Paylaş
Küçük bir hile yapıp yolun tümünü yürümedim ama el değmemiş doğaya bir kez daha hayran kaldım.
Olanak olsa da Ankara’da oturdukları yerde haritalara bakıp, “Bu dereye bir HES kuralım”, “Şu dağda maden arama izni verelim” diyenleri toplayıp, bu yürüyüşlere getirebilsek.
Ülkemizin güzelliğini korumanın da ciddi bir ekonomik faaliyet olabileceğini onlara başka nasıl anlatabiliriz, bilmiyorum.
Yürüyüş için Nallıhan yakınlarındaki Karacasu Köyü’nde toplanıldı. Ankara tarafından gelenler Beypazarı’ndan sonra Nallıhan’a ulaşabilirler. İstanbul tarafından gelenler için ise en iyi yol TEM Akyazı çıkışından sonra Akyazı-Mudurnu yolunu kullanmak.
İnanılmaz dağların ve ormanların arasından yüksele alçala devam eden güzel bir yol. Karayolları gerçekten çalışıyor ama şu yol bilgi tabelaları işine biraz daha özen göstersek iyi olacak.
Uyuzsuyu Şelalesi’ne ulaşabilmek için tek yön levhası Karacasu Köyü’nün içinde, onu görebilmeniz için de Karacasu’ya nasıl gelebileceğinizi bilmeniz gerek ki bilmiyorsanız yol levhalarına bakarak öğrenmeniz de mümkün değil.
Geleneksel Türk yöntemini kullanmanız gerekiyor: Yolda gördüğünüz birisini durdurup yolu sormak!
Erkekler bunu yapmayı hiç istemezler ama ben kafayı o kadar takmam bu işe. Varsın “yolu bilmediği için kayboldu” diyeceklerine, “yol bilmiyor” desinler!
Uyuzsuyu’nun kaynağı yaklaşık 1200 metre yükseklikte kayalık bir tepede yer alıyor. “Saat gibi işleyen bir su” dersem hata yapmış olmam. Her sene Eylül sonu gibi tamamen kuruyor, 21 Mart’ta da aniden akmaya başlıyor. Hatta hep aynı saatte akmaya başlarmış ama ben buna o kadar da inanmadım.
Suyun sıcaklığı kaynak noktasında 36 derece civarında. Sonra aşağıya akmaya başlıyor, aktıkça da soğuyor. Suyunun “uyuz” hastalığına iyi geldiği söyleniyor adı da buradan geliyor.
Şelalesinin fotoğraflarını önümüzdeki ay Atlas dergisinde görebileceksiniz. Avatar filminden bir sahne izliyorum gibi geldi bana, şelaleyi seyrederken. Yalçın kayaların üzerinden akan su, yıllar içinde yosundan yemyeşil bir örtü bırakmış, o örtü kayaların bittiği yerden aşağılara doğru sarkmaya da çalışıyor, rüya gibi bir yer olduğunu söylemeliyim.
İnsan ayağının sıkça değmediği kaya diplerinde de güzelim dağ laleleri bu mevsimde bile iç açıcı pembeleriyle rüzgârda salınıyor.
Bu yürüyüşlere sıkça katılıyorum. Artık yürüyüşlere küçük çocuklarıyla, arkadaşlarıyla katılan yalnız kadınlara alıştım. Her yürüyüşte görmeye alıştığımız iki yaşında bir bebek bile var, babasının sırtındaki özel yürüyüş koltuğunda her yere geliyor.
Aileler, çocuklarını yanlarında getiriyorlar, bir vatanı sevmenin en kolay öğretileceği yer böyle bölgelerde dolanmak olmalı zaten.
Yürüyüş rotasındaki bu yerlerde hiçbir turistik olanak yok. Bir tuvalet bulunursa ne âlâ!
Onun için yürüyüş rotasındaki yerlerin belediyelerinden yardım alıyoruz, Nallıhan Belediyesi de daha öncekiler gibi âdeta seferberlik ilan etmişti, hepsine teşekkür ederiz.
Oysa buralara merkezi bütçeden basit tesisler yapılabilir, insanların konaklayabilecekleri, trekking yapabilecekleri eşsiz yerler çünkü. Ve oranın geliri de bölge insanı için yeni bir fırsat penceresi yaratabilir. Ekonomik faaliyetler için mutlaka doğayı tahrip etmek gerekmiyor, o doğadan yararlanmayı da bilmek gerekiyor derken bunu kast ediyordum.
