Melike Karakartal

Biraz da erkekler korksun bakalım

22 Kasım 2017
Ünlü Hollywood yapımcısı Harvey Weinstein’in yıllar boyunca kadınları taciz etmesinin ortaya çıkışından sonra başka isimlerin rezillikleri de hızlıca dökülmeye başladı. Hepsinin adını sıralasak yazıya yer kalmaz, o kadar kalabalık liste...

Yıllardır saklanan sırların ortaya çıkışının en büyük nedeni, ekim itibariyle #metoo hashtag’iyle kadınların sosyal ve iş hayatında uğradığı tacizleri paylaştığı hareket...
Güney Afrika’dan İsveç’e, Almanya’dan Avustralya’ya yayıldı ve kadınların öfkesi daha uzun dönem duracak gibi görünmüyor.
Büyük bir değişime önayak olacak bir sürecin içinde yaşıyoruz.
Daha doğrusu “yaşıyor olabiliriz” diye ümit ediyoruz, zira bu hareketin henüz hakkıyla karşılık bulmadığı yerler de var, ülkemiz gibi.
Amerika’da ve diğer pek çok ülkede #metoo hareketi gösteriyor ki artık taciz kapalı kapılar ardında kalan, kadınları hayatı boyunca travma sahibi yapan, korkutan bir konu olmaktan çıkıyor.
Hiyerarşi sıralamasında kendinden aşağıda olan genç kadınlara akıl almaz münasebetsizlikler yapan “güçlü” adamlar sahip oldukları mevki ve para sayesinde saklanamıyor artık.
Neredeyse sayamayacağımız kadar fazla sayıya ulaşan, Hollywood’dan politika sahnesine, şirketlerin yönetici katlarına kadar yayılmış suistimaller bir bir ortaya çıkıyor, elbette bu daha buzdağının görünen kısmı.

Yazının Devamını Oku

Geçmişte yaşayan adam

21 Kasım 2017
Lao-Tzu’nun harika bir sözü var: Eğer bunalımda iseniz, geçmişte... Endişeli iseniz, gelecekte... Huzur içindeyseniz, bugünde yaşıyorsunuz demektir...

openculture.com’un aktardığı bir BBC haberinde, İngiltere’de, kendi evinde 1946’daymış gibi yaşayan ve giyinen bir İngiliz’in hikayesini izledim.
Üzerinde taşıdığı kıyafetlerden evinde kullandığı aksesuvarlara, hatta çamaşırlarını yıkadığı deterjanına kadar 40’lı yıllarda yaşıyor.
“Gel kardeşim, sarılayım sana” diyecektim! Buradan sevgili Ben Sansum’a sesleniyorum... İstanbul’da 60’larda yaşayan bir kız kardeşin var! Onun kadar vaziyeti ilerletmiş değilim, ama nezaketsizliğin, popülizmin, derinliksizliğin “yeni normal” olduğu bir çağ bana pek uymadı, ruhum anne ve babamın gençliğinde yaşıyor.
Sansum, modern dünyanın nimetlerinden mümkün olduğu kadar az faydalanıyor. 100 yıllık bir şömine ile ısınıyor, 100 yıllık bir ocakta yemeğini yapıyor ve imkanlar elverdiğince bu yaşam tarzını sürdürmek istediğini söylüyor.
Bu şekilde yaşamasının nedeninin o döneme duyduğu estetik ilgi kadar “O dönemin hayat tarzını hatırlayan birilerinin olduğunu göstermek...”
40’ların değerlerine kendini daha yakın bulduğunu söylüyor.
“Yaşam inanılmaz bir hızda değişiyor, bu hıza ayak uyduramıyorum. Facebook’ta yüzlerce arkadaşınız var ama dışarı çıkıp komşunuzla konuşuyor musunuz?

Yazının Devamını Oku

YouTuber’ların şifreleri (2)

15 Kasım 2017
YouTube evreninin başarılı isimleri, “English with Lucy” kanalıyla Lucy Earl ve “French Guy Cooking” kanalıyla Alex Torso’nun başarı öykülerini konuşmaya dün başlamıştık, bugün devam ediyoruz.

