Mehmet Ali Birand

Gazeteci sorar, siz yanıtlamayın…

19 Şubat 2011
Sadece Hüseyin Çelik değil, hemen hemen her siyasiden aynı yaklaşımı duymuşumdur. “Kardeşim, her önünüze gelene mikrofon uzatıyor ve aklınıza gelen her soruyu soruyorsunuz. Olur mu böyle şey?” derler. Buna benim çok kesin bir yanıtım var.

Geçen gün, Ak Parti sözcüsü konumunda olan Hüseyin Çelik iktidarı eleştiren muhalefet kanadına yanıt verirken, medyaya da bir uyarıda bulundu.

Hepimizin, kimi yakalarsak bir mikrofon uzattığımızı ve aklımıza gelen her soruyu sorduğumuzu söyledi.

Açıkça, bizim de bu konuda sorumluluğumuzu bilmemiz gerektiğine dikkat çekti. Ancak bu sorumluluğun sınırlarını çizmedi. Neye göre karar vereceğiz?

Bir devlet adamı gibi mi davranmamız isteniyor, yoksa buna bir siyasetçi gözlükleriyle mi bakacağız?

Gazeteciliğin dışında, hangi değer yargılarıyla hareket etmeliyiz?

Üstelik, bizler gazeteceyiz. Haber unsuru olan herşeyi yayınlamak isteriz. Bu amaçla da, ilgili herkese mikrofon uzatırız.

Hüseyin Çelik’in bu yaklaşımı yeni değil.

1960-1990 arasında sık sık tekrarlanırdı. Askeri yönetimlerde daha ileri gidilir ve “Ülkenin bölünmezliği ve laik-demokratik sistemini koruyup kollamak da sizin görevinizdir. BM gözlemcisi gibi davranamazsınız” denirdi.

Yazının Devamını Oku

Öcalan İmralı’da herkesi şaşırttı…

18 Şubat 2011
Öcalan, 10 yıldır İmralı'da yatıyor. Yakalandığı günlerdeki genel kanı, "Tamam, artık bitti. Bundan böyle hiçbir şey yapamaz. Hiçbir işe yaramaz" şeklindeydi. Son çıkan bir kitap, herkesi şaşırttı. Hapishaneden, yıllardır T.C Devleti ile açıkça müzakere edişi, Kürt toplumundan inanılmaz bir destek alması, PKK'yı hücresinden yönetmesi ve tüm engellemelere rağmen statüsünü koruyabilmesiyle bir mucize yarattığını söyleyebiliriz.

KİMLİK KARTI...

Son derece önemli  yeni bir kitap çıktı.
 
Adı: Öcalan'ın İmralı Günleri.
 
Yazarı:Cengiz Kapmaz.
 

Yazının Devamını Oku

Ankara şimdi İran’dan jest bekliyor…

17 Şubat 2011
Cumhurbaşkanı Gül’ün son İran resmi ziyaretinin perde arkasında önemli bir beklenti yatıyor. Türkiye şimdiye kadar, Washington başta olmak üzere, birçok batılı müttefiği ile ilişkilerini gerginleşme pahasına sürdürdüğü, İran’ı anlayışla karşılama ve destekleme politikasının karşılığını görmek istiyor. Bakın Ankara’nın beklentileri neler...

Cumhurbaşkanı Gül, dört günlük İran resmi gezisini tamamladı.
 
Dışarıdan bakıldığında, daha çok protokoler bir ziyaretti. Gazetelerin manşete çıkaracakları önemli kararlar alınmadı, ancak bütün konuşmaların altında, Türkiye’nin son yıllarda giderek artan beklentileri yatıyordu.
 
Ankara’nın Tahran’dan ciddi beklentileri var.
 
Geçenlerde üniversite gençleriyle bir sohbet toplantısına katıldım

Onlara, Türkiye’nin İran  politikasını  anlatıyordum. Bunun nedenlerini ve perde arkasını paylaşıyordum. Biri elini kaldırdı ve benim gibi, bütün salonu hayretler içinde bırakan şu soruyu sordu:

Yazının Devamını Oku

Soner’i tutuklayıp neyi ispat edecekler?

