Mehmet Yaşin

Bu plajlarda yüzmeden ölmeyin

27 Ağustos 2016
Yaşamı keyiflendirmek için birtakım hedefler koymak gerekir. Size bu hafta yeni bir gaye önereceğim. Bu hedefte dünyanın dört bir yanından seçilmiş ilginç ve cennet benzeri plajlar var. İsimleri bir kenara not edip, oralara gitmek için olanaklar yaratmaya çalışın. Yani bu plajların suyunda kulaç atmadan sakın ölmeyin!

Shoal Bay/Antigua

Bembeyaz kumsalların üstünde güneşlenip, Karayip Denizi’nin renkli ve ılık sularında kulaç atarken kendinizi cennetin bir köşesinde zannedeceksiniz. Kıyı boyu uzanan palmiye ormanları, manzaraya güzellik katıyor. Denizin altı da üstü kadar büyüleyici. Şnorkel ile baktığınızda rengârenk mercan adacıklarının ve onların arasında yüzen balıkların sizi büyüleyeceğinden emin olabilirsiniz. Otellerde ortalama oda fiyatları 100-250 dolar arası.

 

Flamenca Plajı/Porto Riko

Culebra Adası’nda, Karayip denizinin tipik bembeyaz kumlu sahili, turkuvaz renkli deniz, palmiye ağaçları, yüzlerce çeşit çiçek ve huzur dolu bir koy. Bu koya Porto Riko’dan vapurla gelme olanağınızda var (gidiş-dönüş: 4.50 dolar). Bu bakir plajı gördüğünüzde bir daha geri dönmek istemeyeceksiniz. Bisiklet kiralayıp etrafı gezebilir veya günlük 20 dolar kira verip palmiyelerin altına çadırınızı kurabilirsiniz.

 

Bora Bora/Fransız Polinezyası

Bütün görenlerin ortak görüşü şu: Kutsal kitaplarda tarif edilen cennet mutlaka burasıdır. Bora Bora’nın turkuvaz ve lacivert sularında kulaç atıp, bembeyaz kumlarının üstünde yatanlar, yaşamlarının geri kalan kısmını burada geçirmek için istenen her şeyi verebilirler. Yıl boyu sıcaklığı 27 derece olan deniz suyu çok davetkâr. İnsanda kaybolma isteği uyandırıyor. Plajın çevresindeki bungolovların haftalık kirası, yarım pansiyon 4 bin dolar civarında.

Yazının Devamını Oku

Yoğurtlu yemeklere yıldız yetmez

20 Ağustos 2016
Geçen 15 gün boyunca kendim için bir ‘yoğurtlu yemekler maratonu’ hazırladım. Eşimle birlikte oturup, yemek kitaplığımızdaki kitapları karıştırıp, Türkiye’nin dört bir yanındaki yoğurtlu yemeklerin dökümünü yaptık. İşte sonuçlar

Yoğurdu çok severim. Özellikle yaz aylarında abartılı miktarda tüketirim. Milli içkimiz ayran (biraz tuzlu) tükettiğim tek meşrubattır. ‘Ayran budalası’ olmayı göze alıp bol bol içerim. Yoğurdu genellikle evde kendim yaparım. Bildiğim bir mandıradan aldığım yağlı sütü geleneksel yöntemleri kullanarak mayalarım. Havlulara sarıp uyuturum. Süt uyandığında yoğurdum hazır olur.

 

MANTI KLASMAN DIŞI

 

Yoğurt, Türk Mutfağı’nın başrol oyuncusudur bence. Dünyanın en zengin yoğurtlu yemekler mönüsü sadece Türk Mutfağı’nda bulunur. Yoğurtlu çorbalar, yemekler, mezeler öylesine lezzetlidir ki, Michelin müfettişlerinin yıldızları bu lezzet karşısında yetersiz kalır. Geçen 15 gün boyunca kendime bir  ‘yoğurtlu yemekler maratonu’ hazırladım. Eşimle birlikte oturup, yemek kitaplığımızdaki kitapları karıştırıp, Türkiye’nin dört bir yanındaki yoğurtlu yemeklerin dökümünü yaptık. Ortaya kitap olacak hacimde bir tarif listesi çıktı. En ilginçlerini seçip, kendimize her gün değişik bir yoğurtlu mönü hazırladık. 

 

Bu seçimi yaparken, üstüne yoğurt eklenip yenen yemekleri değil de yoğurtla pişenleri dikkate aldık.Yani mantı, çılbır, yoğurtlu bakla, kızartmalar, İskender kebabı, Hatay’ın Fellah köftesi, Van yöresinin Kürt köftesi gibi yemekler liste dışında kaldı.

