Melike Karakartal

Vedadan saymıyorum yeni bir başlangıç

29 Aralık 2017
Bu sayfalar aracılığıyla size ilk merhaba dediğim tarih, 2009.


Bundan tam dokuz yıl önce başladım Hürriyet Kelebek’te köşe yazmaya.
Dün gibi hatırlıyorum ne hissettiğimi, ne büyük heyecan yaşadığımı...
Şimdi geriye baktığımda anlıyorum ki, insan bir yolda yürümeye başlarken aklından pek çok düşünce geçiyor; bir tek şunu görmüyor:
Nasıl değişeceğini ve dönüşeceğini...
İyisiyle, kötüsüyle yaşanan tüm deneyimler kişiliğimizi, hayatımızı şekillendiriyor, başkalaşıyoruz.
Bir hayat içinde pek çok karaktere bürünüyoruz aslında.

Yazının Devamını Oku

Patron kim?

27 Aralık 2017
Adettir, yıl biterken “Bu yıl nasıl geçti” muhasebesi yapılır. Neler yaşadık, dünya neler yaşadı, Türkiye neler yaşadı, kendi hayatlarımızda iz bırakan neler vardı...

Tüm sıraladıklarımızın değeri büyük. Hatta değeri, ileriye yönelik dileklerden de büyük, çünkü bize bir harita çiziyor. Güzel dileklerin gerçekleşmesi için olayların üzerine çıkarak, daha geniş bakarak, hem kendimizdeki, hem dünyadaki dönüşümü gözlemlemek icap ediyor...
60’lı yıllarda Kanadalı iletişim kuramcısı ve filozof Marshall McLuhan “Medium is the message” demişti, yani kabaca çevirecek olursak, toplumu değiştiren güç, o olay kadar, olayın size ulaşma şekli ve kullanılan araç...
Medyadan tutun günlük yaşama sonsuz sayıda örnek sıralamak mümkün: Mesela endüstrileşme çağında, el ile hazırlanması zahmetli olan bir ürünün fabrikalarda kolaylıkla ve düşük maliyetle milyonlarca üretilmesi...
Ürünün fiziksel olarak yaygınlaşmasının toplum üzerindeki etkisi değildi esas mesele. Toplumu değiştiren güç, bireyin artık o ürüne kolayca, düşük fiyatla ve hızlıca ulaşabileceğini “bilmesi” idi...
Moda endüstrisini düşünün mesela, tüketim ürünlerine dönüşen giysileri düşünün...
Kıyafetlerin bir tüketim ürünü olmadığı çağlarda, (çok da uzak değil, bunun için 50’lere gitmek bile yeterli olur) kıyafetler “ömürlük” diktirilir veya satın alınırdı. Bozulan kıyafetler tamir edilir, sonraki nesillere kalır, bebek giysileri dahi saklanıp gelecekte doğacak çocuklar için kenarda tutulurdu.
Bir de bugüne bakalım: Artık giysileri, aynı yeme-içme gibi gerçek tüketim ürünlerine benzer şekilde tüketim ürünü olarak kabul ediyoruz. Çevremizde dönen dünya, giysilerin “tüketilmesi” üzerine kurulu; giysiler alınır, giyilir, atılır (veya artık dayanıksız üretildikleri için bozulurlar) ve yerine yenileri alınır.

Yazının Devamını Oku

İlham veren hikayeler

26 Aralık 2017
Ayşe Acar, bir gazeteci. Oğlu ve kızıyla birlikte kısa süre önce Kanada’nın Vancouver şehrine taşındı. Bu ayın başında Hürriyet Pazar için, kendine “40’ından sonra iki ergen ve bir köpekle Kanada’ya göç etmek nasıl bir şey?” sorusunu sorduğu bir yazı yazdı, Vancouver’a taşınma kararına giden süreçten oradaki hayatının ilk gün ve haftalarında neler yaptığını anlattı.

