Toplumun 3’te biri hiç radyo dinlemiyor, gazete okumuyor; yarısı kitap okumuyor, sinemaya gitmiyor; yüzde 96’sı opera veya baleye, yüzde 80’i tiyatroya, yüzde 75’i konsere gitmiyor.
Kültür ve sanatın bu kadar dışında kalan bir toplumla, dijital devrimin ardından inovasyonu merkeze koyan günümüz dünyasında nasıl oyuncu
olunur?
Ya da olunur mu?
İnovasyon için yaratıcılık, yaratıcılık için yaratıcı beyinler gerekir.
Bugün artık çalışma hayatında farklı bakış açılarına sahip ve esnek düşünebilenler önde.
Bu, geleceğin mesleklerinin de olmazsa olmazı.
Kaçıp Türkiye’ye geliyor ama işler umduğu gibi gitmiyor. O yaşta ne bilsin, baskının sadece ailesinde olabileceğini düşünüyor. Ama burada, evdeki baskının iki katını görmeye başlıyor. Kendince çözüm arıyor ve özgürleşmek için cinsiyet ameliyatı geçiriyor. Yine her şeyin daha farklı olacağını, hayatının yoluna gireceğini düşünüyor. Ama yine hayal kırıklığı... Uzun süre iş arıyor; cinsel yönelimi yüzünden kimse iş vermeyince, mecburen parayla cinsel ilişkiye zorlanan insanlardan biri oluyor.
Çocukken doktor veya hemşire olmak istermiş; trans bir birey olarak Türkiye’de bu pek mümkün olmasa da şansını deniyor, sağlık personeli sertifikası alıp sağlık sektöründe iş arıyor, bulamıyor. KOSGEB’in girişimcilik eğitimine katılıyor ama yine zorluklar onu bekliyor.
Ece 2014’te trafik kazası geçirince yüzde 70’in üzerinde engelli oluyor. 2014’e kadar hayatı zaten zor; kaza geçirdikten sonra yürüyemeyince, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’ndaki arkadaşları ona tekerlekli sandalye alıyor ve Ece bu sandalyeyle seyyar satıcılık yapmaya başlıyor. Hayatı biraz daha kolaylaşsa da hâlâ çok zorlu bir mücadelenin içinde.
Şu anda seyyar satıcılık yaparak hayatını kazanıyor ama daha rahat çalışacağı bir dükkânı olsun istiyor.
Feriköy’de tek başına yaşıyor. Ayakta kalmaya çalışıyor. Kirasını ödemekte zorlanıyor. Evinden de taşınamıyor çünkü 30-35 yıldır oturduğu, alışık olduğu yer orası. Engelli olarak her eve girip çıkmak da zor; şu anda oturduğu eve girip çıkması rahat.
Feminist aktivist ve yazar Dilara Gürcü, Ece için Indiegogo üzerinden bir destek kampanyası başlattı. Amaç, Ece’nin bir yıllık kirasını toplamak. 25 günde 100’e yakın kişinin desteğiyle bu rakama ulaşmaya az kaldı.
Ece her ne kadar kimseden fazla destek almadan hayatını kazanabilmeyi, kirasını ödeyebilmeyi, ayakta kalabilmeyi istese de Türkiye’nin koşulları buna pek izin vermiyor.
*
Manisa’nın Yunusemre ilçesindeki Güzelyurt Mahallesi’nde bir köpek ağaca asılarak öldürülmüş halde bulundu. Köpek öldürülmeden önce tecavüze uğramıştı.
29 Kasım...
İzmit’te bir sıpa kafasına tüfekle ateş edilerek vuruldu. Ağır yaralan hayvan Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Sokak Hayvanları Bakımevi’nde tedavi altına alınsa da tüm çabaya rağmen kurtarılamadı.
Aynı gün...
Yine Manisa’nın Güzelyurt Mahallesi’nde bu kez tecavüze uğramış bir kedi bulundu. Tedavi edilse de şimdi sahibi elini uzattığında bile korkuyor, artık insanlardan kaçıyor.