 

Yazının Devamını Oku

Avrupa’da sudan ucuz 10 kent

13 Ağustos 2016
Standart, kalite, yenilik, orijinallik, gelişmişlik... Avrupa ülkeleri denince bir gezgin için akla ilk gelen şeylerden biri bu nedenle para olur. Ama bütün Avrupa öyle mi? Tabii ki hayır... Dünyanın en pahalı kentleri de bu kıtada, en hesaplıları da... Ucuz ama keyifli bir Avrupa seyahati planlıyorsanız kendi deneyimlerimle harmanladığım bu listeye mutlaka göz atın.

 

Lille: Biranın en lezzetlisi...

Fransa’nın Belçika sınırındaki bu şirin kent, Londra-Paris arası hızlı tren seferlerinin en önemli duraklarından biri! Bu tren sayesinde, günübirlik ziyaretçi sayısı oldukça fazla... Kaldırım taşlarıyla döşenmiş sokakları, büyüklü küçüklü meydanları ortaçağı anımsatan görüntüler sunuyor. Belçika’ya çok yakın olması nedeniyle en lezzetli biraları Lille kahvelerinde içmek mümkün. Küçük ama lezzetli lokantalarında yöre yemeklerini tadabilirsiniz. Eğer resim sanatına merakınız varsa Güzel Sanatlar Müzesi’ni gezmenizi öneririm. Birçok ünlü ressamın tablosu bu müzede sergileniyor.

Üç yıldızlı otelde iki kişi iki gece: 295 TL.
Havaalanından kent merkezine ulaşım (tren/otobüs): 35 TL.
İki günlük seyahat kartı: 30 TL. İki kişi üç çeşit yemek ve bir şişe şarap: 222 TL.
Kahve: 8 TL. Bira: 16 TL. Şarap (bardağı): 15 TL.

 

Yazının Devamını Oku

Yaz aylarında balık hayali

13 Ağustos 2016
Çingenepalamuduna bir süre yüz vermeyin ki biraz yağlansınlar. Şu anda bol bol tüketilecek balık sardalye...

Denize doğru uzanan bir iskelenin üstünde, dalga seslerini dinleyerek balık yeme düşü... Veya denize konan bir masaya oturup, ayaklar denizin içinde, şıpır şıpır su sesleri eşliğinde balık ziyafeti özlemi... Bir masal gibi gerçek olamayacak hayaller bunlar. Çünkü yaz aylarında balığın denizden çıkması yasaktır. Izgaradakiler ya buzluk ya da çiftlik malıdır. Eğer aradaki farkı bilmiyorsanız, ‘olta balığı’ hikâyesine inanmak zorunda kalırsınız.


* * *

 

Şu anda kıyı lokantalarını kurtaran iki balık var: Çingenepalamudu ve sardalye.


Aslında çingenepalamudunun masalarda yer almaması lazım. Çünkü bu balık türünün 1 Nisan ile 31 Ağustos arasında ağla yakalanması yasak. Sadece 15 Ağustos’tan sonra, yani yarından sonra çapariyle yakalanabilecek. Yani, bugün gittiğiniz balık lokantasında çingenepalamutu satılıyorsa, siz de bunu rakınıza meze ediyorsanız suç işliyorsunuz! Yasak masak ama balıkçı tezgahlarına bakarsanız, çingenepalamutlarının altına incir yaprağı serilmiş tablalarda satıldığını görürsünüz. Tanesi 15 liradan kapış kapış...

 

Yazının Devamını Oku

Marulun marifetleri

6 Ağustos 2016
Antik Yunan çağında yaşamın kaynağı ilan edildi, Mısırlılar tarafından yerden yere vuruldu. Bu haftaki konumuz marul: Yemek ya da yememek, işte bütün mesele!

Marulu çok severim. Özellikle de yaz aylarında. Buzdolabının sebzeliğinde soğumuş olan marul yaprağının üstüne limon sıkıp yemenin keyfine doyamam hiç. Manav, aldığım marulun ‘Yedikule’ olduğunu söylese de, doğru olmadığını düşünürüm. Çünkü artık surların dışındaki Yedikule bostanlarının yerinde yeller estiğini biliyorum. Yani bostan gitti, adı kaldı yadigâr.


Marulun içine acılı kısır koyup yemeyi de çok severim. Acıyla ekşinin aşkından doğan muhteşem bir lezzettir damağımı okşayan. Hele acısı sağlam bir çiğköfteyi, soğuk bir marula sarmalayarak yemenin verdiği hazzı anlatabilmek için kelimeler üstü bir boyuta geçmek gerekir. Acının yakıcılığı, marulun soğukluğu ve ekşinin damla damla lezzeti. Bir de bir yudum rakı varsa! Buyurun anlatın, anlatabilirseniz.

 

UMUDUN DEVAMI BU YAPRAKTA!

