Paylaş
HAVUZ gazetesinin haberine göre AKP,
1 Kasım seçim bildirgesi için çalışmaya başlamış.
Buna göre demokratikleşme sürecinin, çözüm sürecinden bağımsız olduğu vurgulanacak ve PKK silahlarını tamamen bırakana kadar da çözüm süreci gündeme gelmeyecekmiş!
AKP’nin yıllardır süren kafa karışıklığının bir türlü giderilemediğini görüyoruz.
Türkiye’nin Kürt sorunu çözülecek ise bu ancak geniş bir demokratikleşme ile olabilir.
Bunun ikisini birbirinden ayrı düşünmek mümkün değildir.
Çözüm süreci tartışmaları başladığından beri bunu kaç kere yazdığımı hatırlamıyorum.
“Çözüm süreci”, özünde bir demokratikleşme meselesidir, PKK ile yapılacak pazarlıklar meselesi değil.
Ülkenin demokratikleşmesi, insanların haklarını demokratik yollardan elde edebiliyor olmalarının sağlanması, ayrılıkçı fikirleri ve sonunda da ayrılıkçı terör örgütünü marjinalleştirir. Etkisizleştirir.
Ayrılıkçı fikirleri ve hareketleri tamamen ortadan kaldırmak mümkün değildir. Dünyanın hiçbir yerinde de milliyetçi–ayrılıkçı hareketleri tamamen yok edebilmek mümkün olmadı, burada da olamaz.
Ama etkisizleştirmek, marjinalleştirmek ve mücadelelerini demokratik platformlarda sürdürmelerini sağlamak, onları buna zorlamak mümkündür.
AKP ve lideri Erdoğan, aslında “çözüm süreci” diye herkesi oyaladı.
Çünkü muhalif hiçbir sesin çıkmasından hoşlanmayan, yargıyı kendisine bağlayıp etkisizleştirmeye çalışan ve sonunda bir tek adam rejimi kurmak isteyen bir siyasi hareketin, zaten “demokratikleşme” diye bir meselesi olamazdı.
Erdoğan, PKK ile çatışmasızlık sürecini idare edebileceğini ve Kürt hareketini de yedeğine alarak kendi tek adam rejimini kurabileceğini hayal etti.
Bir yandan Öcalan ve PKK ile pazarlıklar yaparken, diğer yandan ülkedeki demokrasinin son kırıntılarını da yok etmeye çalışmasının nedeni buydu.
Son seçimlerde HDP barajı geçemeseydi ya da barajı geçtiği durumda da kendisine “Başkanlık” için destek olsaydı, bugün yaşadıklarımızın çoğunu da yaşamıyor olacaktık.
Ama HDP’nin bu plana ortak olmayı reddetmesi, güçlü bir demokratik temsil olanağı yakalaması, hem Erdoğan’ın hesaplarını bozdu hem de PKK’nın kendi varlık nedeninin ortadan kalkmakta olduğu endişesiyle yeniden silaha sarılmasına neden oldu.
Sonuç ortada, yüzlerce şehit, binlerce ölü Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, yakılıp yıkılan kentler.
AKP, Erdoğan’ın hesaplarının yarattığı vesayetten kurtulup akıl yoluna dönmedikçe de böyle sürüp gidecek gibi görünüyor.
Tüyü bitmemiş yetimin hakkı
CUMHURBAŞKANLIĞI, bütçeden kendisine ayrılan ödeneği bitirdiği için Maliye kendisine ek ödenek verdi.
2015 yılı için Cumhurbaşkanlığı’na ayrılan ödenek
397 milyon liraydı. Bu rakam, Abdullah Gül’ün son yılındaki ödenekten yaklaşık 200 milyon lira fazlaydı ama yine de Recep Tayyip Erdoğan ve Saray’daki avanesine bu para yetmedi.
Erdoğan’a yeni verilen ödenek 149 milyon lira.
Böylece Erdoğan’ın bir yıl içinde Saray’da harcayacağı para 545 milyon 902 bin liraya yükseltilmiş oldu.
Normal olarak bu rakam Cumhurbaşkanlığı makamı için 2016 ve 2017 yıllarında verilecek ödeneklerden de fazla.
Maliye Bakanlığı’nın rakamlarına göre örtülü ödenek harcamaları da geçtiğimiz temmuz ayında bir önceki aya göre 11 kattan fazla artarak 141 milyon 796 bin lira olmuştu.
Bütün bu artışların nedeni Cumhurbaşkanı’nın bizim kesemizden siyaset yapma merakı.
Evet, örtülü ödenekteki artışın tam nedenini bilemeyiz ama Cumhurbaşkanlığı ödeneğinin hızla tüketilip yeni ek ödenek alınmasının bir tek nedeni olmalı:
Cumhurbaşkanı’nın düzenlediği mitingler.
O bunlara seçim mitingi demiyor, “halk ile buluşma toplantıları” adını veriyor ama o buluşmalarda siyaset yapıyor, AKP’ye oy istiyor, muhalefete veryansın ediyor.
Bunun en azından “etik” olmadığını söylemek zorundayım.
Cumhurbaşkanı siyaset yapmak için Anayasa’yı çiğnemekle kalmıyor bir de üzerine bizim paramızı harcıyor.
Üzerinde tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan parayı!
‘Göz yummanın’ bedeli
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, “çözüm süreci zarar görmesin” diye duyarlı davranıldığını, PKK’nın da bundan yararlanarak ateşkes süresince silah ve bomba yığınağı yaptığını söylemişti.
Arkadaşımız Uğur Ergan’ın haberine göre geçtiğimiz yıl Türk Silahlı Kuvvetleri, şu anda en çok terör olayına tanık olunan üç ilde (Şırnak, Hakkâri ve Tunceli) 290 kez operasyon izni istemiş ama bunlardan sadece 8’ine izin verilmiş.
Demek ki izin verilmediği için yapılamayan operasyon sayısı da 282 oluyor! Şunu merak ediyorum: İzin verilmeyen 282 operasyon nedeniyle ele geçirilemeyen silahlar ve bombalar, son dönemdeki kaç eylemde şehitlerin hayatlarına mal oldu?
Bu “Çözüm süreci zarar görmesin diye göz yumduk” diyerek, geçiştirilebilecek bir şey midir?
Yitirilen hayatlardan kaynaklanan bir siyasi sorumluluk yok mudur?
Unuttum zannetmeyin
DİYANET İşleri Başkanı, 1 milyon liralık Mercedes’ini iade ettiğini açıklamıştı.
Ben de bazı sorular sormuştum ama Diyanet İşleri’nden hâlâ bir yanıt alamadım.
Unuttum zannetmesinler diye tekrar hatırlatıyorum:
1– Mercedes kime iade edildi? Şu anda kim kullanıyor?
2– Mercedes, satın alındığı yere geri satıldıysa Hazine bu satıştan ne kadar kaybetti?
3– “İbret olsun diye” satın aldığı Mercedes’i iade eden Diyanet İşleri Başkanı, Cumhurbaşkanı’nın kendisine gönderdiği Mercedes’i kullanıyor mu?
Paylaş