Hele de beton mezarlıklara dönen kentlerde yaşayan insanlara.
Dedi ki, “Hayvanlara tecavüz eden herifleri yazmışsın, sabah sabah okudum. Ben mi moral bozuyorum, sen mi?”
Maalesef bugün yine aynı konuda moral bozmak zorundayım. Hatta gerekirse her gün moral bozacağım. Ta ki, hayvanlara işkence, tecavüz, hayvanların hunharca katli bu ülkede gerçekten suç sayılana kadar.
Çünkü benim yüreğim bu ülkede hayvanlara yapılan işkenceleri ve bunların cezasız kalmasını artık kaldırmıyor.
Kiminki kaldırıyorsa, kaldırmayana dek yazacağım.
*
Bakın, soğukta kedilere kartondan ev yapmak isteyenlere saldırı haberinin daha dumanı üstündeyken, geçen hafta iki kişi bir köpeğin kulaklarını kesip görüntüleri sosyal medyada paylaştı.
Arsızca, umursamazca, bedel ödemeyeceklerini bilmenin rahatlığıyla.
Başlarına kötü hiçbir şey gelmeyecek, biliyorlardı.
İş dünyasında uygulanan yöntemlerle toplumsal sorunların çözümüne yardımcı olabilir mi?
İnsan yaptığı işle etki yaratabilir mi?
TOMS markasının kurucusu Blake Mycoskie bunun mümkün olduğunu kanıtladı.
2006’da Arjantin’e yaptığı seyahatte ayakkabıları olmadan büyüyen çocukların yaşadığı zorlukları gördü ve satılan her ayakkabı için ihtiyacı olan bir çocuğa yeni bir çift ayakkabı verecek TOMS’u kurdu.
Yerel üreticileri buldu, onlara Arjantin’in yerel ayakkabısı “Alpargatas”ı ürettirdi.
TOMS’un sloganı “Bire Bir”. Satılan her ürün için bir kişiye yardım ediliyor.
*
13 ülkede 64 bin kişiyle yapılan bir anket ortaya koyuyor ki, insanların 3’te 2’si “Erkekler daha çok kadınlar gibi düşünse dünya daha iyi bir yer olur” diye düşünüyor.
İnsanlar artık ‘Kazanan hepsini alır’ gibi erkeksi tutumlardan bıktı. Herkes farkında ki, bu dünyanın halkları daha iyisini hak ediyor.
John Gerzema ve Michael D’Antonio’nun sonradan ‘The Athena Doctrine’ adıyla kitaplaştırdıkları bu anket, insanlığın memnuniyet seviyesini ortaya koyuyor.
*
Ankete göre, kaygı çağında yaşıyoruz. Katılımcıların çoğu, çocuklarının kendilerinden daha iyi bir hayat yaşayacağına inanmıyor. Yüzde 74’ü ise dünyanın giderek daha adaletsiz bir yer olduğunu düşünüyor.
İşsizlik, ekonomik durgunluk, iklim değişikliği gibi devasa sorunların ortasında dünyadaki liderler ve kurumlar hiç de iyi bir sınav vermiyor, skandallara bulaşıp yenilgilere imza atıyorlar.
Eskiden istikrarlı olduğu düşünülen büyük bankalar battı.
Bir tanıdığın 11 yaşındaki oğlu büyüyünce ne olmak istediğini anlatıyor:
“Büyüyünce terörist öldürmek istiyorum.”
Sonra sözü Reina katliamına getiriyor ve “O teröristi vurmak isterdim. Keşke orada olsaydım, silahım olsaydı ve onu vursaydım.”
Ona dedim ki: “Bir insan başka bir insanı öldüremez.”
“Terörist bile olsa mı?” diye sordu.
“Evet” dedim, “Terörist bile olsa. Çünkü onun hesabını mahkemeler sormalı. Sen sokağa çıkıp ateş ederek adaleti kafana göre sağlayamazsın.”
Ona bunları söylerken hâlâ küçücük bir çocuğun bu tuhaf gelecek hayalini öğrenmenin şokunu üzerimden atmış değildim. Dehşete kapıldım.
Bir çocuk, büyüyünce olmak istediği kişiyi tarif ederken