“Bundan sonraki beş yıl içinde kendinizi nerede görüyorsunuz?” sorusunu Lucy “Bugünkü işimi yapmayı sürdürmek isterim ancak belki de beş sene sonra ‘yeni normal’ vlogging (Video blogging) olmayacak, sanal gerçeklik günün gerçeği olacak ve biz işlerimizi farklı şekillerde sürdüreceğiz...” diye yanıtlıyor. Alex Torso ise gelecekte, “Bugün yaptığımız işlerin içeriği sıradan kalacak” diyor.
Günlük vlogging işinin bir geleceği olmadığını söylüyor Alex: “Her gün orijinal içerik üretmek olanaksız, bu son derece tüketici ve talepkar bir iş. Bir belgesel veya bir sinema filmi çekenlerin bunu ne kadar zamanda yaptığına bir bakın, bir de dijital içerik üretenlerin zaman yönetimine...
Haftada bir orijinal içerikli bir video üretmek dahi fazlasıyla zorken, günlük video çekip yayınlamanın ve iyi içerik üretmenin insanı kısa sürede tüketen bir iş...”
Lucy de, Alex de haftada ortalama birer video ortaya çıkarıyorlar. Kendilerine göre ideal olarak belirledikleri periyot bu. Herkes YouTube’da bir kanal açabilir ve içerik üretebilir ancak konu nitelikli içerik üretmeye gelince, bu iş, zorluk açısından bildiğimiz diğer işlerden farklı değil.
Konu “çok tıklanan içeriklere” geliyor. Mesela en çok tık alan, lüks hayatları ortaya koyan Kardashian’ların hayatı tipi vlogları düşünelim; evet bunlar fazla tıklanıyorlar ama nitelikli içeriğe sahip oldukları için değil.
Tamamen popülizm ve “tıklatacak” tipte içerik üzerine kurulu vlogların geleceğinin olmadığını düşünüyor Alex. Bir başka deyişle sosyal medyada “hayatını paylaşarak” çok tıklanan kişiler, gelecekte yaptıkları işi ya bırakacaklar, ya da dönüştürmek zorunda kalacaklar. Uzun vadede nitelikli içerik oluşturulmuyorsa, “milyonlarca tık”ın bir önemi yok.
Lucy, “Videolarım ‘Şunu yapacaksınız, bunu böyle söyleyeceksiniz’ şeklinde sert ve soğuk değil, sıcak ve hoş bir dille anlatmaya çalışıyorum, ayrıca 3 dakikada anlatılabilecek bir konuyu daha fazla uzatmıyorum. Bazı insanlar istedikleri için değil, zorunda oldukları için İngilizce öğrenirler. Ben de bu deneyimi onlar için zevkli bir hale getirmek istedim” diyor.

Yazının Devamını Oku

Youtuber’ların şifreleri (1)

14 Kasım 2017
Biri Jamie Oliver’ın keşfettiği Youtuber, kanalında yemekle olan aşkını paylaşıyor... Diğeri ise Youtube evreninde görebileceğiniz en kullanışlı, en akılda kalıcı İngilizce derslerini veriyor.

Alex Torso, Youtube adıyla French Guy Cooking ve “English with Lucy” kanalıyla dünyanın dört bir yanındaki öğrencilerine seslenen Lucy Earl’den bahsediyorum.
Brand Week 2017 için kısa bir süreliğine İstanbul’dalardı; perşembe günü gerçekleşen United Nations of Youtubers paneli öncesinde bir araya geldik.


Başarılı Youtuber’lar olarak, kanalları onların hayatlarını kazanmalarını sağlayan bir “tam zamanlı iş” konumunda.

Peki bu dünyanın şifreleri neler? Dijital dünyada çok insana ulaşmanın sırrı nedir? Nitelikli içerik üreticileri olarak, nasıl çalışıyor ve nasıl yaşıyorlar?


İki gün boyunca size sohbetimizi aktarmaya çalışacağım.


Yazının Devamını Oku

Öğrencilere kavimler göçü zorlaması

8 Kasım 2017
Liseyi 1997-98 eğitim-öğretim yılında bitirdim. Şu yaşımdan geriye bakıp hâlâ “Hayatımın en kötü yılı” diyorum.

Eğitim sistemiyle oyuncak gibi oynanmaya başladığı ilk dönemlerdi. Daha ilkokul-ortaokul sistemi değişmemişti, ilkokuldan sonraki eziyet ve liseden sonraki eziyet olmak üzere iki tür büyük sınav eziyetine aşinaydık. “İleride oturacak bu işler ama şimdi biz deneme tahtasına çevriliyoruz” der, şikayet ederdik.
Tam benim üniversite sınavlarına gireceğim sene Ortaöğretim Başarı Puanı çıktı ortaya. Başarılı bir okuldaysanız, başarılı bir öğrenci olmanız para etmiyordu, çünkü puanınız okulun başarı ortalamasına göre hesaplanıyordu.
Sınavda en yüksek puan alabilmek için ancak başarısız bir okulda başarılı bir öğrenci olmalıydınız.
Başarılı okullarda okuyanlar cezalandırılıyordu bir bakıma. Lise son sınıf başlamadan içinde benim de bulunduğum hayli kalabalık bir grup öğrenci, canımız okulumuzdan ayrıldık ve yüksek puan tutturalım diye İstanbul’un en başarısız düz liselerini bularak uygun olanlarına geçtik.
Tabii kimsenin hesap etmediği bir konu vardı: Psikolojimiz. bu değişikliğin üzerimizde nasıl bir etkisi olacağını hesap etmemiştik. Herkes farklı sorunlar yaşadı.
Ben geçtiğim okula uyum sağlayamadım, çok şiddetli bir depresyona girdim, birkaç ay içinde ders çalışamaz hale geldim.
Çaresiz kaydımı beni nispeten biraz daha uyum sağlayabileceğimi düşündüğümüz başka bir okula aldırdık.

