Paylaş
Başbakan Erdoğan dün Brüksel’deydi.
2004 aralığında, ben de oradaydım ve çok iyi hatırlıyorum, aynı binada gözleri pırıl pırıl tarihi bir açıklama yapıyordu. "Türkiye tarihin seyrini değiştirip, AB ile katılma müzakerelerine başlayacak. Rüyalar gerçekleşecek. Ülkemiz birinci lige çıkacak...” diyordu.
Bu bebek Erdoğan’ın çocuğuydu. Yıllarca uğraşılmış, ancak gereken reformları o tamamlayabildi, cesur adımları o attı ve Avrupa Birliği ile müzakereleri başlatma başarısı elde etmişti.
Sonra, unutuldu.
Toplantılar yapılıyor, demeçler veriliyor, ancak somut bir gelişme yok. 6 ayda bir açılan 2 başlığın müzakeresine başlanmasıyla hiçbir yere varılamayacağı anlaşıldı. Ortada düğümlenmiş bir durum var. Nedenleri de sadece AB’den kaynaklanmıyor. Sadece Fransa veya Almanya’nın engellemeleri değil. AKP iktidarının da- özellikle Gül’ün Çankaya’ya çıkmasından sonra- bu süreci durdurmasıyla bu noktaya geldi.
İşte önemli olan, Brüksel gezisinin bu düğümü çözüp çözemeyeceği, bu sürece yeni bir ivme kazandırıp kazandırmayacağıdır. Başbakanın kendi çocuğunu bitkisel hayattan kurtarıp kurtarmayacağıdır.
Bu ziyaretten sonra, Türkiye ya Avrupa projesini raftan indirip, tekrar düğmeye basacak ve yok olma noktasına gelen bir süreci canlandıracak veya AB ilişkileri bugünkü gibi sürüklenmeye terkedilecek. Bu gezi ya göz boyama, eleştirileri hafifletmek için yapılmış diyeceğiz veya aksine yeni bir başlangıcın sinyali olacak. Daha da dramatikleştirmek istiyorsanız, Erdoğan kendi çocuğuna yeniden hayat verip ayağa kaldıracak veya hastane odasında adeta ölüme terkedecek.
Gezi bu açıdan son derece önemli.
Brüksel’de verilen mesajların sadece sembolik bir değeri var. Ancak asıl beklenmesi gereken, Brüksel’den sonra atılacak somut adımlardır.
Zamanlaması doğru bir gezi mi oldu?
Bazı çevrelerde, ziyaretin zamanlaması eleştiriliyor.
Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu haziran’da değişiyor. Başbakan’ın dün karşılaşıp konuştuğu yetkililerin büyük bölümü, sonbaharda orada olmayacaklar. O zaman beklenip, yıl sonuna doğru gidilse daha iyi olmaz mıydı ?
Hayır, olmazdı.
Türkiye-AB ilişkilerini bütün bir yıl boyunca, bugünkü bitkisel durumda bırakmak büyük hata olurdu. Yeni bir hayat öpücüğü verilmeseydi, yeni bir ivme sağlanmasaydı, ilişkiler daha da çürürdü.
Bu açıdan bakıldığında, geç dahi kalınmıştır.
Erdoğan, 2004 aralığındaki o tarihi doruk toplantısından sonra –resmi bir davetli olarak- ilk defa AB Komisyonunu ziyaret ediyor. Başka adayların liderlerine bakın, 4 yıl içinde defalarca bu tip ziyaretler yapmışlardır.
Türkiye çok geride kaldı.
Verilen ve alınan mesajların anlamı...
Başbakan’ın Komisyon ve Parlamentodaki görüşmelerinde genel olarak aldığı mesaj çok net: Türkiye reformlarını durdurdu. Artık harekete geçme zamanı geldi. İç politika açısından son iki yıldır yaşanan zorlukların farkındayız, ancak gecikiyorsunuz. Bazı üyelerin sıkıntıları olabilir. Önemli olan, sizin atacağınız adımlardır.
Başbakan’ın verdiği mesaj da, yine genel çizgileriyle bildiklerimizin bir tekrarıydı: Türkiye katılma konusunda son derece ciddidir. Müzakere süreci yürümektedir ve tam üyelik konusundaki tutumumuz da hiçbir değişiklik yoktur.
Bu yazıyı hazırlarken görüşmelerin ayrıntıları henüz kesinleşmemişti. Yarın size daha ayrıntılı bilgi verebileceğim. Komisyon ve Parlamentonun izlenimlerini size aktarabileceğim.
'Sayın Başbakan, siz yapın biz raporumuza alalım...'
Geçen hafta, Türkiye’nin Avrupadaki yerini en etkin şekilde savunan komisyon üyeleri Ankara ve İstanbul’da sayısız temas yaptılar. Nabız yokladılar ve sonbaharda yayınlayacakları Türkiye raporunun ilk hazırlığını yaptılar.
Bu komisyon, Türkiye’nin Avrupa ile ilişkileri açısında hayati derecede önemlidir.
Tamamen bağımsız çalışırlar. Her bir ismin Uluslararası alanda büyük ağırlığı vardır.( Nobel barış ödülü sahibi, eski Finlandiya Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari)
Bu komisyonun raporları, Türkiye’nin adaylık statüsünü almasında son derece etkisi olmuştur. Açık Toplum Enstitüsü tarafından organize edilen ve Ocak 2004 tarihinden beri çalışan bu kişiler, şimdiye kadar adeta rapor yayınlamışlar ve sürekli şekilde, Avrupa’nın Türkiyesiz bir yere varamayacağını, Türkiye’nin de Avrupasız olamayacağını savunmuşlardır.
İşte bu gurup, Başbakan Erdoğan Brüksel’e hareket etmeden önce uzun bir görüşme yaptı ve son derece önemli bir mesaj verdi. Dost acı söyler, ancak doğruyu söyler.
“Gerçek, sizin atacağınız adımlardır. Siz ne kadar çok reform yaparsanız, bizim raporumuz o kadar renklenir ve size destek verir. Siz adım atmadığınız taktirde, hiçbir yere varamayız...”
Peki Avrupa da adım atmamalı mı?
Fransa ve Almanya başta, aleyhteki kampanyanın Türkiye’deki heyecanı söndürdüğünü görmüyor musunuz ?
“Siz ne kadar reform yapar, tam üyelik konusundaki inancınızı gösterirseniz, aleyhinizdekiler o oranda köşeye sıkışırlar. Dostlarınız sizi daha iyi savunabilir. Yeter ki, siz hareketlenin. Unutmayın, Türkiye’nin tam üyeliğini isteyenlerin sayısı 20 civarında, sorunu olanlar ise birkaç ülkeyi geçmiyor. Siz bastırırsanız direnemezler...”
Dikkat ederseniz, Komisyon üyelerinin sözleriyle, Erdoğan’ın Brüksel’de duydukları hemen hemen aynı. Bakalım Başbakan bu mesajları alabildi mi ve daha da önemlisi bu uyarıları benimseyecek mi ?
Paylaş