Yaşadığı zorlukları, ruhsal iniş çıkışlarını, değiştirmek zorunda kaldığı alışkanlıklarını, kısacası yeni hayatını yazdı Acar.
Çok okunan bir yazı oldu, üzerine “Biz nasıl yaparız, bize de yol göster” diyen yüzlerce mail ve mesaj aldı.
Bu yazıyı “Buradaki hayattan ve gelecekten umudunu kesen ne çok insan varmış” gözüyle de okumak mümkün, ancak ben o yazıda aklına koyduğunu yapan ve engel tanımayan bir kadın gördüm.
Mesele taşınmak değildi aslında. Mesele, “kadının gücü ve çevresine olan etkileri”ydi.
Kendi aklında yarattığı sınırları ortadan kaldıran, korkmayan, korkmadan adım atan bir kadın vardı o yazıda.
Acar, bu ay Madam Figaro dergisi için aynı kendi gibi hayatının belirli bir döneminde Kanada’ya taşınan kadınlarla konuşmuş.
Hayat hikayelerini, onları oraya neyin götürdüğünü, nasıl kariyer yaptıklarını öğrenmiş.

Yazının Devamını Oku

Oyunculuk bana tatil gibi geliyor

7 Aralık 2017
İlk filmden kısaca hatırlayalım, “Kardeşim Benim”de Murat Boz’un canlandırdığı Ozan ve Burak Özçivit’in hayat verdiği Hakan, birbiriyle durmadan didişen iki müzisyen kardeştir... İlk filmde babalarının son dileğini gerçekleştirmek üzere yollara düşerler, bu yolculukta onlara eşlik eden magazin muhabiri Zeynep (Aslı Enver) Hakan’a aşık olur ve serüven başlar... İlk filmin gişedeki karşılığı 2 milyon izleyici olmuştu; buradan hareketle ikinci film hızla geldi ancak bu sefer Aslı Enver yok, Hakan’ın “sevdiceği” olarak karşımıza “Vatanım Sensin”den tanıdığımız Pınar Deniz çıkıyor.

Bu arada, ilk filmde Aslı Enver’in canlandırdığı Zeynep, Burak Özçivit’in canlandırdığı Hakan ile aşk yaşıyordu ancak gerçekte bu film, Murat Boz ile aralarında büyük bir aşk doğmasına neden olmuştu.
Murat Boz ile film vesilesiyle bir araya geldik; hayatının bilinmeyen yönlerinden Aslı Enver’le olan ilişkisine kadar pek çok şey konuştuk.
Çok yakında Youtube kanalının açılacağını da söyledi, “Her şey olacak bu kanalda” diyor Boz. Benim anladığım, youtube.com/muratboz kanalında “kendi magazinini” yapacak; hayatının bilinmeyen yönlerini, “O Ses Türkiye”de, klip ve film çekimlerinde kamera arkasında yaşananları, kendi hayatından detayları aktaracak...


Mekan- Raffles Otel

“Kardeşim Benim” ve “Kardeşim Benim 2” , Burak Özçivit’le olan arkadaşlığınızın bir meyvesiymiş aslında doğru mu? Nasıl tanıştınız, nasıl bir araya geldiniz, nasıl bir öyküsü var bu işin?