Yazının Devamını Oku

Kendimizi anlamak neden bu kadar uzun sürüyor?

7 Kasım 2017
Epeydir kafamı kurcalayan bir konu var.

Daha doğrusu elimi neye atsam kendimi “Bunu 27 yaşında şimdiki aklımla düşünebilseydim”, “Lise bittiğinde bu konuyla ilgili farklı düşünebilseydim”, “21 yaşında şimdiki aklım olsaydı da o önemli karar anında farklı davransaydım” derken buluyorum.
“Orta yaş krizi” midir, Türkiye’nin insana en büyük hediyesi olan “geleceğini görememe” halinden midir, pek çok insanın farklı nedenlerden benzer biçimde düşündüğünü görüyorum.
İnsanın kendini anlaması neden bu kadar uzun sürüyor?
Kim olduğunu, kim olmadığını, ne yapabileceğini, ne yapamayacağını, kimi dinleyeceğini, kimi ciddiye almaması gerektiğini anlaması neden bu kadar uzun sürüyor?
Hiçbir zaman net cevaplar yok bu sorulara.
Doğru yanıtlara yaklaşmak için insanın kendini tanımaya yönelik bir girişimde bulunması, enerji ve mesai ayırarak kendiyle zaman geçirmesi şart.
Belirli bir yaşa geldiğinde, kendini tanımaya yeterince vakit ayırmamışsa dahi bu sorulara doğru yanıtlar verdiğini sanıyor tabii.

Yazının Devamını Oku

Sabah karanlığında kalkınca, ne oluyor

3 Kasım 2017
Görünen o ki önümüzdeki aylar boyunca gecenin kör karanlığında kalkıp güne başlamak zorundayız.


2018’den itibaren kış saati uygulamasına geçileceğine dair karar Resmi Gazete’de yayımlandı. Fakat insan 1 yıl içinde neler olacağını, bu uygulamanın hayata geçip geçmeyeceğini kestiremiyor. Bu yıl neden bu yanlışta ısrar ediyoruz, onu da bilen yok.
Gece karanlığında yola çıkmanın yarattığı fiziksel tehlikeler işin görünen yüzü. Tüm bu tehlikeleri yaratan, kendini gecenin ortasında uyanmaya zorlanmış hisseden beynimizde olan bitenler...
Metabolizmanın işleyişine aykırı bir durumu zorla vücudumuza kabul ettirmeye çalışıyoruz. Karanlıkta, vücudunuz, melatonin adı verilen bir hormon salgılar, böylece uyku halinde kalırsınız.
Melatonin biyolojik saatinizi düzenler, kanınızdaki glikoz seviyesini, kan basıncını ve vücut sıcaklığını düşürür ve sağlıklı uyku koşulları sağlar.
Güneşin doğuşuyla, gözlerinizdeki optik sinirler ışığı algılar, melatonin seviyesi düşmeye başlar ve uyanırsınız. Uyandığınızda bu hormon, yerini kortizole bırakır.
Vücut sıcaklığı, kandaki glikoz seviyesi ve kan basıncı artar ve gün başlar. İşte tam da bu yüzden az miktar da olsa ışıkla uyumak, yetersiz uykunun önemli nedenlerinden biri. Işık demek, melatonin ve kortizol seviyeleriyle oynamak, yani kalitesiz uyku demek.

Yazının Devamını Oku

Ergen-yetişkin kadınlar

31 Ekim 2017
Koca koca pahalı çantalar, dolgularla şekillendirilmiş elmacık kemikleri, şiş dudaklar, pürüzsüz bir cilt...

“Param fazlasıyla yetiyor” mesajı veren, markasını gözün en göreceği yerde taşıyan kıyafetler...
Toplum içindeki yeri ancak gençse, güzelse, mal mülk sahibiyse ve vitrini hoş (dükkanın içinde ne oluyor bilinmez) bir koca ve soyunu devam ettireceği çocuklar varsa sağlam...
Sosyal açıdan kabul görmenin tek anahtarı böyle kimi kadınlar için.
Kadınlar, özellikle 30’ları geçtikten sonra sürekli kendileriyle uğraşır hale geliyor.
Yaşlanmayla baş etme hali gibi görünüyor belki yüzeyde ama biraz eşelediğimizde bundan fazlası var.
Neredeyse saçları ağarana kadar anne-babasına bağımlı yaşayan kadınların kimlik edinmesi, bizimki gibi kadına kendi kanatlarıyla uçmasından korkan kültürlerde zordur. Normalde 20’li yaşlarda büyük ölçüde tamamlanması gereken bu süreç, kadınlar için bir ömre yayılır.
Sadece belirli ailelerde değil, her kesimde görülür bu yapı.

Yazının Devamını Oku