Paylaş
Benim için bir sakıncası yok. Bir yalan ortaya atmak ve sonra bu yalan üzerinde günlerce tepinmek, bizim siyasal İslamcıların bir ortak özelliği ve bununla mücadele edemem. Ama üzerime “28 Şubatçılık” yapıştırmaları o kadar kolay değil, tekrar hatırlatmış olayım.
Önce kısa bir hatırlatma yapayım:
“Şemdin Sakık’ın ifadesidir” diye gazetelere sızdırılan ve sonradan “andıçlama” olarak tanımlanan haberi ben Radikal’de yayımlamadım. Bir ay kadar sonra muhabir Ersin Kalkan (Elif Hanım’a not: “Yazıişlerini emanet ettiğim editör” değil!), Sakık’ın orijinal ifadesine ulaştı. Sızdırılan haberdeki ifadeler ile orijinal ifade birbirini tutmuyordu. Bunu madde madde yayımladık, Radikal’e manşet yaptık. Şimdi şunu iddia ediyorlar: “Bu haber aslında bir yazı dizisi olacaktı, Çevik Bir Milliyet binasına geldi, Mehmet Yılmaz da korktu, haberin devamının olduğu sayfayı hazırlamış olduğu halde yırtıp attı.”
Ben de dedim ki bu bir yalandır. Nitekim o günkü Radikal’in birinci sayfasında manşet olan haberin bir yazı dizisi olacağına ilişkin herhangi bir ifade yok, tek bir satır bile! Haberin can alıcı kısmını yayımlama cesareti gösterdiysem, gerisini yayımlamaya neden korkayım? (24 Nisan 2012 tarihli Hürriyet’teki yazımı merak edenler internetten okuyabilirler.)
Haberin sahibi muhabir Ersin Kalkan da geçen gün ATV Haber’de bununla ilgili bazı açıklamalar yaptı.
Özetle şöyle diyor:
“Andıçlı ifadeleri Yazıişleri heyetine rağmen Mehmet Yılmaz yayınlatmadı. Andıçsız ifadeyi de görür görmez, yine heyetin çoğunluğuna rağmen, hemen ve heyecanla yayınlattı. Sonra baktım ki ikinci bölüm yayınlanmamış (Bizim yalancıların versiyonunda sayfayı yırtmıştım, bu versiyonda yırtılan sayfa yok.) Ama ifadenin bütün yönlerini içeren geniş bir haber o günkü Posta’da yayımlandı.”
Şimdi açıklayayım: Benim yönettiğim gazetelerin yazıişlerinde haberler üzerine tartışmak, editörler ve servis şeflerinin hepsinin fikrini söylemesi esastı. Her önemli haberlerle ilgili böyle tartışmalar olurdu ve herkes elbette her zaman aynı fikirde olmazdı. Son kararı da elbette genel yayın müdürü olarak ben verdim, tersi zaten düşünülemez, sorumluluk benimdi. Ama şunu vurgulamalıyım ki Radikal’in yazıişlerinde bu sözü edilen “fikir ayrılığı” yaşandığı doğru değil, o günlerin Radikallerini inceleyenler o yazıişleri ekibinin genel eğiliminin ne olduğunu, haberlerin nasıl değerlendirildiğini kolayca görebilirler. Bir ayrıntı daha var. O tarihte Posta gazetesini Genel Yayın Yönetmeni sıfatıyla Rıfat Ababay yönetiyordu ama “bana bağlı olarak”! O günün Posta’sının künyesine bir göz atan bunu görebilir. O yıllarda Posta’nın sayfalarına son onayı ‘kurucu genel yayın yönetmeni olarak’ da ben verirdim, özellikle de böyle netameli konularda! Elbette Ababay’ın gazetecilik yeteneklerine güvendiğim için onun yaptığı her işe de müdahale etmezdim, bu açık bir haksızlık olurdu. O da beni yanıltmadı, Posta hâlâ Türkiye’nin en çok satan gazetesi!
Şimdi “andıçlı” ifadeyi yayımlamamış, buna karşılık andıçlı haberlerin foyasını ortaya çıkaran haberi yayımlamış gazeteci olarak neyle suçlanıyorum, anlamak kolay değil.
“Radikal’de askerlerden korktu yayımlamadı” denilen haberi zaten Posta’da da yayınlamışım.
Radikal, o günlerde Susurluk çetesi ile ilgili çok önemli başka haberler de yayımlıyordu. 139 sayfalık bir ifadenin tümünün yayımlanmamış olmasının bir nedeni de o günlerde ulaştığımız yeni bilgilerdi. Radikal 24 sayfa yayımlanıyordu ve her şeyi oraya sığdırmak da mümkün değildi.
