Paylaş
Son “dekoder”imiz AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik.
Önce Başbakan’ın bir günde iki kez dili “sürçtü” ve Çelik çıkıp Başbakan’ın aslında ne demek istediğini hepimize bir kez daha anlattı. Başbakan “tek din” derken başka şey anlatmak istiyormuş, zaten kendisi de Çelik’ten sonra bunu açıkladı.
Başbakan önceki gün de 28 Şubat soruşturmasındaki “operasyon dalgalarının memleketi gerdiğini” söyledi. Herkes bu sözlerden Başbakan’ın 28 Şubat soruşturmasının böyle dallanıp, budaklanmasından rahatsız olduğunu zannetmişti ki “dekoder” devreye girdi.
Meğerse Başbakan “Piyonlar dahil gerçek faillerin hepsine kadar gidilmelidir” demek istiyormuş.
“Başbakan galiba yoruldu” derken bu duruma işaret etmek istedim.
Hepimiz biliyoruz ki Başbakan iş konuşmaya geldi mi rakipsiz. Maşallah bir esti mi her konuyu anlatabiliyor, dili de kolay kolay sürçmüyordu.
Ama çok önemli iki konuda iki gün arayla böyle açıklamalara ihtiyaç duyacak konuşmalar yaptığına göre, biraz nefes almalı, dinlenmeli. Bu hepimiz için de iyi olacaktır, bizim de biraz dinlenmeye ihtiyacımız var çünkü.
El Haşimi de terörist imiş!
TÜRKİYE’de bulunan Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El Haşimi ile ilgili olarak Irak’ın başvurusu üzerine İnterpol tarafından “yakalama emri” çıkarıldığını gazetelerde okumuşsunuzdur.
Türkiye doğal olarak bu talebi yerine getirmeyecek. Irak gibi her türlü hukuksuzluğun olduğu bir ülkeye, siyasi nedenlerle suçlanan bir insanın iade edilmesi fikrine hepimizin karşı gelmesi gerekir.
İlginç olan durum bence şu: Haşimi, Irak’ta terör örgütü kurmak, yönetmek ve eylemlerde bulunulmasını sağlamak ile suçlanıyor.
Bana çok tanıdık gelen bir suçlama bu.
Belli ki güneydeki komşularımız bizden de bir şeyler öğrenmişler bu geçen zaman içinde.
Bizde de rejimin hoşuna gitmeyen insanları “terörist” diye suçlayıp, içeri tıkmak ilk akla gelen yol çünkü.
Tuncay Özkan, Mustafa Balbay, Oda TV ekibi ve ellerine hiç silah almadığı halde “KCK’lıdır, Devrimci Karargâh’tandır” diye tutuklanan gazetecilerin hapiste olmalarının nedeni böyle açıklanıyor.
Protesto gösterisi yaptıkları için tutuklanıp, aylarca mahkemeye bile çıkartılmayan öğrenciler de öyle.
Demek ki hukukun kolayca zorlanabildiği ülkelerde işler böyle yürüyor.
At martini, dağlar inlesin!
SON günlerde beni en çok güldüren haber dün Radikal’in manşetinde yayımlandı.
Metropoll araştırma şirketinin yaptığı “Türkiye’de Darbeler ve Darbe Yargılamaları” başlıklı araştırmaya göre, Türkiye’de halkın yüzde 66’sı bir darbe teşebbüsü gerçekleşirse sokağa çıkıp direnecekmiş!
Ortada “darbe” ihtimalinin “d”si yokken böyle bol keseden atmak kolay tabii.
Sokakta herkesin ortasında bir kadın dayak yerken kafasını çevirip “Aman bulaşmayayım” diyenlerin çoğunlukta olduğu bir toplumda yaşadığımızı unutmayalım.
Yeltsin gibi tankların üzerine çıkabileceğini düşündüğüm bir siyasetçimiz var, Başbakan bunu yapabilir diye düşünüyorum, onun hakkını teslim etmeliyim.
Ama Tiananmen Meydanı’ndaki Çinli gibi elinde filesiyle tankların önüne tek başına dikilen bir sıradan vatandaş kaç tane çıkar? Elbette bundan önceki darbelerde olduğu gibi direnmeye çalışanlar çıkacaktır ama aramızda bu insanlar yüzde 66 oranında değiller, buna eminim.
Kuşkusuz ki en son darbeden bu yana toplumumuzdaki demokratik bilinç gelişti, bir demokrasi kültürü doğdu, buna kuşku yok ama “sesi yüksek çıkanın karşısında sinmek” de hâlâ günlük yaşantımızın sıradan bir özelliği.
Kişisel fikrim şu ki insanlar kendilerine böyle bir soru sorulunca büyük olasılıkla tersini söylemeye utandıkları için böyle bir sonuç ortaya çıktı.
Ama şunu da söylemeliyim, bu da olumlu bir sonuç sayılır: İnsanlarımız hiç olmazsa darbeye karşı çıkmamanın utanılacak bir davranış olduğunu kavramış görünüyorlar.
Paylaş