ÇİZGİ roman kahramanı, denizci dostumuz Corto Maltese, “Kayıp Kıta Mu” isimli macerasında, bir volkanik adada, eski bir tapınağın koruyucusu yerliler tarafından kaçırılan bir kadını ararken bir yerli rahiple karşılaşmıştı. Bir labirentin içindeydiler ve kahramanımız nasıl çıkabileceğini de bilmiyordu.
Hugo Pratt’ın bu fantastik öyküsündeki rahip, Corto’ya içine girdiği labirentte ne aradığını sordu. “Bir kadını” diye yanıtladı Corto, o da benim gibi uzun konuşmayı sevmez. Rahibin yanıtı da kısaydı, kim bilir belki de çizer büyük konuşma balonu çizmeye üşendiğindendir: “Her kadın bir labirent değil midir zaten?” “Labirent” bulmacaları küçüklüğümden beri çok severim. Hâlâ böyle kitaplar yayımlanıyor mu bilmiyorum. Benim ilkokul yıllarımda yaz başında adı “Tatil Kitabı” olan kitaplar yayımlanırdı, içlerinde değişik bulmacalar, kısa öyküler, şiirler, boyanması için boş bırakılmış resimler olan kitaplardı bunlar. Labirent bulmacalar da bu kitapların ayrılmaz parçasıydı. Labirentler bildiğiniz gibi bir girişi, bir de çıkışı olan dolambaçlı yapılar. Eğer doğru yolu bulamazsanız aynı yerde dönüp durursunuz ve sonunda gizli tapınakların korkunç koruyucularına yem olursunuz. Elbette böyle bir labirente girmedim ama Indiana Jones türü filmleri de seyretmişliğim var! Önceki hafta sonu İskoçya’daki Johnny Walker Drummir Şatosu’nun arka bahçesinde, yüksekliği omuz hizama gelen çalılardan oluşturulmuş bir labirent gördüm. Böyle olunca girdiğiniz bir labirentten çıkmak son derece kolay bir iş ve zaten çok büyük de olmadığı için girmem ile çıkmam da bir oldu. Labirentte kendi çocukluk bulmacalarımın içine girdiğim gibi bir yanılsamaya kapılmadım ama Maltalı Corto ile rahibin kısa konuşmasını hatırladım. Kadınlar gerçekten bir labirent midir? Galiba bir bakıma öyle sayılmalılar. Labirentin merkezindeki kalplerine ulaşabilmek için doğru girişi bulmanız gerekir her şeyden önce. Eğer, çıkış noktasından girmeye kalkarsanız, hiçbir yere ulaşamazsınız. Doğru yolu bulamazsanız “bir aşk uğruna yaşamını mahvetti” diye tanımlanan erkeklerden olursunuz. İş lafa gelince kadınların birçoğunun aradığı şey gerçek bir aşktır, labirentin çözümü buradan başlar. Anketlerde sorulan sorulara böyle yanıt veriliyor çünkü. Kimse “Yakışıklı olsun, zengin olsun, bana değerli mücevherler alsın” demiyor: “Saf bir aşkla beni sevsin yeter!” Peki, hep böyle diyorlar da kendileri için gerçekten deli divane olan erkekleri neden çoğu kez görmezden geliyorlar? Zaten araştırmalara kolay kolay güvenmiyor olmamın nedenlerinden biri bu soruya verilen yanıtlarsa, diğeri de Türklerin televizyon seyretme, gazete okuma alışkanlıklarıdır. Anketlere göre Türkler, televizyonda belgesel izlemeyi daha çok isterler ama gerçek reytingler başka şey anlatır. Gazeteler için de öyle. Sorduğunuzda “daha çok kültür-sanat haberi okumak isterler”, en az satan gazeteler ise bu haberlere en geniş yerleri ayıran gazeteler olur hep. Belki de anketörlerden utandıkları için, kendilerini daha akıllı ve kültürlü göstermek için böyle yanıtlar veriyorlar, bilemiyorum. Kadınların “saf bir aşk ile sevilme isteği” de bunun gibi bir şey sanırım. Gerçek bir yanıt verseler şöyle söylemelilerdi: “Beni gerçek bir aşkla seven, maddi durumu yerinde, cimri olmayan, akıllı, güvenebileceğim, yakışıklı ve mümkünse göbeği de olmayan bir erkek!” Kuşkusuz ki her kadının kendine özgü bir “mükemmel erkek” tanımı var, bu da doğal, çünkü kadın ruhu, çok daha renkli ve detaycı. Ama “genel özellikler” yukarıdaki gibi olmalı. Bunların hepsi bir arada olmuyor ne yazık ki. Tabii bir ilişki söz konusuysa bu sefer de “Erkekler ne ister?” sorusu geliyor ki, bu “mükemmel erkek” tipinin vereceği yanıt ile “hiç de mükemmel olmayan erkek” tipinin vereceği yanıt çok büyük olasılıkla birbirinden ancak nüanslarla ayrılabilir diye düşünürüm. Ortega Y. Gasset şöyle yazıyor: “Bir kadının sevgisi, tutkulu kadının yaptığı gibi ta içindeki varlığı ilahi bir biçimde teslim etmesi, belki de ussallıkla ulaşılamayacak tek şeydir. Dişi zihninin çekirdeği, kadın ne kadar zeki olursa olsun, usdışı bir güçle yüklüdür. Erkek ussal yaratıksa, dişi usdışı yaratıktır. İşte bizim bir kadında bulduğumuz en yüce mutluluk budur.” Corto Maltese ile yazıya başladık ve nereye geldik! Aslına bakarsanız yazıya Corto ile başlamamın nedeni NTV Yayınları’nın Corto Maltese maceralarını yayımlamaya başlamış olmasıydı. Çizgi roman meraklıları zaten farkındadırlar ama yeni bir dünya ile tanışmak isteyen okuyucuların haberi olsun istemiştim. Keşke NTV Yayınları, bu kitapları büyük boy yayımlasaydı, daha iyi olurdu diye düşünüyorum. Hugo Pratt, gerçek ile kurmaca arasında bir dünya yaratıyor ve kahramanı denizci Corto, zaman ve mekândan bağımsız bir yaşam sürüyor, ilginç maceralar yaşıyor. Ve her denizci gibi zaman zaman “felsefe” de yapıyor, ilginizi çekecektir.