Paylaş
Ofsayta düşmemek istiyorsanız önündeki topla Başbakan arasında olmamalısınız.
Ne yapacaksanız, ne söyleyecekseniz bu kurala uymalısınız. Yoksa en hafifinden bir azar işitirsiniz, yanıt verme olanağı bulamayacağınız hakaretlere maruz kalabilirsiniz.
PKK’nın şefi ile BDP’li üç milletvekilinin İmralı’da yaptıkları görüşmenin tutanaklarıyla ilgili olarak da böyle oldu.
Başbakan çok kızdı. “Batsın gazeteciliğiniz” dedi.
Malum her şeyi en iyi o biliyor, gazetecilik mesleği de buna dahil.
Tam kendisine göre bir medya düzeni kurabilmesinin önünde de zaten çok az engel kaldı.
Bir işaretiyle haberlerin yayınlandığı, bir göz kırpmasıyla haberlerin çöpe atıldığı bir medya düzeni bu!
Demokratik bir ülkenin Başbakanı gibi davranamıyor bir türlü.
“Biz açıklama yapmadıkça, teyit etmedikçe bütün söylentiler, dedikodular yalandır, iftiradır, asılsızdır. Ortaya dökülen iftiralar, terörün bitmesini istemeyen, Türkiye’nin büyümesini istemeyen çevrelerin açık bir sabotajıdır” diyor.
Benzerine diktatoryal rejimlerde rastlanabilecek bir durum bu: “Başkan baba” ne derse o, tersine inanmayın, kulak asmayın!
İyi de neyine kulak asmayacağız. Apo konuşmuş, milletvekili not almış. Sen neyi yalanlayıp, neyi doğrulayacaksın? Doğrulasan da Apo böyle düşünüyor, yalanlasan da! Apo üç aşamalı planını zaten yakında açıklayacakmış, bu kadar öfkelenmenin anlamı ne?
Yoksa bu sinirin altında “başkanlık sistemi pazarlıklarının” ortalığa saçılmasının mı rolü var?
Alacakaranlık kuşağında bir ülke
ANKARA Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Twitter’da kendisine hakaret ettiğini düşündüğü 17 yaşındaki lise öğrencisi hakkında şikâyetçi olmuş.
İddiaya göre Gökçek böyle durumlarda önce “Özür dileyin şikâyetçi olmayayım” diyormuş, özür dilenmez ise şikâyetçi oluyormuş.
Buraya kadar normal bir durum!
Kimse kimseye hakaret etme özgürlüğüne sahip değil, Melih Gökçek’e de hakaret edilmemeli.
Gökçek de bir vatandaş olarak savcılığa şikâyette bulunma hakkına sahip, isterse sahip olduğu hakkı kullanmasında da bir sorun yok.
Bu yazıya bu meselenin konu olmasına neden olan sorun, şikâyetten sonra olayın gelişme biçimi ile ilgili.
Şikâyet üzerine 17 yaşındaki lise öğrencisi, İstanbul’daki okulundan 7 polis marifetiyle alınıp, karakola götürülmüş!
Bununla da yetinilmemiş, öğrencinin evinde arama da yapılmış, açıklandığına göre laptop’u ve bilgisayarının harddiskine de el konulmuş.
Bu nasıl bir uygulama anlayamadım!
Normal olanı şudur: Gökçek’in şikâyeti üzerine savcı ifadesini almak için söz konusu çocuğu çağırabilirdi. Çocuk 18 yaşından küçük olduğu için velisi ve avukatıyla savcılığa gider, ifadesini verir, savcı da eğer gerekli gördüyse hakkında ceza davasını açar ya da açmazdı.
Polise bu süreçte düşecek görev, savcılığın çağrı talimatını öğrencinin velisine iletmekten ibaretti. Daha fazlası değil.
Karakola götürmek, evini aramak da nereden çıkıyor?
Böyle şeyler alacakaranlık kuşağı filmlerinde ve bireylerin haklarının keyfi biçimde sınırlandırıldığı polis devletlerinde olabilir.
Öyle değil mi savcı bey?
Şimdi şunu merak ediyorum: O arama izni nasıl ve hangi suçlamanın, hangi kanıtlarına bakılarak verildi? Hangi yargıç, böyle bir şikâyetten sonra arama iznini verdi? Hangi savcı 17 yaşında bir çocuğu karakola çektirdi?
Burası nasıl bir ülke?
10 numara ‘yağ’ sorunu!
GEÇEN hafta Hürriyet’in ekonomi sayfasında bir ilan gördüm. Araya İmralı tutanakları filan girince, konu üzerine sohbet bugüne kaldı.
İlanı verenler akaryakıt sektöründe faaliyet gösteren girişimcileri ve şirketleri çatıları altında toplayan sivil toplum kuruluşları.
Sektörün “10 numara yağ sorunu” varmış. Çünkü can kayıplarına, çevre ve insan sağlığına karşı tehditler oluşturduğu gibi aynı zamanda milyarlarca liralık vergi kaybına da yol açıyormuş.
Bunun çözümü için belli ki hükümet bazı kararlar almış, ÖTV iadesi sistemine geçmiş, sahte–kaçak akaryakıtla mücadele için çalışmış vs.
Bu nedenle “başta TC Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere”, üç bakana ve EPDK Başkanı’na gazetelere verilen ilanlarla “şükranlarını” sunuyorlar.
Memleketin nasıl bir hale geldiğinin fotoğrafıdır.
Ülkeyi yönetmeye talip olmuş bir hükümet var ve ilanda açıklandığına göre yapması gerekenleri yapmış, çünkü bu on numara yağ her neyse çevre kirliliğinden, milyarlarca liralık vergi kaybına kadar bir sürü belanın müsebbibi!
İlan vermek yerine sormak gerekmez miydi, “Böyle bir sorunu çözmek için 10 yıl neden beklediniz” diye?
Elbette normal bir ülkede böyle olmalıydı, ama burası Türkiye!
“On numara yağ sorunu” sorunlarının çözülmesi, işlerinin halledilmesi için bekleyen herkes için geçerli.
Yağcılığın on numaraysa sorunların çözülür, yoksa avucunu yalarsın!
Paylaş