Aşkın ve lezzetin limanı

Portofino’ya ikinci gidişimdi.

Haberin Devamı

Bir davetti bu. Hem de asla hayır diyemeyeceğim bir davet. “Portofino’ya gidelim” demişti. Portofino’nun adını duyar duymaz kulağıma hemen dalga sesleri gelmişti. Ardından da malum dize: “I found my love in Portofino - Aşkımı Portofino’da Buldum...”

Cenevo’dan sonra 50 kilometre daha gidince, deniz kıyısında San Margherita kasabasına gelmiştim. Geceleyeceğim bu köy, yeşil tepelerle turkuaz renkli Akdeniz’in arasına sıkışıp kalmıştı. Tepelerdeki köşkleri, palmiyeli yolları, rengarenk çiçekli parkları, mavi, yeşil, sarı, vişne kurusu badanalı evleri görünce, “İşte cennet” demiştim. Deniz manzaralı odama girdiğimde güneş batmaya yüz tutmuştu.
Yıllar sonra tekrar geldiğim kasabada, anılar ve manzaralar yerli yerinde duruyordu. Vakit geçirmeden iskelenin karşısındaki bara oturdum. Geçen gelişimde yaptığım gibi garsondan, barın özel içkisi şeftaleli kokteyli istedim. Yakomozları seyrederek içkimi yudumladım. Bir çok evin tahta kepenkleri henüz açılmamıştı. Yazlıkçılar daha sökün etmemişlerdi anlaşılan. İskelenin ucundaki motorcuyu tanır gibi oldum. Portofino’ya gidecek yolcuları bekliyordu. Barda, yakışıklı İtalyan erkekleri, güzel kızlara neşe içinde kur yapıyorlardı. Geçen gelişimdeki güzel gözlü kızı hatırladım.


LEZZETİN SINIRLARI


Akşam yemeği için yine deniz kıyısında, küçük bir lokantaya gittim. Fesleğen, sarmısak ve zeytinyağı kokusu sinmiş bir yerdi. Bir köşede napoliten çalan yaşlı müzisyeni hatırladım. Yemek için önden Pesto Genovese ısmarladım. Çünkü bu yemeğin tadını hala hatırlıyordum. (Tarif: Servis tabağı büyüklüğünde iki dilim taze lazanya suda haşlanıyor. Üstüne, fesleğen, dövülmüş dolmalık fıstık ve ceviz, rendelenmiş koyun peyniri, parmesan, zeytinyağı, sarmısak ve karabiber karışımından oluşan sos dökülüyordu.) İkinci yemek olarak yine bildiğim bir yemeği, peynirli patlıcanı istedim; (Tarif: Uzunlamasına dilimlenmiş bostan patlıcanları, zeytinyağında hafifçe kızartıldıktan sonra bir tepsiye diziliyor. Bu dilimlerin üstüne dilimlenmiş rakle peyniri diziliyor. Onun üstü yine patlıcan dilimleri ile kapatılıyor. Bu peynirli patlıcan böreği, üstüne sarmısak soslu rende domates döküldükten sonra fırında yarım saat pişiriliyor.) Bu yemeklerin yanında leziz kırmızı şaraplar içip, geceyi yine grappa ile noktaladım.


PORTOFİNO YOLUNDA


Ertesi sabah erkenden Portofino’ya doğru yola çıktım. Motorla gitmek yerine, ilk gelişimde olduğu gibi, kumsalı izleyen beş kilometrelik yolu yürümeyi tercih ettim... Bir tarafı deniz bir tarafı yeşillik tepe olan yol oldukça keyifliydi. Görüntüde, kokuda, huzurda hiç bir değişiklik yoktu. Sadece yolun sol kıyısındaki çakıllı kumsalda, yazı erken getirmiş dilberler görünmüyordu. İlk gelişimde, o muhteşem vücutlarıyla sereserpe uzanmış olan kadınları uzun uzun seyretmiştim halbuki. Yürürken kendimi “I found my love in Portofino” dizesini mırıldanırken yakaladım. Yine başımda kavak yellerinin estiği gençlik yıllarımı hatırladım.
Yürürken şarkıdan şarkıya atladım; Paul Anka’nin “Diana”sı, Neil Sadaka’nın “You Mean Every Thing To Me”si, Pat Boom’un “Speedy Gonzales”i... Tabii ki Vittorio Paltineri’nin “I found my love in Portofino”su. Bu şarkı, bir köyün tüm kaderini deiştirmişti. 1959 yılına kadar, gözlerden uzakta, küçücük bir balıkçı köyü olan Portofino, Vittorio Paltineri’nin şarkısından sonra gönüllerin odağına oturmuştu. Fruttuoso Keşişleri’nin kurduğu bu “Son Liman” veya “Yunusların Limanı”, o şarkı radyolardan duyulana kadar, haritalarda bile yer almıyordu. Halbuki bugün tüm aşıkların göz bebeği olmuştu.


KOYLAR AŞK KOKAR



Portofino tabelasını görünce heyecanlandım. Sağ taraftaki tepede, ünlü Splendido Oteli ağaçların arasında kaybolmuştu. Bu otelde konaklayacağım günleri hayal ettim. Tepedeki San Giorgio kilisesi, tüm limanı gözetemeyi sürdürüyordu. San Giorgio, köyü koruyan azizdi. Son yıllarda azizin ruhunun günahları temizlemek için epey yorulduğunu düşündüm. Çünkü Portofino’daki tüm odalarda aşkların en ateşlileri yaşanıyordu. Dar bir sokaktan aşağı inerken, kilisenin avlusundaki düğün törenini hatırladım. Gelinle damadı kutladıktan sonra, deniz kıyısına doğru yoluma devam etmiştim.
Sokak bitince Portofino köyü, tüm güzelliği ile yine karşıma çıktı. Küçük koyun etrafına sıralanmış rengarenk evlerden birinde yaşamayı hayal ettiğimi hatırladım. Bir kahveye oturup, soğuk bira eşliğinde çevreyi seyretmeye daldım. Koya bakarken aklıma Fransız romancı Maupassant geldi. Bu koyda yatını demirlemiş, yeni yazacağı roman için ilham gelmesini beklemişti. Daha sonra Vittorio Paltineri aklıma takıldı. Şarkısına fon yaptığı dalga seslerini nerede duymuş, aşkını acaba nerede bulmuştu?
Portofino’da hava yine buram buram aşk kokuyordu. Ara sokaklarında ne aradığımı bilmeden, akşama kadar dolaşıp durdum, sokak ressamlarını seyrettim. Öğle yemeğine bir yeşil çorba ile başladım. Bu çorbanın içinde, yörede yetişen neredeyse tüm sebzeler vardı. Ardından midyeli risotto istedim. Akşam yemeğinde ise başlangıç için, ilk gelişimde yediğim deniz mahsulleri soslu kuşkonmazı istedim. Ana yemekte ise ipin ucunu kaçırdım. Tavada tereyağında kızartılmış karides, sonra biraz sardalya ve uskumru ızgarası. Üstüne limon damlatıp, zeytinyağı gezdirmeyi ihmal etmedim..
Aşkın ve lezzetin limanından ayrılırken, buraya bir kez daha gelebilmeyi diledim San Giorgio’dan.

Yazarın Tüm Yazıları