 

Son günlerde marul sevgimin üstüne bir takım soru işaretleri üşüştü. Buna da, ‘Metro Gastro’ dergisinde okuduğum Nazlı Pişkin’in yazısı neden oldu. Meğerse çıtır çıtır yediğim marulun ne marifetleri varmış! Eski Mısır’da marulun afrodizyak olduğuna ve üremeye yardım ettiğine inanılıyormuş. Ayrıca madencilerin koruyucu tanrısı Min’in tapınağına bol bol marul sunuluyormuş. Bunların tanrı Min’in cinsel faaliyetlerini yerine getirmesine yardımcı olacağı inancı yaygınmış.

 

Yazının Devamını Oku

Rio’da yaşam kahkaha gibidir

6 Ağustos 2016
Olimpiyatlar’a ev sahipliği yapacak olan Brezilya’nın Rio de Janerio kentinde yaşam bir atımlık kahkaha gibi.. Müzik, dans, aşk, seks, soygun ve cinayet tekmili birden iç içe... Plajlarda çıplak, renkli ve seksi bir yaşam, tepelerdeki favelalarda ise yoksulluk, hüzün ve gözyaşı.

Ülkede sizi ilk karşılayan bindiğiniz taksinin radyosundan yükselen Samba olacak. Daha sonraki günlerde, saat kaç olursa olsun her yerde bu kıvrak müziği dinleyeceksiniz. Çünkü samba burada kutsal bir müzik. Güneşten, sudan, havadaki oksijenden bile daha önemli.. Yazarın dediği gibi, “Samba, Brezilya halkının kanında dolaşan, sevda ateşini tutuşturan bir ezgi değil yalnızca. Yaşamın taa kendisi”. Buralılar için sambasız bir yaşam asla düşünülemez.

COPACABANA’NIN KADINLARI

Copacabana Plajı Rio’luların yaşam alanı. Güney yarımkürede mevsimin kış olması sizi aldatmasın. Kış Rio’ya hiç gelmiyor. Sıcaklık dün 26 dereceydi, bugün 31 derece olacakmış. Öylesine bir kış işte. Kumsal sabahın erken saati olmasına rağmen dolmaya başlar. Ve birden, fotoğraflarda gördüğünüz kadınlar karşınıza çıkar. O, baktıkça iç geçirten, minicik mayolarıyla kumsalda güneşlenen kadınlar.

Onların giydikleri avuçiçi kadar küçük, ip kadar ince mayolara, ‘filo dental-diş ipi’ adını takmışlar. Neyi ne kadar örttüğü belli olmayan bu ‘diş ipi’ mayolar, Rio plajlarının vazgeçilmez aksesuvarları. Sere serpe güneşlenen bu birbirinden güzel kadınların arasında, esmer tenli, sırım gibi, vücudunda bir gram bile yağ olmayan yağız delikanlılar futbol oynarlar. Hepsinin düşünü belli ki ‘Pele olmak’ süsler. Çünkü dünyanın gelmiş geçmiş en büyük futbolcusu Pele, bu plajlarda top oynarken keşfedilmişti. Onlar, topa vururken, kum sıçrattıkları muhteşem kalçalarla hiç ilgilenmezler.

MEYVE CENNETİ

Kaldırımın üstüne sıralanmış büfeler, sıcaktan bunalanların sığınağı haline gelir. Buz kovasından çıkartılıp, baş kısmı bir pala darbesi ile uçurulan hindistancevizinin içinden çıkan tatlı su, güneşten ve görüntülerden ter basan vücudunuzu serinletir.

Bu büfelerde her türlü tropikal meyveyi bulmak mümkündür: Goyaba, manga, kaju ve diğerleri.. Karnı acıkanlar için de seyyar satıcılar ellerindeki tepside, şişe dizilmiş jumbo karidesler dolaştırıyor. Beş kilometrelik kumsalda, çıplak gövdelerden oluşan dalgalar, bir o yana bir bu yana salınıp durur. Kentte başka plajlar da vardır: İpenama, Flamingo, Botafogo, Leblon ve Barra... Hepsi de güzeldir ama Copacabana’daki neşe buralarda pek yoktur. Eğer Copacabana Plajı’na gitmezseniz, Rio’ya gitmiş sayılmazsınız.

YOKSULLARIN SIĞINAĞI

Yazının Devamını Oku

Lanetli ama lezzetli

30 Temmuz 2016
Güzelim baklayla uzun yıllar aram açıktı. Çocukluk yaşlarımda annem bakla pişirdiği zaman ona küserdim. Kadıncağız, babamla benim aramda kalırdı. Babam da rakısının yanında mutlaka yoğurtlu bakla olmasını isterdi. Yıllar sonra nefretimin yerini büyük bir aşk aldı. Yeni aşkımı yakından tanıyabilmek için yollara düştüm, kitaplar karıştırdım...