Nitekim Karacasu Köyü’nde, Nallıhan Belediyesi’nin girişimiyle böyle bir köy evi yaratılmış. Öğrencisini kaybettiği için kapanan bir okul, lokanta ve konaklama hizmeti veriyor, odalar tertemiz. Bir gün önceden belediyeyi arayarak yer ayırtabilirsiniz.
Yürüyüşe katılanlar geceyi kamp alanında kurdukları çadırlarda geçiriyorlar ama ben doğayı çok sevsem de bunu tercih etmiyorum, gitmişken civardaki küçük kentleri de görebileyim, insanlarla konuşabileyim diye!
Gece olunca o nedenle Nallıhan’a gittim. Eski bir taş okul binası kültür merkezi ve otel olarak restore edilmiş, gerçekten mükemmel bir eser yaratılmış.
Nallıhan’a gidip de “kapama pilav” ve “kuzu güveç” yemeden dönmek olmaz diyerek şehrin 2 kilometre kadar dışındaki Dağdelen’e gittik. Lokantanın sahibi Emin Bey aynı zamanda aşçı. Yeme-içme turizmine meraklıysanız uğramanızı öneririm. Zeytinyağlı yaprak sarma da tam tariflerdeki gibiydi: Narin bir kadın parmağı inceliğinde ve kalem gibi uzun! Şef garson Murat Işık ile konuştum. İki kişinin, bir kilo et, değişik mezeler ve yerli bir içki ile bu ziyafeti 65-70 lira civarında yapabileceklerini söyledi.
Şimdiki gençler pek bilmeyebilir. Türklerin müzik âlemine hediye ettiği bir enstrüman da “cümbüş”tür. Zeynel Abidin Cümbüş tarafından icat edilen bu enstrüman perdesiz ve dış görünümü itibariyle daha çok “banjo”ya benziyor, sesi de ut ile akraba sayılır!
Nallıhan’da bir cümbüş üstadı var, Ömer Bey.
Türk sanat müziği ile başladı, türküler ile devam etti, sona da kendi “Ankaralı” havalarını sakladı. Yolunuz düşerse Emin Bey’den rica ederseniz, Ömer Bey’i size özel bir konser için çağırabilir.
Biliyorum artık oralar için yürüyüş mevsiminin sonuna geliyoruz. Ama gelecek bahar için programınızı şimdiden yapmak istersiniz belki.
Memleketimizin her köşesinde keşfedilmeyi bekleyen bir güzellik var! Para hırsıyla tahrip edilmeden önce ne kadarını görebilirsek o kadar kârdır diye düşünüyorum!
Piri Reis yolda bozulmaz inşallah!
TÜRKİYE, Güney Kıbrıs yönetiminin verdiği ruhsat ile Kıbrıs açıklarında doğal gaz ve petrol aranmasına tepkisini ortaya koymak için bir sismik araştırma gemisi olan Piri Reis’i Akdeniz’e yolladı.
Ve bu sayede ülkemiz bürokrasisinin nasıl işlediğinin eğlenceli bir örneğini daha görmüş olduk.
Gemi, 1978 yapımı ve Türkiye’nin bu amaçla yapılmış ilk sismik gemisi.
İçindeki teknoloji son zamanlarda yenilenmiş ama bir gemi makinesi olmazsa bir yere gidemiyor tabii.
Bunun için bir de makine ısmarlanmış. Ama makine jeneratörüyle birlikte gümrükte bekliyor!
1 milyon lira harcanan makine için 200 bin lira KDV gerekiyormuş, ödenek olmadığı için bu vergi ödenip gümrükten çekmek de mümkün olmamış.
Devletin bir kurumunun gemisi, diğer kurumuna olan borcu yüzünden eski makinelerle diplomatik açıdan da son derece önemli olan bir araştırma için denize açılıyor!
Yolda makineleri bozulursa büyük olasılıkla kendisine eşlik eden askeri gemiler tarafından yedeklenip, çekilecektir, hayati bir tehlikeye neden olmayacaktır.
Ama “bölgenin etkin gücü” olmakla yetinmeyip, dünya politikasında da söz sahibi olmak isteyen bir devletin, bir siyasi gösteri için denize çıkardığı geminin “yedeklenerek çekilmesi”nin görüntüleri başlangıçtaki iddia ile hiç uyuşmaz!
Ben söylemiş olayım, belki bürokrasinin çözemediği meseleyi siyaset çözer!
Paylaş