Paylaş
Danışmanı böyle olan Başbakan’ın kendisinin de protestoları doğru yorumlaması beklenemezdi zaten.
Farkında değiller ki o protestoların amacı hükümeti devirmek değildi. Bunu isteseler bile yapamayacaklarını biliyorlardı, burası demokratik seçimlerin yapıldığı, iktidarların seçimle el değiştirebildiği bir ülke.
Bunu en iyi meydanları dolduran o gençler biliyorlardı, çünkü onlar böyle bir Türkiye’de yetiştiler, bunu öğrendiler. En son askeri darbe olduğunda çoğu henüz doğmamıştı bile.
Kılık değiştirip meydanlara gidebilselerdi, protestoculara kulak verebilselerdi, temel talebin “Hayatıma karışma, varlığımı kabul et, bana saygı duy, sesime kulak ver” isteği olduğunu da öğrenebilirlerdi.
Hâlâ da geç kalmış sayılmazlar, araştırma şirketlerine dünyanın parasını harcıyorlar. Duymaktan hoşlanacakları sonucu çıkaracak değil, gerçeği tespit edecek bir araştırma şirketine de bunu yaptırabilirler.
Bunu yapmak yerine kalabalıkların üzerine polislerini, gazlarını saldılar, elleri sopalı paramiliter güçlere insanları dövdürdüler. Ve rüzgâr ektiler, fırtına biçmek zorunda kaldılar.
Lord Acton’un şu deyişini bu köşede kim bilir kaç kez tekrarladım: “Her iktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar!”
Bozulmanın işaretlerinden biri de iktidar körlüğüdür. İktidarının dünya durdukça duracağını zannetmektir. Her yaptığına âşık olmak, söylediği her sözde bir keramet olduğuna inanmaktır.
Maalesef Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın durumu tam da buna işaret ediyor.
Seçim geceleri balkona çıkıp, bir demokraside seçim kazanan bir liderin yapması gerektiği gibi davranabiliyor, herkesi kucaklayıcı olacağına söz verebiliyor.
Ama günler ilerledikçe iktidar sarhoşluğundan başı dönüyor, başlıyor insanları itmeye, bölmeye: “Ayyaş, alkolik, ahlaksız, çapulcu vs.”
Bütün bunların hiçbir sonuç doğurmayacağını düşünüyor, bunun için insanların seslerinin yükselmesini umursamıyor, daha da üstüne gidiyor.
Sanki buna bir itiraz eden varmış gibi “Sandığın olmadığı bir demokratik sistem söz konusu değildir” diyor.
Demokrasinin aynı zamanda herkesin düşündüğünü ifade etme, beğenmediği işleri protesto etme haklarının bulunduğu bir sistem olduğunu aklına bile getirmiyor.
Ülkeyi bir düdüklü tencereye çevirdiğinin farkında bile değil, tencere basınçtan patlayınca da şaşırıyor!
Her biri hareketin lideriydi
BÜTÜN memlekette her siyasi görüşten kişilerin merak ettiği şey, Gezi Parkı protestosu ile başlayan ve polisin zulme varan müdahalesiyle yurt çapına yayılan gösterilerin bir siyasi sonucunun olup olmayacağı.
Kuşkusuz ki olacaktır.
Ancak bunun ne yönde gelişip nereye kadar güçlenebileceğini bugünden kestirebilmek mümkün değil.
Gösterilere katılanların ezici çoğunluğunun ortak özelliği hiçbir siyasi gruba ya da partiye bağlı olmamalarıdır.
Onlar bugüne kadar görülmemiş bir şekilde örgütsüz ve lidersiz olarak meydanları doldurabildiler, çünkü her biri kendisini bu protestonun bir lideri olarak görüyor.
Korkuyla sinmiş bir toplumu harekete geçiremeyen siyasi partilerin ve hareketlerin yapamadığını, kendi başlarına yaptılar.
İktidar mensuplarının, emniyet müdürlerinin, valilerin vs. “gizli örgütlerden, provokatörlerden” söz ettiğine bakmayın. Onlar tanımlayamadıkları, daha önce görmedikleri bir şeyle karşılaştılar, bilindik ezberlerini tekrarlıyorlar, kendilerini kandırıyorlar.
Doğrusunu söylemek gerekirse, bu tür karıştırıcı unsurlar bu hareketi “çalmaya” kalkıştılar, bunun için çabalamaya da devam edecekler ama bunu başaramayacaklar. Çünkü onlar da tıpkı iktidar gibi eski ezberleriyle konuşuyorlar.
Tarihin değiştiğinin farkında değiller.
Bu hareket yapısı itibariyle bugün bildiğimiz siyasi partilerin hiçbiri tarafından güdülebilecek, konsolide edilebilecek bir hareket değil.
Aynı bireysel tepkiyi ortaya koyan, birbirlerinden bağımsız insanların ortak hareketi bu!
İleride bu toplumsal tepkiden elbette yeni bir siyasi hareket çıkabilir ama bugün için çok erken.
Polise söz geçiremiyor musunuz?
İZMİR’de protestolara katılanlara karşı elleri sopalı sivillerin de polis ile birlikte müdahale ettiğini, olay sırasında çekilen video görüntülerinden biliyoruz.
İzmir Valisi Mustafa Toprak bununla ilgili soruları yanıtlarken “Polis birimlerimizin arkasında sivil görünümlü kişilerin müdahalede bulunduğu konusunda gerçek olmayan unsurlar var. Bu mümkün değil. Sivil görevlilerimiz varsa, polise ait yelek giydirilmesi talimatı verdik. Artık yelek giyiyorlar” diyor.
Vali Bey, herkesin video kayıtlarında gördüğü bir şeyi inkâr ediyordu.
Dün İzmir Emniyet Müdürü bu konuda bir açıklama yaptı.
Olaylara müdahale sırasında çevik kuvvetin arkasında bulunan sivil giysili kişilerin polis olduğunu söyledi.
Emniyet Müdürü, bu polislere, özel yelek dağıtıldığını ancak bazılarının bunları giymemiş olabileceğini, aralarına kesinlikle sivil kimsenin girmediğini özellikle vurguladı.
Bunlar artık nasıl polis ise Vali’nin ve Emniyet Müdürü’nün talimatını takmamışlar, kafalarına göre davranmışlar. Bununla ilgili bir soruşturma yapılıp cezalandırılacaklar mı merak ediyorum.
Tabii emirlerindeki polislere bile söz geçiremeyen bu iki yöneticinin yerlerinde kalıp kalamayacaklarını da!
Polisin emirleri takmadığının tek örneği İzmir’de yaşanmadı.
Polis kasklarında artık numara olacaktı ve toplumsal olaylardaki aşırı güç kullanan personel böylece terbiye edilecekti ama gördük ki birçok polis numarasız kask taşıyor.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç bununla ilgili üç ayrı soruyu yanıtsız geçiştirdi.
Polisinize söz geçiremiyorsanız, o makamları neden hâlâ işgal ediyorsunuz, ayıp değil mi?
Paylaş