16 Şubat 2011
Soner Yalçın bir gazetecidir. Medyaya ayak bastığı günden bugüne kadar yaptıklarını ve yazdıklarını incelediğiniz zaman, O' nun gazetecilik dışında bir kasıtla hareket ettiğini göremezsiniz. Öyle bir şey olsaydı, ilk önce bizler anlardık. Peki, o zaman neden tutuklandı? Yoksa, sadece gözdağı mı verilmek isteniyor?

Soner Yalçın' ı sizler şahsen tanımayabilirisiniz. 

Ben tanıyorum.

Üstelik bir zamanlar çok yakın çalıştığım ve karşılıklı saygı duyduğumuz bir ilişkimiz vardı. Sonra ilişkilerimiz bozuldu. Odatv üzerinden beni kıran yayınlar yaptı. Kırılmama, hatta kızmama rağmen, O' nun gazeteciliği hakkındaki görüşüm değişmedi.

Gazetecilik anlayışı, abartılı, renkli, komplo teorileriyle zenginleştirilmiş bir stile sahiptir. Müthiş bir araştırmacıdır. Farklı açılar bulmakta, olaya tersten bakmakta ustadır. Ancak hiçbir zaman, militanlık yapmaz . Her gazeteci gibi, gerektiğinde muhalefet yapar, beğendiği zaman da alkışlar. Yazı ve yayınları bunun örnekleriyle doludur.

Yazının Devamını Oku

Tutuklamalar gereksiz bir gerilim yaratıyor

15 Şubat 2011
Mahkemelerin kararlarına kimse karışamaz, ancak son tutuklamalar ülkede gereksiz bir gerilim yarattı. Kamuoyunun bir kesiminde hem büyük hayal kırıklığına, hem de yargının tutumu konusunda, yanlış algıların artmasına yol açtı. Başka türlü hareket edilemez miydi acaba?

Balyoz Davası’nda yeni bir balyoz indi ve herşeyi darmadağın etti.

           

10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 163  askeri ve emekli komutanı tutuklaması, kamuoyunda çok gereksiz bir gerilim yarattı.

           

Şimdi herkes aynı soruları soruyor:

           

Dava, bu tutuklamalar olmadan sürdürülemez miydi acaba?- Tutuksuz yargılananlar yurt dışına mı kaçacaklardı?

           

Yazının Devamını Oku

Batum’a dava açmayın…

12 Şubat 2011
Süheyl Batum’un sözleri hakaret değil. Bir saptama ve bir eleştiri. Bu sözlerden yola çıkıp 301’inci maddeyi harekete geçirmek çok yanlış olur. Bu, maddenin ileride abartılı şekilde kullanılmasına yol açar. Ak Parti düzeltmekle gurur duyduğu 301’i yeniden hortlatmış olur.

Yapmayın... Etmeyin...

Adalet Bakanı, Süheyl Batum’a 301’den dava açılmasına izin vermemeli.

Neresinden bakılırsa bakılsın, Batum’un askerle ilgili “kağıttan kaplan” sözlerinin hakaretle ilgisi yok.

Bu bir görüş, bir eliştiridir.

Bundan çok daha ağırını, ben dahil nice yazar-çizer, nice AKP’li sarfetmiştir.

Başbakan, CHP’nin bir açığını yakaladı ve üstüne gitti, o kadar.

Adalet Bakanı’nın durumu güç. Ya Başbakan’a direnecek ya da son derece hatalı bir yaklaşıma imza atıp, 301’in alanını genişletecek.

Batum’un “Askeri, Amerikalıların şişirdiği” anlamına gelen sözleri de, ne Türkiye’ye ne de TSK’ya hakaret  anlamı taşıyor. Böyle bir dava açılması, 301’in uygulama alanını inanılmaz derece genişletir.

