M. Turgay Köse

Kilonuzu kaybederken sağlığınızı kaybetmeyin!

20 Ağustos 2018
Ayda 6 kg üzeri ağırlık kaybı sağlık problemlerine yol açıyor.

HIZLI VERİLEN KİLO GERİ ALINIR

Kilo vermek için önerilen sayısız yöntem ve diyet bulunmaktadır: Atkins, Dukan, Hollywood, İsveç, Kalp Vakfı, Kan Grubu, Lahana Çorbası Diyeti vb. Bu tip diyetlerin çoğu başlangıçta hızlı kilo kaybı sağlasa da, kısa bir süre sonra bu kilolar fazlasıyla geri alınmaktadır. Ağırlık kaybının hızlı olması öncelikle su, sonrasında kas kitlesindeki azalma ile ilişkilidir. Bu durum sağlığa zarar vermekte, metabolizmanın bozulmasını sağlayarak ömrü kısaltmakta ve hatta uzun vadede ölümlere bile sebep olmaktadır. Halbuki gerçek ağırlık kaybı vücuttaki yağ kitlesinin azalması ile mümkündür.

KİLO VERDİRİYOR YAĞ YAKIYOR DİYE NELER YAPIYORUZ NELER!

Nice insandan kilo verdiriyor, yağ yakıyor, metabolizmayı hızlandırıyor gibi duyumlar sonrası maden suyu, çim suyu, kekik suyu, ballı - limonlu su, ılık su, sirkeli su, alkali su, zayıflama çayı içtiğine ve kabak çekirdeği yediğine tanık olmuşsunuzdur. Denizde dokunmaktan bile çekindikleri yosunların tabletlerini, içeriğinde ne tür kimyasalların bulunduğunu bilmedikleri sözde “bitkisel” bazen de özellikle “kaçak” zayıflama haplarını kullandığını, hatta tok tutar düşüncesi ile pamuk yuttuğunu da duymuş olabilirsiniz. Bugün biri “maydanoz basendeki yağları eritir” dese maydanozun fiyatı sanırım 3 - 5 kat artar. Yani bilimle yakından uzaktan ilgisi olmayan davranışlar sergilemekte üzerimize yok.

HER DUYDUĞUNUZ HABERE İNANMAYIN!

Zayıflama alanı çok geniş bir yelpazede iş olanağı sağlamaktadır. Diyet ürünlerden zayıflama ilaçlarına, aktarlarda satılan bitkisel karışımlardan cerrahi operasyonlara, zayıflama çaylarından spor aletlerine kadar oldukça geniş bir pazar söz konusudur. Herkes bu zayıflama pastasından kendi payına düşeni, hatta çok daha fazlasını almaya kalkıyor. Kimisi çıkıp tek tip diyetler, protein ağırlıklı formülalar, bitkisel tabletler, %100 doğal olduğunu iddia ettiği ürünler önerirken kimisi de bazı iğnelerle veya cihazlarla zayıflattığını iddia etmektedir. Hele ki uydudan yayın yapan kanallara çıkarak, hatta televizyon programlarına sponsor olarak medyada dilediği gibi demeçler veren uzmanlar, “tanıtıcı reklam” adı altında RTÜK (Radyo ve Televizyon Üst Kurulu) engelini de aşarak yalan yanlış beyanlarla bilgi kirliliğine yol açmaktadır. Lütfen her duyduğunuz habere inanmayın, gittiğiniz uzmanın diplomasını görün!

Bilim, doğruların artmasından ziyade yanlışların azalmasıyla da ilerler. Tıp eğitimi almamış kişilerin insanlara sağlık öğütleri vermesi, hele ki ilaç veya diyet önerisinde bulunması son derece yanlıştır. Her mesleğin amatörlüğü olur, ama sağlık profesyonellerinin olmaz!

