Paylaş
Bana gelince ben Tabi Mustafa Efendi’nin (1757-74) Hüseyni Yürük Semaisi’ne takıldım bu sıralar.
“Ben gibi sana aşık-ı üftade bulunmaz
Sen gibi güzel dahi bu dünyada bulunmaz
Mestane misin sen, dürdane misin sen
Bu bezm-i safa her zaman amade bulunmaz”
Vural Savaş bu bestenin Tülin Korman tarafından icra edilen kaydını göndermişti bana. Bende de Meral Uğurlu icrası vardı. Bu arada Youtube’da da genç solist Oya İşboğa’nın koro arkadaşlarının icra kayıtlarını buldum.
Engin Ardıçlaşmak mı?
Sürekli bu besteyi dinliyorum okurken ve yazarken.
Bu arada kendi kendime de “türban gibi ilgi çekici ve önemli konulara takılmak varken, 18’inci yüzyıldan kalma bir besteye takılmak hangi akla hizmettir” diye soruyorum.
Belli ki bu durum böyle devam ederse Engin Ardıçlaşacağım ve mesela Keith Jarrett’leJacques Loussier arasında gidip geldikten sonra kendimi “emekçi halkıma uzak vememleket meselelerinden kopuk” bulacağım.
Kendime “yeter artık gündeme dön” demezsem, bakarsınız Belle Epoque’un Paris’ini, dadaistleri, sürrealistleri falan Eric Satie’nin notalarında aramaya da başlayabilirim.
Hatta daha da ileri gidip, “Merkez Bankası yerine CHP İstanbul’a taşınsa daha doğru olurdu” benzeri cümleler bile üretebilirim.
Aslında gündeme uymak konusunda eğer müzik de bir araçsa, çocukluğumuzda söylediğimiz “Ankara Marşı”na takılmak daha doğru olmaz mıydı?
Ankara Marşı
“Ankara Ankara Güzel Ankara
Seni görmek ister her bahtı kara
Senden yardım umar her düşen dara
Yetersin onlara güzel Ankara
***
Burcuna göz diken dik başlar insin
Türk gücü orada her zoru yensin
Yoktan var edilmiş ilk şehir sensin
Varolsun toprağın taşın Ankara”
Şimdi Merkez Bankası’nı bu Ankara’dan İstanbul’a taşıma projesi üzerinde neler söylenilemez ki mesela?
Dün Akşam’da Güler Kömürcü konuya şöyle yaklaşmıştı:
- …2004 Haziran ayında İstanbul’u ziyaret eden ABD Başkanı Bush arkasına Dolmabahçe Sarayı’nı, Ortaköy Camii’ni alarak yaptığı o meşhuuur konuşmasının ardından Erdoğan’a yaklaşıp, ‘Ben senin yerinde olsam Dolmabahçe’de otururum ve......’ noktaları da bugün dolduruyoruz işte, Başkan Bush’un bu telkininden 4 yıl sonra Erdoğan Dolmabahçe’yi ‘kendisine ofis yaptı’ ardından da ‘tüm kamu dairelerinin İstanbul’a taşınmasını yani bir anlamda Cumhuriyetin Başkenti’nin Osmanlı’nın Başkenti’ne dönüştürülüp…
Halife mi olacak?
- Bir sonraki adımda da…? SAM Amcamın BOP’unun İslam dünyasını ‘HİLAFET’ projesi ile kontrol etmesine mi sıra geliyor?... SAM Amcam bunun için de Türkiye’nin geçmişteki mirasından faydalanmak istiyor, yani; ‘Osmanlı’ modelini bugüne uyarlayıp, ‘Yeni Osmanlı Modeli’ adı altında ‘İstanbul’un merkez olacağı bir model peşinde ve bu modelin çekirdeğinde de İslam dünyasının liderlik kurumu olan ‘HİLAFET’ makamı bulunmakta.
Alın size yeni bir tartışma konusu… Meselenin bu noktaya gelebileceğini acaba Başbakan Erdoğan düşünmüş müydü?
Kim kime benzer ki?
Bakarsınız bir gün de bir başka yazar çıkar ve “Atatürk Dolmabahçe Sarayı’nda çalışmayı da, yaşamayı da severdi. Nitekim yaşamının son dönemini Çankaya’da değil Dolmabahçe’de geçirdi” diyerek, Erdoğan’ın aslında Atatürk’e benzemeye çalıştığını iddia eder.
Ne dersiniz?
Tabi Mustafa Efendi’nin Hüseyni Yürük Semaisi’ne takılmak daha akla yatkın değil mi? Hatta Hüseyni’den bir geçki ile Bayati’ye atlayıp “Gül yüzlülerin şevkîne gel”e veya “Çıkmaz derûn-i dilden efendim muhabbetin”e takılmak bile daha doğru olmaz mı?
Bizim müziğimiz böyle bir sığınak işte.
Bimen Şen’e kulak verip, birlikte Hicaz’dan mırıldanalım mı?
“Firkatin aldı bütün neşve-i tabım bu gece
Ağlamaktan yine zehroldu şarabım bu gece”
İsterseniz bu şarkıdan sonra “alkollü içkilerin vergileri neden yüksek” konusuna da girebilirsiniz.
Paylaş