Yazının Devamını Oku

KKTC’yi dövmek yerine çözüm bulalım…

11 Şubat 2011
Kıbrıs sorunu tam bir komediye dönüştü. Ankara, bir yandan KKTC’deki protestocularla kavga ediyor, öte yandan Rumlardan çok pahalıya toprak satın alıyor.(!) Rum yönetimi, KKTC ile kavgadan son derece memnun, ancak AİHM’deki davanın gidişinden rahatsız.

Ankara, KKTCdeki protesto olayına yeterince tepki gösterdi. Artık yetkililerin biraz susup, KKTC’ye nasıl çeki düzen verileceğini araştırmaları ve daha da önemlisi, soruna nasıl çözüm bulunacağını düşünmeleri gerekiyor.

Rumlar, Türkiye ile KKTC arasındaki kavgadan çok memnunlar. Eminim, Hristofias, “Şimdi neden Eroğlu ile değil de, Erdoğan ile konuşmak istediğimi anlıyorsunuz” diyordur.

Başbakan’ın “besleme” sözü Güney Kıbrıs’ta  diplomatik bir zafer gibi karşılandı.

Ankara, durumun ciddiyetini görmek zorunda. Zira gelişmeler hiç de olumlu yönde ilerlemiyor.

KKTC’de malı olan 19 Rum vatandaşına AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) birkaç ay önce  13 milyon euro tazminat verince çok kimse “Ne oluyoruz ?” sorusunu sorar oldu.
 
İşin aslına bakacak olursanız, bu gelişme, KKTC’de kurulan Taşınmaz Mal Komisyonu’nun ( TMK) ne kadar etkili bir kurum olduğunu gösteriyor.

Yazının Devamını Oku

Asıl “Kağıt kaplan” Asker değil, siyasiler...

10 Şubat 2011
Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya askerin gücü hakkında bana son derece ilginç bir ipucu vermişti. O dönemde Erkaya’nın dediklerine pek inanmamıştım. Şimdi, söylediklerinin ne kadar doğru olduğu anlaşılıyor.

Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı rahmetli Güven Erkaya, 1970’lerden itibaren tanıdığım ve çok değer verdiğim bir askerdi. O ünlü “...Artık dönem Silahsız Kuvvetler dönemidir, Silahlı Kuvvetlerin dönemi değil...” sözü ona aittir. Laiklik konusunda müthiş bir duyarlığı vardı. Demokrasiye inanan askerlerden biriydi.

28 Şubat geçmiş, onun icadı olan  Batı Çalışma Gurubu’nun kamuoyunda  estirdiği rüzgarlar dinmiş ve Erkaya da emekli olmuştu. Zaman zaman buluşur konuşurduk. Bir defasında, 28 Şubat’ ta hiç darbe tehlikesi yaşanıp yaşanmadığını sordum.

Aramızda, hiç unutmayacağım şu diyalog geçti:

“...Askerin artık darbe yapması imkansızdır. Genelkurmay da  – istense dahi- silahlı bir müdahale yapılamayacağını bilinir...”

- Peki, o zaman darbe imaları, tehditleri boş muydu? Tankların yürütülmesi, yapılan sert açıklamalar neydi?
- Hayır, tehdit değildi. Sizlerde (medyayı kastediyordu), dinci kesimlerde ve genel olarak kamuoyunda askerin istediği anda siyasete müdahele edebileceğine dair öylesine bir inanç vardı ki, işte biz bundan yararlanmak istedik. Dincilerin bu korkularını kullandık. Bu sayede de, Erbakan hükümetinin istifasını sağladık. Yoksa darbe yapamazdık. Yapmayacaktık ta...

1998-99’lardaki bu konuşmaya önceleri pek inanmamıştım. Sonradan, emekli Büyükelçi Taner Baytok’un Erkaya ile yaptığı söyleşilerden oluşan kitabında da aynı cümleleri okudum.

Şimdi geri dönüp bakıyorum da, Erkaya meğer doğruyu söylemiş.

Yazının Devamını Oku