Zayıflamanın temelinde eğitim yer almaktadır. Dahiliye uzmanı veya endokrinolog kontrolünde yapılacak klinik muayenenin ardından elde edilen kan tahlil sonuçları yorumlanarak, kişi diyetisyen eşliğinde tıbbi beslenme tedavisine alınmalıdır. Egzersiz ve davranış değişikliği tedavisinin yerleştirilmesi ile hedefe ulaşılmalı ve kişi koruma programına alınmalıdır. Üç ay süresince diyet, egzersiz ve davranış değişikliği tedavisi uygulanmadan kimseye ilaç tedavisi ve/veya cerrahi tedavi uygulanmamalıdır.

AYDA 6 KG ÜZERİNDE AĞIRLIK KAYBI SAĞLIK PROBLEMLERİNE ZEMİN HAZIRLAR

Genel ilkeleri benzer olmakla birlikte diyet mutlaka kişiye özel olarak hazırlanmalıdır. Çünkü herkesin metabolizması birbirinden farklılık gösterir, tıpkı parmak izi gibi. Zayıflama diyetlerinin, kişinin (yaş, cinsiyet, boy uzunluğu, vücut ağırlığı, fiziksel aktivite düzeyi, beslenme alışkanlıkları vb.) özelliklerine göre enerji ve besin öğesi içermesi; yeterli ve dengeli beslenme alışkanlığı kazandırabilmesi ve yavaş (0,5 - 1 kg / hafta) ağırlık kaybı ile bireyin yeni beslenme programını yaşam tarzı haline getirmesini sağlayabilmesi gerekir. Unutulmamalıdır ki; ayda 6 kg üzerinde ağırlık kaybı metabolik olarak başka sağlık problemlerine zemin hazırlamaktadır. Yaşam tarzı haline getirilemeyen hiçbir yönteme başlamamak gerekir.

Peki, bu konuda kişinin nelere dikkat etmesi gerekir? İşte size 10 ipucu:

1. Kesin karar verin.2. Günlük uyku süresini 7 - 8 saat arasında tutmaya çalışın.3. Asla öğün atlamayın.4. Sık aralıklarla, azar azar beslenin (3 ana, 2 - 4 ara öğün şeklinde).5. Yavaş yiyin, besinleri çok iyi çiğneyin. On lokma yerine bir lokma yiyin, ama on kere çiğneyin!6. Kızartma ve kavurma işlemlerinden uzak durun.7. Rafine şeker ve tuz kullanımınızı kısıtlayın.8. Posalı (lifli) besinleri artırın (kurubaklagiller, kepekli tahıllar, sebze ve meyveler).9. Gün içerisinde bol su ve sıvı besin tüketin.10. Fiziksel aktivitenizi mutlaka artırın.

AÇ KALARAK ZAYIFLANMAZ

Aç olmak, en güçlü iradeyi bile sabote edebilir. Öğün atlayarak veya düşük enerjili bir diyet uygulayarak vücut ağırlığınızı kontrol edebileceğinizi mi düşünüyorsunuz? Tekrar düşünün. Yapılan bilimsel çalışmalar, öğün atlamanın düşünmeden atıştırmaya ve fazla besin alımına neden olduğuna, aynı zamanda vücudun enerji harcama hızını da düşürücü bir etki sağladığına dikkat çekmektedir. Günlük alınan enerji önem taşır, fakat bu enerjiyi hangi besinlerden aldığınız daha da önemlidir. Neyi, ne zaman, nerede, neden ve nasıl yediğinizi gözden geçirin. Ardından daha sağlıklı yeme tarzı geliştirmek için bazı değişiklikler yapın. Diyetinizdeki küçük değişiklikler, sağlığınızda önemli farklılıklar yaratabilir. Geleneksel Türk mutfağında yer alan besinleri ölçülü olarak tüketmek obezite konusunda tedavinin anahtarıdır. Tek tip besine dayalı diyetlerden kaçınarak besin çeşitliliğine önem vermek gerekir. 

Kilo vermek için önerilen sayısız yöntem ve diyet bulunmaktadır: Atkins, Dukan, Hollywood, İsveç, Kalp Vakfı, Kan Grubu, Lahana Çorbası Diyeti vb. Bu tip diyetlerin çoğu başlangıçta hızlı kilo kaybı sağlasa da, kısa bir süre sonra bu kilolar fazlasıyla geri alınmaktadır. Ağırlık kaybının hızlı olması öncelikle su, sonrasında kas kitlesindeki azalma ile ilişkilidir. Bu durum sağlığa zarar vermekte, metabolizmanın bozulmasını sağlayarak ömrü kısaltmakta ve hatta uzun vadede ölümlere bile sebep olmaktadır. Halbuki gerçek ağırlık kaybı vücuttaki yağ kitlesinin azalması ile mümkündür.