Gençlik yıllarımdaki bakla karşıtlığıma, Antik Yunan’daki Pisagorcu felsefe grubu neden olmuştu. Çünkü Pisagorcular da benim gibi bakla yemekten hatta ona dokunmaktan kaçınmışlardı. Onların bu düşmanlığı, baklanın neden olduğu gazdan kaynaklanıyormuş meğer. Bu gaza da, baklanın içine sığınmış olan ölü ruhlar neden oluyormuş! Çiya Yayınları’nın çıkardığı ‘Yemek ve Kültür’ dergisinin son sayısında, Fransız etnolog Yves Vernin’in makalesi, baklayla ilgili birçok şaşırtıcı bilgiyle dolu. Örneğin, gaz yapan ruhların bakla sırığını çok sevdiklerini bu yazıdan öğrendim. Bunun nedeni, bakla sapının budaksız olmasıymış. Yeraltındaki ruhlar, bu düz sapı kullanarak topraktan yeryüzüne kolaylıkla çıkabiliyormuş. 

 

Baklayı lanetleyenler sadece Pisagorcular değil. Hindistan’da Ayurveda inancı da bu sebzenin yenmesini yasaklamış. Ünlü tarihçi Heredot, bakla yasakçısı ülkelere Mısır’ı da ekliyor. Heredot, Mısır’ı anlattığı kitabının bir bölümünde bu konu hakkında şunları yazmış: “Mısırlılar baklayı hiç ekmezler. Kendiliğinden çıkanı da yemezler. Rahipler baklayı görmeye bile dayanamaz çünkü onu temiz bir sebze saymazlar.” Oysa günümüzde Mısırlıların milli yemeği olan, her köşe başında satılan, yanında fasulye turşusuyla yenen ‘ful midammis’ yemeğinin ana malzemesi bakladır.

 

BAKLALI PİLAV BAŞYAPITTIR

 

Ben artık sadece baklayla yapılan yemekleri değil, onun büyümesini seyretmeyi de seviyorum. Sırıkların ucundaki beyaz, siyah benekli ve kan kırmızısı çiçeklerin rüzgârın esintisiyle dans etmelerini seyretmeye doyum olmuyor. Bu çiçeklerin yaydığı, kış yaseminini andıran kokular burnuma doluştuğunda kendimden geçtiğimi hissediyorum.

 

Yazının Devamını Oku

10 ilçe, 10 lezzet

24 Temmuz 2016
Türkiye’nin her köşesinde farklı bir lezzete rastlamak mümkün! Böylesine zengin bir mutfağa sahibiz. Önemli olan bu lezzetleri keşfedebilmek, nerede ne yiyeceğini bilmek... Size bir tüyo: Bunun için yemek öncesinde bir kahvede mola verip, bir çay içimi süren dostluklar kurun. Bu dost sohbetlerinde ne yemeli ve nerede yemeli sorularının en doğru yanıtını bulabilirsiniz. Bu yazıda 10 kasabada 10 lezzet seçtim ama bir hayli zorlandığımı itiraf edeyim.

Toplamda 10 yer öneriyorum ama bana kalsa bu rakam daha da fazla olurdu. Yapacak bir şey yok. Editörün kararı bu yönde. Bu karara karşı koymadım ama bir pazarlık yaptım: “Bu seçimi arada bir tekrarlayalım ve her seferinde zorunlu olarak liste dışı kalan diğer kasabaları da tanıtalım.” Teklifim kabul gördü. Bu konuda sizlerden de yardım bekliyorum. Siz de listeler yapıp bana gönderebilirsiniz.

 

URLA: GÜVECİN EN LEZZETLİSİ

İzmir’in bu şirin ilçesinin geçmişi MÖ 4000’lere kadar uzanıyor. Antikçağın en önemli üretim merkezi... Ayrıca 1963 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan şair Yorgo Seferis’in doğum yeri. Pazar günleri kurulan pazaryerinde her türlü otu, sebzeyi bulmak mümkün. Çoğu kişi Urla’nın başyemeğinin balık olduğunu zanneder. Bu kısmen doğrudur. Aslında Urla mutfağının kral yemeği güveçtir. Bu yemeği yemek için bir zamanlar İzmirliler buraya akın ederlerdi. Şimdi Urlalılar dışında pek bilinmiyor. Bu ilçeye giderseniz, bu muhteşem güvecin tadına mutlaka bakmalısınız. Bu konuda size önereceğim adres ise: ‘Beğendik Abi’ lokantası.

 

ÇEŞME: İKİ DİLİM ARASINDAKİ ZİYAFET

Yazının Devamını Oku