- Burak’la bizim arkadaşlığımız çok eskiye dayanıyor, iki filmden de önceye... Sektörümüzde bizim gibi insanların yan yana gelmesi, arkadaş olması zordur. Hatta birbirinin başarısından rahatsız olan da çoktur ama bizim Burak’la böyle bir yarışımız hiçbir zaman olmadı. Kariyerimin ilk konserlerinden birine gelmişti Burak, o zamanlar da “Burak Özçivit”ti yani, tanınan, bilinen bir oyuncuydu. Bir konser vesilesiyle tanışıp arkadaş olduk. O günden bugüne neredeyse 10 sene geçti. Ben “Hadi İnşallah” ile sinema sektörüne adım attıktan sonra, Burak’la olan sohbetlerimizde birlikte bir film yapma fikri ortaya çıktı. Konusu “kardeşlik” olabilir dedik, ardından senaryo aşamasına geçildi ama acele de etmedik. Uzunca bir senaryo süreci yaşadık. Senaryolar gitti-geldi, en sonunda Zafer Külünk’ün senaryosu hepimizin içine sindi ve “Kardeşim Benim” serüveni öyle başladı Burak’la. Burak aynı zamanda filmin yapımcılarından, zaten Timur Savcı ile bir ortaklıkları vardı, bunu da filme yansıttılar...

Yazının Devamını Oku

Sosyopatiyi normalleştirmek

6 Aralık 2017
Artık hepimiz haykırıyoruz: Türkiye’de, hayvanların kanunlarda “eşya” olarak değerlendirilmesini Erzincan Orduevi’nde bir erin yavru kediye yaptığı işkence değiştirmeyecekse, ne değiştirecek?

Sosyopatların davranışlarına “yanlış” diyecek, cana kıymalarına, toplumu yaralamalarına mani olacak bir kanun yok mu Türkiye’de?
Antisosyal ve psikopatik kişilik bozukluğu belirtileri gösteren kişilerin tedavi görmemeleri, serbest bırakılmaları ve genel cezasızlık, çok tehlikeli bir yere işaret ediyor.
Böyle adamlar toplumun genelini yansıtmasa da, eğer kanun yapıcılar bir canlıya yaptığı işkencenin “anormal” olduğunu söylemez, bunu engelleyecek bir kanun çıkarmazlarsa, gün gelecek işkence de, işkence haberi de normalleşecek!
Her gün bir başka işkence, her gün bir başka hayvana eziyet, bu haberleri görerek büyüyen gençler yetişiyor.
Eğer bu cezasızlık devam ederse, gençlerin bu görüntülere hassas olacağını düşünmeyin.
Eğer bu işin bir cezası olmazsa, gün gelecek toplum “normu” olarak sosyopatiyi konuşacağız!
Bu olay, antisosyal ve psikopatik kişilik bozukluğu belirtileri gösteren kişilerin toplum içindeki yerine işaret ediyor.

Yazının Devamını Oku

Samsun ve Batman’ın çilesi!

5 Aralık 2017
Samsun Valisi Osman Kaymak, Samsun’un tanıtımı ile ilgili bir açıklama yapmış ve “İnternet tarayıcılarında Samsun’u aratınca Samsung çıkıyor diyorlar. Ben de bazen Samsun’u aratınca Samsung çıkıyor. Samsung dünya markasıdır. Ama Samsun’un önüne geçmemesi lazım” demiş.

2008 yılında görevde olan eski Batman Belediye Başkanı da “Batman” filminin yapımcısı Christopher Nolan ve Warner Bros. şirketi hakkında “Batman ismini izinsiz kullandıkları” için suç duyurusunda bulunmuştu.
Zannederim bu olayı sonsuza kadar hatırlayacağız...
Samsung yetkililerinin Samsun şehrinden haberleri var mı bilinmez ama bu haber de aynı Batman komedisi gibi dünyada da konuşulmaya başlanırsa duyacakları kesin...
Bu örnekler insanın aklına Streisand Etkisi’ni getiriyor.
Streisand Etkisi, yasak ve sansürlerin, yasaklanmaya çalışılan konuya daha çok dikkat çekmesiyle sonuçlanmasını tanımlar...
Hikayesi şu:
2003’te Amerikalı fotoğrafçı Kenneth Adelman, Malibu kıyılarındaki sahil erozyonunu belgelemek üzere sahil şeridinin fotoğraflarını çekiyor, fotoğrafların arasında ünlü şarkıcı Barbra Streisand’ın evi de görülüyor.