Radikal gazetesinde küçük bir grup gazeteci olarak o dönemde iyi ve cesur işler yaptık. O ekibin gazetecilik yeteneklerine ve cesaretlerine söz söylemek, bugünkü iktidarın kaş-göz işaretiyle yazılar yazanlara, yeni bir tür “andıççılık” peşinde koşanlara düşmez. Fehmitaha Bey’e ve Elif Hanım’a hiç düşmez.
Malum pazartesi soruları
Bir pazartesi günü daha geldi ve bir türlü yanıtını alamadığımız soruları bir kez daha sormak zorundayım.
Birinci sorumuz her zaman olduğu gibi KPSS sorularını çalıp yanıtlarını Türkiye’nin değişik bölgelerinde dağılmış kişilere aynı gün dağıtma başarısını gösteren suç örgütü ile ilgili.
AKP iktidara geldiğinden beri en çok duyduğumuz sözlerden biri de iktidarın, çeteler ile olan mücadelesinde nasıl muzaffer olduğu konusu. Ama iş KPSS çetesine gelince fıssss!
Başbakan bizzat emir verdi, MİT Müsteşarı’nı ve Emniyet Genel Müdürü’nü görevlendirdi ama ortada yakalanabilen kimse hâlâ yok.
Sınavda kopya çekenlerin tamamının ifadelerinin alındığı bile meçhul. İki pankartta, kesilen bir sakalda, boyna dolanan bir eşarpta bile “gizli örgüt” bulup çıkarmayı başaran Türk emniyeti ve adalet sistemi bu konuda adeta hipnotize olmuş gibi.
Acaba bu örgütün uzantıları çok güçlü yerlere doğru gittiği için mi KPSS sorularını çalan çete hâlâ yakalanamadı?
Sormaktan asla yorulmadığım ama bir türlü yanıtını da alamadığım sorulardan biri de Bülent Arınç’a suikast iddiası. Öyle görünüyor ki bu sorunun yanıtını bizzat Bülent Arınç’ın kendisi bile merak etmiyor. Tuhaf bir durum bu! Hükümet ve “her türlü kuşatmaya direnmeye kararlı Türk adaleti”, Türkiye’yi günlerce meşgul eden bu olayı bir türlü aydınlatmayı başaramadı.
Bülent Arınç’a suikast yapmayı planlayanlar acaba yüksek mevkiler tarafından korunuyor mu? Yoksa bu iddia, bir palavra mıydı? Hangisi doğru?
Suudi Arabistan Kralı’nın Türkiye’de devlet büyüklerine ve kamu görevlilerine dağıttığı hediyelerin ne olduğu sorusunun yanıtını aslında yıllar önce almalıydık, ama bu konuda da tam bir sessizlik hüküm sürüyor. Biliyorsunuz, yasalarımız gereği yabancılardan alınan hediyelerin kamu yöneticisinin bağlı olduğu kuruma bildirilmesi ve süresi içinde Hazine’ye devredilmesi gerekiyor ama bunun yapılmadığı bence artık ortaya çıktı.
Yapılmış olsaydı, imzalı mühürlü belgelerle bu soru çoktan yanıtlanmış olurdu. Büyük ihtimalle “İki-üç gün sorarlar, sonra unuturlar” diye düşünüldü ama görüyorsunuz ki bazı şeyleri unutturmak da o kadar kolay değil!
Taraf gazetesi yazarlarından Mehmet Baransu, MİT hakkındaki iddiaları nedeniyle hedef haline geldiğinde bir bakanın, seçim öncesinde özel bir uçakla İsviçre’ye gidip çantasında milyon dolarları bulan nakit parayla geri döndüğünü yazmıştı. Söz konusu paranın seçim kampanyası sırasında kullanıldığını da ima etmişti. İddia neresinden bakarsanız bakın birçok suçun işlendiği ile ilgili. Karapara aklamak, kaynağı belirsiz paraya sahip olmak, yasalara aykırı olarak para transferi için kuryelik yapmak, seçimlerde yurtdışından getirilen parayı kullanmak gibi birçok suç!
Ama bu iddia ile ilgili olarak ne bir soruşturma açıldı, ne de ilgili kişiler “Böyle bir şey olmadı” diye bir açıklama yaptı.
Baransu, yazısında bu iddiasını kanıtlayabilecek bilgilere sahip olduğunu da ima ediyordu ama o da daha önce yaptığı gibi bu bilgi ve belgeleri götürüp savcılığa vermedi. Neresinden baksanız tuhaf ve açıklanmaya muhtaç bir konu bu da!
Paylaş