KİLO VERDİRİYOR YAĞ YAKIYOR DİYE NELER YAPIYORUZ NELER!

Nice insandan kilo verdiriyor, yağ yakıyor, metabolizmayı hızlandırıyor gibi duyumlar sonrası maden suyu, çim suyu, kekik suyu, ballı - limonlu su, ılık su, sirkeli su, alkali su, zayıflama çayı içtiğine ve kabak çekirdeği yediğine tanık olmuşsunuzdur. Denizde dokunmaktan bile çekindikleri yosunların tabletlerini, içeriğinde ne tür kimyasalların bulunduğunu bilmedikleri sözde “bitkisel” bazen de özellikle “kaçak” zayıflama haplarını kullandığını, hatta tok tutar düşüncesi ile pamuk yuttuğunu da duymuş olabilirsiniz. Bugün biri “maydanoz basendeki yağları eritir” dese maydanozun fiyatı sanırım 3 - 5 kat artar. Yani bilimle yakından uzaktan ilgisi olmayan davranışlar sergilemekte üzerimize yok.

Zayıflama alanı çok geniş bir yelpazede iş olanağı sağlamaktadır. Diyet ürünlerden zayıflama ilaçlarına, aktarlarda satılan bitkisel karışımlardan cerrahi operasyonlara, zayıflama çaylarından spor aletlerine kadar oldukça geniş bir pazar söz konusudur. Herkes bu zayıflama pastasından kendi payına düşeni, hatta çok daha fazlasını almaya kalkıyor. Kimisi çıkıp tek tip diyetler, protein ağırlıklı formülalar, bitkisel tabletler, %100 doğal olduğunu iddia ettiği ürünler önerirken kimisi de bazı iğnelerle veya cihazlarla zayıflattığını iddia etmektedir. Hele ki uydudan yayın yapan kanallara çıkarak, hatta televizyon programlarına sponsor olarak medyada dilediği gibi demeçler veren uzmanlar, “tanıtıcı reklam” adı altında RTÜK (Radyo ve Televizyon Üst Kurulu) engelini de aşarak yalan yanlış beyanlarla bilgi kirliliğine yol açmaktadır. Lütfen her duyduğunuz habere inanmayın, gittiğiniz uzmanın diplomasını görün!

Yazının Devamını Oku

Bel çevreni ölç, sağlığını test et!

28 Mayıs 2018
Bel çevreniz boyunuzun yarısında daha yüksekse siz de riskli gruptasınız.


OBEZİTE YAŞAM KALİTESİNİ ETKİLİYOR

Çağımızın en önemli sağlık sorunlarından biri olan obezite, Dünya Sağlık Örgütü’nün raporunda “vücutta fazla miktarda yağ birikmesi sonucu ortaya çıkan ve mutlaka tedavi edilmesi gereken bir sağlık sorunu” olarak tanımlanmaktadır. Metabolik, estetik, psikolojik ve sosyal etkileriyle yaşam kalitesini ve süresini olumsuz yönde etkileyen kronik bir hastalık olarak kabul edilmektedir.

Kalp - damar hastalıkları, hipertansiyon, insüline bağımlı olmayan şeker hastalığı, karaciğer yağlanması, safra kesesi hastalığı, solunum rahatsızlıkları, osteoartrit, eklem hastalıkları, adet düzensizlikleri, kısırlık, bazı kanser türleri vb şu an için bilinen 50’den fazla hastalığa zemin hazırlayan ciddi bir sağlık sorunudur. Vücutta etkilemediği organ ve sistem yoktur.


MEVCUT VÜCUT AĞIRLIĞINIZ SAĞLIKLI MI?

