Paylaş
Berivan, bu yaşında alkollü ve ehliyetsiz olarak bir trafik kazası yapıp, insanların ölümüne neden olsaydı bile bu kadar ceza almayacaktı.
AKP hükümeti “Kürt açılımı” diye yola çıkıp, sonradan bunu “demokratik açılım”a çevirdiğinde ilk açıkladığı önlem, bu tür olaylarda öne sürülen çocuklar ile ilgili yasal düzenlemenin yapılacağıydı.
Ama ilk vazgeçtiği şey de “demokratik açılım paketinin” ön önemli unsurlarından biri olan bu düzenlemeyi rafa kaldırmak oldu.
Bu çocukları terör örgütü üyesi gibi yargılayıp, o şekilde mahkûm etmek, sadece PKK’nın işine yarıyor.
Keskin bir militan yetiştirmek için küçük yaşta hapse düşmüş bir çocuktan daha elverişli ne olabilir ki?
Defalarca yazdım, işe yaramıyor ama yine yazacağım: Bu çocukları hapse atmak bir çözüm değil.
Bu çocukları topluma kazanmak gerekiyor. Onlara iyi bir eğitim olanağı sağlamak gerekiyor.
Başbakan’ı asker konusunda “gaza getirmeye çalışan”, yandaş medya bu gaz verme işini böyle önemli bir konuda yapsa, memleket için yararlı bir şey yapacak. Ama belli ki onlar da “hükümetin rafa kaldırdığı” bir konuda yazmaya cesaret edemiyorlar!
Bu nasıl ‘delil’ incelemesi?
ERGENEKON Davası’nda tutuklu olarak yargılanan bir dönem birlikte çalıştığım arkadaşım Tuncay Özkan’ın mahkemedeki sorgusu tutuklandıktan 15 ay sonra yapılabildi.
Tuncay Özkan’ın tutuklanmasının ardından Kanaltürk’e ait bir depoda yapılan aramada ele geçirilen belgeler üzerindeki incelemenin, ancak mahkemedeki sorgusundan sonra tamamlanıp, mahkemeye gönderilmiş olması ilgimi çekti.
Size ait olduğu iddi edilen belgeler var, tutuklanıyorsunuz, hakkınızda iddianame yazılıyor, mahkemede sorgulanıyorsunuz ve “belgeler” üzerindeki inceleme ancak sorgunuzun bitmesinin ardından tamamlanıp, mahkemeye gelebiliyor!
Bu nasıl bir adil yargılama anlayabilmek zor.
Savcılar, sanıkların aleyhlerindeki delilleri toplamakla yükümlü oldukları kadar, lehlerindeki delilleri toplamak zorunda da değiller mi?
“Belgelerin” incelenmesi ancak sorgunun ardından tamamlanabiliyorsa, sanığın lehine ve aleyhine olan her şeyin yeterince araştırıldığını söyleyebilir miyiz?
Yoksa “nasıl olsa suçludur” diye ön yargıdan kaynaklanan bir hüküm var da belgelerin incelenmesi ondan mı savsaklandı?
İşin ilginç yanı, söz konusu belgeler arasında bulunan “Yeşil” kod isimli kişiye ait pasaportun “yeni bulunmuş gibi” yandaş medyaya servis edilmiş olması.
Elbette o arkadaşların bunu hatırlamaları kolay değil. Çünkü biz Susurluk çetesinin izini sürerken o arkadaşlar buna “gulu gulu dansı” diyen siyasetteydiler.
Söz konusu pasaport, benim Genel Yayın Müdürü olduğum dönemde Tuncay Özkan imzalı bir haber eşliğinde Radikal’de yayımlanmıştı. Yeni bir tarafı yoktu. Neresinden baksanız 10 yıldan fazla oluyor!
Aradan bunca zaman geçtikten sonra bunu “yeni bulunan belge” gibi sunmalarının bir tek amacı var: Adil yargılanma hakkını sanığın elinden almak,
kamuoyunda peşin olarak mahkûm etmeye çalışmak!
Kaçırılan çocuklar meselesi
KAYBOLAN çocuklar ile ilgili haberleri gazetelerde okurken insanın üzülmemesi ve kendi çocuğunu düşünerek dehşete kapılmaması mümkün değil.
Ama durum Güneydoğu’da öyle bir hal almış ki ne kadar vahim olduğunu ancak dün Sabah’taki “toplama haberi” okuyunca kavrayabildim.
Bir suç bu kadar tekrarlanıyorsa elbette bunda tesadüf olasılıklarını da ihmal etmeden üzerinde ciddiyetle durmak gerekir.
Bu örgütlü bir suç mu? Organ ya da evlatlık çocuk mafyasının işi mi? Bu olasılıkların mutlaka göz önüne alınması gerekiyor.
Gazetelere yansıyan haberler son dönemlerde genellikle o bölgeden geliyor.
Hiç kuşkum yok ki yerel güvenlik yetkilileri bu işin peşini bırakmayıp, takip ediyorlardır.
Ancak bölgenin kendine özgü güvenlik sorunları içinde bu iş için yeterli personel ayrılabiliyor mu? İçişleri Bakanı’nın bu konuya eğilmesi gerekiyor.
Bizde “ateş düştüğü yeri yakar” diye bir söz var.
Ama söz konusu olan bir çocuğun hayatıysa, bu hepimizi yakıyor olmalı.
Medyanın da bu konuda toplumda yaygın olan hassasiyeti iyi değerlendirip, işin peşinde olmasında yarar var!
Paylaş