Paylaş
Otorite konumundasınız, ne isterseniz onu yapabilirsiniz.
Kendinizi iyi, adaletli, eşitlikçi, vicdanlı olarak tanımlıyorsunuz, fakat elinize güç verildiğinde ne yaparsınız?
Yozlaşır mısınız?
Sadece kendi refahını düşünüp çevrenize işkence çektirecek hale gelir misiniz?
Muhtemelen bu sorulara “Hayır” diyorsunuz, fakat gerçek başka...
Sosyal psikoloji alanında çağımızın en önemli çalışmalarından birine imza atmış Philip Zimbardo, 44 yıl önce bu soruların peşinde koşmuş.
Zimbardo, 1971 yılında, 24 üniversite öğrencisini, yazı tura atmak suretiyle iki gruba ayırıyor. Bundan sonrası gerçek tutuklanma ve hapishane hikayesi...
“Mahkumlar”, evlerinden aldırılıyorlar ve gerçek birer suçlu muamelesi yapılarak Stanford Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nün alt katına götürülüyorlar.
Burası, hapishane olarak düzenlenmiş bir alan.
Bu psikolojik deneyi gerçekliğe yaklaştırmak için, gerçek hayat ile paralel bir ortam yaratılmış. Mahkumlara numaralarıyla hitap edilmesi, çıplak arama, pranga...
İnsan olduklarını unutmaları için her türlü ayrıntı düşünülmüş.
“Gardiyanlar” da tam teşekküllü durumda...
Gerçek hayatta bir gardiyan ne taşıyorsa üstlerinde mevcut: Cop, kelepçe, düdük...
Mahkumlar üzerinde tam yetki sahibi durumundalar, onlara arzu ettikleri gibi davranabilirler.
“Düzen sağlamak” adına her türlü yöntemi mahkumlar üzerinde uygulayabilirler...
Çok kısa bir süre sonra ortam hızla herkes için tehlikeli olmaya başlar. Gardiyanlar hızla otoriterleşmiş, mahkumlara insanlık dışı muameleye başlamışlardır.
İki güne varmadan mahkumlar psikolojik olarak çökerler.
Mahkumlarda öfke nöbetlerinden tutun kontrolsüz davranışlara, histerikçe ağlamalardan kendine zarar verecek eylemlere, hızlı ve son derece tehlikeli bir davranış değişimi görülür...
Hâl böyle olunca, Zimbardo, deneyi tahmininden çok daha önce, oluşan tehlikeli koşullar yüzünden sonlandırmak zorunda kalır.
“Stanford Hapishane deneyi” olarak bilinen bu önemli sosyal deney, “insan” dediğimiz varlığa yönelik pek çok şey söylüyor.
İyi, vicdanlı, makul, sağduyu sahibi insanlar DAHİ, uygun ortam sağlandığında, “yaptığınız iş meşrudur” diyen bir otorite ve ideoloji varlığında, “iyi bir amaç uğruna” kendilerinden normal koşullarda beklenmeyen kötü ve çirkin davranışlar sergileyebilirler.
Bugünü ele alalım.
Twitter’da sabah akşam sağa sola küfürler sallayanları veya hakim gücü arkasına alarak yaşayanları düşünün.
Muhaliflere neden küfür ediyorlar?
Neden gerçek dışı veya hayali olaylara sırtlarını yaslıyorlar? Medeni bir biçimde tartışmak neden hiç mümkün olmuyor?
Burada devreye “Stanford Hapishanesi” koşulları giriyor...
Ellerine her türlü medya gücü verilen bu kişilere, muhalif olanlara küfretmenin, veya hakim gücün işine gelen türde yayın yapmanın “vatan sevgisi” dahilinde olduğu söylenmiş.
Şu anda iktidarda olan partiyi eleştirmenin, devletin kendisini eleştirmek olduğu belletilmiş.
Dolayısıyla her türlü muhalif kişiyi vatan düşmanı olarak değerlendirmeleri, onlarla nasıl arzu ederlerse o biçimde “başa çıkmaları” direktifi verilmiş.
Arzu ederlerse “terörist” derler...
Arzu ederlerse küfrederler...
Canları isterse vatan haini derler...
Bu koşullarda gerçek gazeteciler vatan haini, idarede olan partinin uygulamalarını eleştirenler “terör destekçisi”, olmadı ajan, olmadı “ülkenin ilerlemesini istemeyen, kaos çıkaran kişi” pozisyonuna düşürülebiliyor.
İnsan, elinde güç bulundurduğunda, hele ki yaptığı işi meşrulaştıracak bir ideoloji söz konusu ise, kontrolsüz bir varlığa dönüşebiliyor.
İşte tam da bu yüzden herkesin birbirini denetlediği, kimsenin elinde “sonsuz güç” bulundurmadığı bir dünya içinde yaşamak şart.
Paylaş