Tek başına veya boy uzunluğuna göre kıyaslayarak vücut ağırlığını değerlendirmek, mevcut vücut ağırlığının sağlıklı olup olmadığını göstermez. Vücut bileşimi (vücutta bulunan yağ / kas oranı, vücuttaki yağın miktarı ve hangi bölgelerde yer aldığı) çok daha önemli bir etmendir. Öte yandan yaşı, cinsiyeti, boy uzunluğu ve vücut ağırlığı aynı olan bireylerin sahip olduğu yağ oranları; dolayısıyla görünümleri birbirinden farklılık gösterebilir. Çünkü vücut yağ oranlarındaki farklılıklarda fiziksel aktivitenin payı büyüktür. Demek oluyor ki; aynı boy uzunluğu ve vücut ağırlığına sahip 2 kişiden kas dokusu fazla olan bir sporcu ile yağ dokusu fazla olan hareketsiz bir bireyin sağlık ve estetik açıdan farklılıklar göstermesi çok normaldir. Kaslar demir gibi ağır, yağlar ise pamuk gibi hafif ve hacimlidir.


ŞİŞMANLIK VE VÜCUT AĞIRLIĞI FARKLI ŞEYLERDİR

Şişmanlığı, vücut ağırlığının fazlalığı ile karıştırmamak gerekir. Sadece boy uzunluğu ile vücut ağırlığı kriter olarak görülmemeli, bel / kalça oranı, hatta sadece bel çevresinin ölçümü dikkate alınmalıdır.


KADINLARDA 88 ERKEKLERDE 102 CM ÜSTÜ TEHLİKELİ

            

Esnemeyen mezür yardımıyla belin en dar, kalçanın en geniş kısmından alınan ölçüm sonuçlarının birbirine bölünmesi ile elde edilen değerin kadınlarda 0,85 ve erkeklerde 1,0 sınırını aşması şişmanlık olarak tanımlanmaktadır.

Yalnız bel çevresinin ölçülmesi bile metabolik komplikasyon riskini ortaya koymaktadır. Kadınlarda 80 cm üzeri risk, 88 cm üzeri yüksek risk olarak tanımlanırken; erkeklerde 94 cm üzeri risk, 102 cm üzeri yüksek risk olarak belirtilmektedir.


 

Son dönemlerde bel / boy oranı da önemli bir parametre olarak kullanılmaktadır. Kişinin bel çevresinin boy uzunluğuna bölünmesi ile elde edilen sonuç 0,5 değerinden küçük olmalıdır. Başka bir deyişle kişinin bel çevresi, boy uzunluğunun yarısını aşmamalıdır. Siz de kendi bedeninizde bu ölçümleri yaparak sağlığınız hakkında fikir sahibi olabilirsiniz.

Formül: Bel Çevresi / Boy Uzunluğu < 0,5

Örnek:

Bel çevresi: 74 cm

Boy uzunluğu: 168 cm

Bel / boy oranı: 74 / 168 Bel / boy oranı: 0,44 (Normal)


YAĞLAR ERKEKLERDE ÜSTTE KADINLARDA İSE ALT BÖLGEDE TOPLANIYOR

Yağın dağılımı incelendiğinde; genellikle erkeklerde bedenin üst bölümlerinde (karın ve göğüslerde), kadınlarda ise bedenin alt bölümlerinde (üst bacak ve basenlerde) birikimin olduğu görülür. Bu nedenle halk arasında “elma ve armut tipi şişmanlık” olarak tanımlanır.

Elma tipi şişmanlıkta insülin direnci, insüline bağımlı olmayan şeker hastalığı, inme, hipertansiyon, kalp - damar hastalıkları ve bazı kanser türlerinin gelişme riski daha yüksektir. Örnek olarak; bel çevresinin her 1 cm artışı %2 oranında, bel / kalça oranının 0,01 birim artması ise %5 oranında kardiyovasküler hastalık riskini artırmaktadır.

Şişmanlık, sağlığın yanı sıra estetik açıdan da büyük önem taşımaktadır. Her 2 cinsiyette de bedene giyilen kıyafetin üst tarafın dar, alt tarafın bol olması istenir!