Yazının Devamını Oku

Çok genç kadın-orta yaşlı erkek denklemi

29 Kasım 2017
Genç kadınlar için eşlerini terk edenler, ikinci evliliklerini kendinden 30 yaş küçük genç kadınlarla yapanlar, ilişki kurmak için “kendinden oldukça yaşlı ve kariyerli” şartı arayan kadınlar...

Dün ilişkilerde kadının yaşının büyük olması halinde ne oluyor, bunu konuştuk.
Bugün de “yaşı çok küçük kadın ve orta yaşı geçmiş erkek konusu”, bunun toplum ve medyadaki algısı ve nedenleriyle devam edelim.
Sürekli genç kadınlara ilgi duyan erkeklerin motivasyonlarının kaynağı nedir?
Önce bu soruyu sormalı.
Kaynağı, erkeğin bitmek bilmeyen “gençlik, tazelik arayışı” değil her durumda.
Tamamen erkek egemen dünyanın kodlarına göre çalışan bir düşünce yapısından ve kişisel güçsüzlüklerden, travmalardan, yetiştiriliş şeklinden kaynaklanıyor çoğu zaman. Sürekli pohpohlanarak “Benim aslan oğlum”larla yetiştirilen erkekler, gerçek başarıların getirdiği güç ve keyiften ziyade içini dolduramadıkları bir “güçlü hissetmek” haline yapışıp kalıyorlar yetişkinlik yaşlarında.
Genç kadınları etkilemenin, hayat deneyimine sahip kadınları etkilemekten daha kolay olduğunu kendileri de itiraf ediyor.

Yazının Devamını Oku

Kadın erkekten büyük olunca...

28 Kasım 2017
Emmanuel Macron, karısı Brigitte Macron’dan 24 yaş küçük. Melania Trump da eşi Donald Trump’tan 24 yaş küçük, ancak basın Melania Trump’ın yaşının küçüklüğüne değil, Macron’un “yaşlı karısı”na taktı.

Erkeğin yaşı büyük olduğunda sorun yok. Kadınınki büyük olduğunda hemen kaşlar kalkıveriyor.

Trump’ın da kaşları kalktı, hatta Macron çiftiyle bir araya geldiklerinde Brigitte Macron’a “You’re in such a good shape” diyerek büyük bir nezaketsizlik yapmıştı. “Yaşına rağmen iyi görünüyorsun” anlamına gelebilecek bu sözler zarif bir iltifattan hayli uzaktı.

Şimdi İngiliz Kraliyet ailesinin küçük oğlu Prens Harry ile Amerikalı oyuncu Meghan Markle’ın ilişkisi gündemde. İngiliz gazeteleri Markle’ın etnik kökeninden yaşına, pek çok konuda hayli cinsiyetçi dille yazılmış hikayelere yer veriyor.

Hatta 8 Kasım 2016’da saray, Prens Harry’nin kız arkadaşı hakkında yapılan çirkin haberleri kınadığı resmi bir açıklama dahi yayınlamıştı.
Markle, Prens Harry’den 3 yaş büyük, daha önce evlenmiş ve Amerikalı ancak bu durum geçmişteki gibi evliliğe engel değil. Hemen hatırlayalım: 1936’da, daha önce iki kez evlenmiş bir Amerikalı olan Wallis Simpson ile evlenmek isteyen Kral VIII. Edward, kraliyet kuralları yüzünden tahtı bırakmıştı.

Kriz, yerine kardeşi Albert’in (Kral VI. George, yani bugünkü Kraliçe II. Elizabeth’in babası) geçmesi ile sonuçlanmıştı.
Tabii şimdi devir değişti, Kraliçe II. Elizabeth, kraliyet içindeki evlilik kurallarını esnetti.

Oğlu, yani geleceğin kralı Prens Charles, Diana hayattayken dahi bağlarını koparmadığı Camilla Parker Bowles ile evlenebildi.

Yazının Devamını Oku