Paylaş
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, başbakan iken de böyle yapardı zaten.
Ancak bu kez gazetecileri daha rahatlamış gördüm.
Gerçi yine karşılarındaki politikacının canını sıkacak soruları sormadılar ama vücut dillerinden bir parça daha rahat oldukları anlaşılıyordu.
Belli ki Erdoğan, Davutoğlu’ndan daha korkutucu bir figür imiş!
Başbakan Davutoğlu’nun programda anlattığına göre Gezi protestoları sırasında evi bir tweet aracılığıyla basılmak istenmiş!
Evde iki küçük çocuğu yanlızmış, kendisi Kuzey Afrika’da, eşi ise bir ameliyatta bulunuyormuş.
Tabii uslu gazeteciler şunu sormadılar: Bu tweet’i kim atmış? Atan hakkında bir işlem yapılmış mı? Bu tweet’ten sonra evine yönelik bir hareket olmuş mu?
Onlar sormadılar, Başbakan da anlatmadı.
Bu olay bana ister istemez Gezi protestoları sırasında Kabataş’ta üstleri çıplak, elleri eldivenli, başlarında siyah bandanalar olan 60–70 kişinin tacizine uğradığı iddia edilen kadını hatırlattı!
Sanırım, Başbakan’ın söyledikleri de buna benzer bir halüsinasyon olmalı!
Eğer öyle olmasaydı, şu anda o kişi ya da kişiler hakkında en azından bir savcılık soruşturması başlatıldığını okumuş olurduk ki böyle bir şeye hiç rastlamadık.
Aynı programda Başbakan Davutoğlu, benim yıllardır sorup durduğum KPSS ile ilgili bir açıklamada da bulundu.
“Soru çalmak da yolsuzluk değil midir” dedi, bununla ilgili olarak paralel yapıyı suçladı.
Ben de hatırlarsınız, o vakitler bununla ilgili çok yazı yazmıştım.
Şimdi belli oluyor ki hükümet, soruları kimin çaldığını öğrenmiş ama o zaman cemaatçilerle can ciğer kuzu sarması oldukları için sorumluların yakalanıp savcılığa teslim edildiğine tanık olmamıştık.
Uslu gazeteciler bunu da atladılar.
Belli ki Başbakan’ın bu sözlerini kurcalayıp adamcağızın canını arife arife sıkmak istemediler.
Bu nedenle geçen hafta açıkladığım “dilli kaşarlı medya ödülünün” birincisini bu programa katılan gazeteci arkadaşlara veriyorum.
Adreslerini bildirirlerse taze taze birer dilli kaşarlı sandviçi kendilerine göndereceğim, mail adresimi bu köşede, resmimin hemen altında bulabilirler.
Havuz medyasındaki arkadaşları da uyarıyorum. Bu haftaki performansınız hiç iyi değildi, haberiniz olsun!
Mutlak iktidar mutlaka bozar
LOZAN Üniversitesi’nde görevli araştırmacılar, bir grup denekten “diktatörlük” oyunu oynamalarını istemişler.
Araştırmanın amacı, iktidar gücü ile yozlaşma arasında bir ilişki bulunup bulunmadığını tespit etmek.
Bunun için deneklere bir dizi psikolojik test yapılıp dürüstlük seviyeleri ölçülmüş.
Sonra da deneklere birer kova nakit para vermişler ve tüm ödemelerde tek yetkili olduklarını söylemişler.
Niye kovayı tercih etmişler, ayakkabı kutusuna koysalardı daha iyi olmaz mıydı diye düşünmedim de değil. Ama belli ki İsviçrelilerin aklına böyle bir şey gelmiyor.
Neyse, konumuza dönelim.
Psikolojik testlerde çok da dürüst olmadığı belirlenenlerin hemen yozlaştığı, sadece kendi yararlarına ödeme sistemlerini tercih ettiği görülmüş.
Ne kadar ilginç değil mi, size de yakından tanıdığımız bir ülkeyi hatırlattı mı bu bilmiyorum.
Deneyin ilerleyen aşamaları daha ilginç sonuçlar vermiş.
Testlerde “çok dürüst” çıkanların da iktidar gücünün büyüsüne kapılıp kendi çıkarlarını daha üstün tutmaya başladığı tespit edilmiş.
Türkiye’nin yozlaşma ile neden bir türlü baş edemediği ile ilgili olarak yazdığım yazılarda Lord Acton’un bir deyişini sıkça kullanmıştım.
Testler bu sözün doğruluğunu bir kez daha kanıtlıyor: “Her iktidar insanı bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar!”
Amerikalı bakanın gördüğü
ABD Ticaret Bakanı Penny Pritzker, Amerikan İhracat Konseyi üyeleri ile birlikte Türkiye’ye bir ziyarette bulundu, şunu söyledi:
“Amerikalı iş insanlarının şikâyetlerini üç başlıkta toplayabiliriz: Yeterince şeffaf olmayan ayrımcı ihale süreçleri, kamu alımlarında korumacı politikalar ve ruhsatlama sürelerinin uzunluğu.”
Bilmiyorum bakan buraya gelmeden önce kendisine bilgi verilmiş ve Türkiye’de en çok değişikliğe uğrayan kanunun, kamu ihaleleri ile ilgili kanun olduğu söylenmiş miydi?
CHP İstanbul Milletvekili Oktay Ekşi’nin soru önergesine Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in verdiği yanıttan öğrenmiştik ki ihale kanunlarında 2002–2013 yılları arasındaki sürede tam 113 kez değişiklik yaplmış.
Buna neden ihtiyaç duyulduğu çok açık değil mi zaten?
Bunlar yapıldı çünkü ihaleleri yandaş işadamlarına vermek gerekiyordu.
Amerikalı bakanın “ayrımcı ihale süreçleri” dediği de bu zaten.
“Ruhsatlama sürelerinin uzunluğu” ise biliyorsunuz bir tek işe yarar: Bu işlerle ilgili bürokratların ceplerini doldurmalarını kolaylaştırmaya!
Çarkları yağlamak gerekir ki işlemler hızlı yapılsın!
Paylaş