Paylaş
Onları öldüren parasızlık, fakirlik de değildi.
Onları kamu görevlilerinin ilgisizliği, görevlerini umursamaması, tembelliği öldürdü.
Evin şofben bağlantısının uygun olmadığını gören İGDAŞ yetkilileri evin doğalgaz sayacını sökmüşler.
İGDAŞ şöyle açıklama yapıyor: “Bilgimiz dışında bacalı şofben bağlandığı ve şofbenin baca bağlantısının hermetik şofben gibi mutfak camından dışarı verilmek suretiyle uygunsuz bir şekilde yapıldığı tespit edilmiştir. Ortamda yüksek oranda karbonmonoksit gazı ölçülmüştür. Zehirlenmeye kaçak olarak bağlanan şofbenin bacasından sızan karbonmonoksit gazının sebep olduğu tahmin edilmektedir.”
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş da üzülmüş: “Aboneliği olan sertifikası, yetkisi olmayan kişileri çağırıp şofben bağlatıldığı zaman maalesef bu sonuç ortaya çıkıyor!”
Görevlerini düzgün yapsalardı bu insanların ölmeyeceği gerçeğinin farkında bile değiller.
Suçu atacak yer bulmuşlar, konuşuyorlar.
Medeniyet, başa gelenlerden sonuçlar çıkarmak, ders almakla ilgilidir. Bugün hayatımızın bir parçası olduğu için bize normalmiş gibi gelen birçok şey böyle ortaya çıktı.
Bu “deneyimsiz ve yetkisiz kişilerin montaj yapması nedeniyle meydana gelen ilk kaza” değil. İlk doğalgaz kazası da değil.
Görevine bağlı, sorumluluğunu bilen, çalışkan bir kamu düzenimiz olsaydı, bu kazalardan sonra dersler çıkarılır, uygulanırdı.
Mesela şöyle bir kural konmuş olsaydı bu kaza meydana gelir miydi: “Doğalgaz faturalarını adreslere dağıtacak görevliler, her seferinde çıplak gözle tesisatın uygunluğunu da denetlerler. Gerekli görürlerse detaylı inceleme talebinde bulunurlar. Tesisatın uygunluğu sağlanana kadar doğalgazın kesilmesini sağlarlar.”
Ama dedim ya, medeniyet başa gelen olumsuzluklardan çıkarılan derslerle gelişti. Ve biz medeni bir ülkede değil, her şeyin kadere, kısmete bağlı olduğu bir ülkede yaşıyoruz.
Kamu görevlerine atanma ölçümüz de liyakat değil “partiye yakınlık” olunca böyle oluyor işte!
Bir anne ve dört çocuğu bir gün uyuyor, sonra uyanamıyorlar!
‘Yoldan çıkmak’ bu kadar kolay mı?
ULAŞTIRMA Bakanı Binali Yıldırım’ın gelecek belediye seçimlerinde AKP’nin İzmir’deki kozu olacağı konuşuluyor.
Başbakan’ın şu andaki en önemli hedefi de bu zaten, İzmir’de belediye seçimlerini kazanmak.
Binali Yıldırım AKP’nin çekirdek kadrosundaki diğer politikacılara göre daha çok “iş odaklı” bir görüntü çiziyor. Gerçi “hızlı tren faciası” gibi sabıkaları da var ama hakkındaki genel algı olumlu.
Sanıyorum bu nedenle İzmir’den milletvekili yapıldı. AKP’nin geleceği planlamakta diğer partilerin nasıl önünde gittiğinin bir örneğidir.
Gerçi İzmir gibi kadın–erkek eşitliğine önem veren bir kentte, eşiyle ayrı masalarda yemek yediğini gösteren fotoğraf peşini hiç bırakmayacaktır diye düşünüyorum.
Buna bir de önceki gece bir törende söylediği şu sözler eklendi:
“Ya Boğaziçi Üniversitesi’ne ya da İstanbul Teknik Üniversitesi’ne girecektim. Önce Boğaziçi Üniversitesi’ni ziyaret ettim. Bir baktım farklı bir dünya. Değişik binalar, surlarla çevrilmiş alan. Sonra bahçesinde gençler kızlı, erkekli oturuyor. Ben çok şaşırdım. Burada yoldan çıkarım dedim.”
Ben de, “İzmir gibi bir kente belediye başkanı olacaksanız, her başı açık kadın gördüğünüzde ‘yoldan çıkacağınızı’ da düşünmemelisiniz” derim!
Silivri’nin su sorunu-3
HATIRLARSINIZ Adalet Bakanı geçtiğimiz yaz bir grup gazeteciyi davet ederek Silivri Cezaevi’ni gezdirmişti.
Geziye katılan gazetecilerin haberlerinden Silivri Cezaevi’nin bir tür “altın kafes” olduğunu öğrenmiştik.
Kocamandı, tonlarca yemek pişiyordu, binlerce insan çalışıyordu vs.
O izlenimleri okuduktan sonra, 1 Ağustos 2012 tarihinde bu köşede bu “altın kafeste” bir su meselesi olduğunu hatırlatmıştım.
Adalet Bakanlığı Basın Müşavirliği’nin bununla ilgili yanıtını da ertesi gün yine bu köşede yayımladım.
Bakanlık açıklamasında şöyle bir bölüm vardı:
“Sağlık Bakanlığı’nın 17 Şubat 2005 tarih ve 25730 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan ‘İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik’ ekinde kişi başı günlük ortalama su tüketimi 200 litre olarak belirlenmiştir.”
Bununla ilgili bir de çalışma yürütüldüğünden söz ediliyordu:
“Silivri cezaevlerine 24 saat süre ile su verilebilmesini sağlamak için her odaya akıllı su sayacı konulması ve tüketimin otomasyon sistemi ile kontrol altında tutulmasına ilişkin teknik bir çalışma yapılmıştır. Bu sistemin kurulumu Ekim 2012’ye kadar tamamlanacaktır.”
Cezaevinde tutuklu olarak bulunan İzmir Milletvekili Mustafa Balbay ve gazeteci Tuncay Özkan’ın mektuplarından anlıyoruz ki bu karar uygulanmaya başlamış.
Belli ki tutuklu yargılama eziyeti yetmemiş, şimdi de “Bu kadar su yeterli sayılır” işkencesi de bunun üzerine ekleniyor!
Bakana günde kaç litre su yetiyor, kaç litre suyla yıkanıp, ihtiyaçlarını karşılıyor, bilemem, ilgilenmiyorum da.
Ama madem tutuklular bundan yakınıyor, bu işi yeniden değerlendirse iyi olur diye düşünüyorum.
Paylaş