23 Aralık...
Hakkâri-Çukurca karayolu üzerindeki şehir çöplüğünde bir yandan araçların çarparak öldürdüğü, diğer yandan zehirlenmiş onlarca köpek bulundu.
10 Ocak 2017...
Sönmez, 8 yıla yakın süredir, kurulduğu günden bu yana Okan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde öğretim üyesi. Aynı zamanda, yetişkinlerden oluşan gruplara ve bazı kurumların çalışanlarına özel çağdaş sanat ve koleksiyonerlik dersleri veriyor.
Bunlara ek olarak, Belçika’daki HISK sanat okulunda öğretmenlik geçmişi var. HISK, yüksek lisans ve doktora seviyesindeki sanat öğrencilerinin kendi öğretmenlerini seçebildiği bir okul. Bu yapıda, öğretmenler belirli zamanlarda öğrenciyi atölyesinde ziyaret edip işleri üzerine konuşuyorlar.
Sönmez, bu tecrübenin de etkisiyle ideal, özgür bir sanat eğitimi düşlüyordu. Yani, anti akademik bir yapı. Bir nevi, sanat tarihindeki, Atıf Yılmaz ve Ömer Uluç gibi sanatçıların çıktığı Tavanarası oluşumu gibi.
14 Ocak’ta hayatına başlayacak olan Sanatatak Eğitim bu düşüncelerle doğdu. Amaç, eğitimlerinden bağımsız ve iyi sanatçılar çıkması. Sosyal bilimlerde okuyan bir öğrenciye de, güzel sanatlardaki bir öğrenciye de, plazada çalışan felsefeye, sanata, edebiyata ilgi duyan beyaz yakalılara da hitap edecek bir eğitim programı tasarlandı.
Bu eğitim modelinde profesör, yardımcı doçent gibi unvanlar yok, tutkuyla ders anlatan eğitmenler ve o derse isteyerek, seçerek katılanlar var. Sanatatak Eğitim özetle “Başka bir eğitim mümkün” diyor ve Sönmez’in okul hayaline ufak bir adım niteliği taşıyor.
Çok farklı disiplinlerden çok farklı bir müfredat yapmaya gayret etmişler. Bazı eğitmenler yaptıkları çağrıya kulak verenlerin arasından çıkmış. “Bu çok heyacanlıydı” diyor Sönmez, “Bazen Sanatatak.com’da okurlar yazar olabiliyor. Bu ihtimali çok seviyoruz. Sanatatak Eğitim için de bir çağrı yaptık. Dedik ‘Eğitime başlıyoruz, eğitim vermek isteyenler, haydi, önerilerinizi bekliyoruz”...
İşte o okurlardan harika öneriler gelmiş. Elemek günler sürmüş. Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu’dan profesyonel eğitimci Deniz Erben’in de yardımıyla bu önerileri değerlendirdiklerini anlatıyor Sönmez:
“Mesela Modern Yunanca dersimizi Melike Karaosmanoğlu verecek. Mimar Mustafa Kemal Yurttaş’ın vereceği, Calvino’nın Görünmez Kentleri dersi... Esra Ertan’ın dersi, Dede Korkut’tan Shire’a ve Westeros’a bir medeniyet okuması... Boğaçhanlı, Frodo’lu bir ders... Bu müthiş bir şey... Vivet Kanetti çok sevdiği Scott Fitzgerald’ı anlatacak bir gün bize.”
Ama sahiden gerek yok...
Soru çok basit...
Nasıl bir ruh hali insanı haldır huldur aprona dalıp birini ‘parçalamaya’ sürükler?
Nasıl ilkel bir dürtü?
Ya da ‘nasıl suni bir öfke’ mi demeliyim?
Fanatizminin dışında tutunacak hiçbir dalı olmayan insanlar bunlar belki de.
O zaman durup düşünmeli; bu insanların neden tutunacak başka şeyi yok?
Ya da tutunacak hiçbir şeyi olmayan her insan böyle mi davranır?
Dön dolaş...
Vardığımız yer kocaman bir klişe.
Hepimiz, kainat güzeline döndük.
“2017’den ne bekliyorsunuz?” diye soruyorlar...
“Dünya barışı” diye yanıtlıyoruz. “Yurtta barış, cihanda barış.”
Gerçi, klişeler boşuna klişe olmuyor, şairin dediği gibi, “klişeler iletişimin alet çantasındaki çekiç ve tornavidalar”.
Galiba takvim olalı beri, insan barış diliyor. Görünen o ki böyle de sürecek.
Kendi fikrimin tam tersini savunmakta ilk başta çok zorlandığımı hatırlıyorum. Bunu yapabilmek için kendi fikrime eleştirel bakmam gerekiyordu.
Neticede bu egzersiz, biz çocuklara hem eleştirel düşünmeyi hem de her fikrin savunulabileceğini ve özeleştiriyi öğretti.
Bizim okulda öğrenci öğretmene “Bu bilgi ne işime yarayacak?” diye sorabilir, özgürce fikrini söyleyebilir, onunla görüş ayrılığına düşebilir, tartışabilirdi.
Okulda belki de derslerden daha önemlisi komiteler ve kurullardı. Okul yönetimine öğrencilerin katılımı teşvik edilirdi.
Ben İzmir Amerikan Koleji’nde okudum. Ama sanmayın ki bu tarz bir eğitim sadece kolejlerde vardı. O dönem, müfredat çok özgürlükçü olmasa da devlet okullarına giden öğrenciler de benzer tutumlarla donatılırdı. 90’larda devlet okullarındaki eğitim de bugünle kıyaslandığında çok daha iyiydi. Hem koleji hem Anadolu lisesini kazandıysa bir çocuk, aile maddi imkânları el verse dahi, hangisine yollayacağı konusunda uzun uzun düşünürdü.
*
Gelelim bugüne...
Eğitimin hali ortada. PISA sonuçları her yıl daha kötü geliyor, en altlarda bile aşağı kayıyoruz. Eğitmenlerin ve yöneticilerin hali içler acısı. Kafayı ya kızların etek boyuna ya karma sınıflara takmış vaziyetteler. İdareciler okullarda yılbaşı kutlanmasını dert edinmişler.
İkincisi Can Almanak 2016 piyasaya çıktı.
Almanak hazırlamak zor iştir. Yılın olaylarını eksiksiz toparlamak, onları bir kitap haline getirmek uzun saatler ve yoğun çalışma ister.
Konumuz, kültür sanat olaylarını önümüze seren bir almanak ise bu iş daha da zor. Neden derseniz...
Çünkü kültür sanat sayfalarının ve kültür sanat haberciliğinin giderek yok olduğu bir dönemde olup biteni izlemek için fazladan çaba sarf etmek gerekiyor.
Ama tam da bu yüzden önemli. O nabzı tutan birileri de olmalı.
Bu nedenle, Can Almanak’ı hazırlayan ekibi (Yekta Kopan, Zeynep Miraç, Sibel Oral, Ali Granit, Sırma Köksal, Can Öz, Muhsin Akgün, Murat Kaspar, Begüm Bakırcı, Mustafa Çevikdoğan, Aylin Samancı, Mert Tokur) ayrıca tebrik etmek gerekiyor.
“Yahu internetten bütün bilgilere ulaşırım, ne gerek var almanağa, ne için alayım?” diyenlere Yekta Kopan’ın cevabı hazır:
“İnternet ortamında bütün o bilgilere bir zaman sıralaması içinde, seçilmiş ve özünü anlatacak şekilde hazırlanmış olarak ulaşamayacağınız için. Can Almanak 2016, kültür sanat dünyasındaki gelişmelerle, Türkiye’deki ve dünyadaki siyaseti paralel bir şekilde okumanızı sağlayacağı için. Hafıza kaydı tutabilmeniz için. Ve kitapseverlerin gayet iyi anlayacağı bir özelliği daha var; bir nesne olarak tam bir ‘kütüphane güzeli’ olduğu için.”