Çağımızın en önemli sağlık sorunlarından biri olan obezite, Dünya Sağlık Örgütü’nün raporunda “vücutta fazla miktarda yağ birikmesi sonucu ortaya çıkan ve mutlaka tedavi edilmesi gereken bir sağlık sorunu” olarak tanımlanmaktadır. Metabolik, estetik, psikolojik ve sosyal etkileriyle yaşam kalitesini ve süresini olumsuz yönde etkileyen kronik bir hastalık olarak kabul edilmektedir.

Kalp - damar hastalıkları, hipertansiyon, insüline bağımlı olmayan şeker hastalığı, karaciğer yağlanması, safra kesesi hastalığı, solunum rahatsızlıkları, osteoartrit, eklem hastalıkları, adet düzensizlikleri, kısırlık, bazı kanser türleri vb şu an için bilinen 50’den fazla hastalığa zemin hazırlayan ciddi bir sağlık sorunudur. Vücutta etkilemediği organ ve sistem yoktur.

Tek başına veya boy uzunluğuna göre kıyaslayarak vücut ağırlığını değerlendirmek, mevcut vücut ağırlığının sağlıklı olup olmadığını göstermez. Vücut bileşimi (vücutta bulunan yağ / kas oranı, vücuttaki yağın miktarı ve hangi bölgelerde yer aldığı) çok daha önemli bir etmendir. Öte yandan yaşı, cinsiyeti, boy uzunluğu ve vücut ağırlığı aynı olan bireylerin sahip olduğu yağ oranları; dolayısıyla görünümleri birbirinden farklılık gösterebilir. Çünkü vücut yağ oranlarındaki farklılıklarda fiziksel aktivitenin payı büyüktür. Demek oluyor ki; aynı boy uzunluğu ve vücut ağırlığına sahip 2 kişiden kas dokusu fazla olan bir sporcu ile yağ dokusu fazla olan hareketsiz bir bireyin sağlık ve estetik açıdan farklılıklar göstermesi çok normaldir. Kaslar demir gibi ağır, yağlar ise pamuk gibi hafif ve hacimlidir.

Şişmanlığı, vücut ağırlığının fazlalığı ile karıştırmamak gerekir. Sadece boy uzunluğu ile vücut ağırlığı kriter olarak görülmemeli, bel / kalça oranı, hatta sadece bel çevresinin ölçümü dikkate alınmalıdır.

Yazının Devamını Oku

Karpuz cinsel isteği artırıyor

5 Mayıs 2018
Bazı besinlerin karın doyurmanın yanında afrodizyak etkisi bulunduğunu belirten uzmanlar, ruhu ve libidoyu besleyen bazı besinlerin varlığından bahsediyorlar. Afrodizyak etki yaratan ve cinsel isteği artırmak için uzmanların tavsiye ettiği yiyecekler arasında özellikle erkekler için ‘karpuz’ yer alıyor.

EREKSİYON FONKSİYON BOZUKLUĞUNA İYİ GELİYOR

Karpuzun daha iyi bir cinsel performansa katkısı olduğu henüz kanıtlanmamış olmakla birlikte kan akışını hızlandırması sebebi ile ereksiyon fonksiyon bozukluğuna iyi geldiğine dair çalışmaların mevcut olduğunu söyleyen Uzman Diyetisyen M. Turgay Köse, karpuzun diğer faydalarına da değindi.

KARPUZUN FAYDALARI SAYMAKLA BİTMİYOR

Yaz mevsiminin vazgeçilmez meyvelerinden biri olan karpuz A, B ve C vitamini ile potasyum, kalsiyum ve demir minerali içeriyor. % 93 oranında su içeren karpuz, böbrek ve mesane kumlarını dökmeye, kanı temizlemeye, hazmı kolaylaştırmaya ve barsakları çalıştırmaya yardımcı oluyor. Bol miktarda likopen içermesi sayesinde kanserden koruyucu etkisinin yanı sıra vücuttaki bazı atık maddelerin idrarla dışarı atılmasına, kalp fonksiyonlarının ve tansiyonun düzenlenmesini sağlıyor.

YAĞ VE KOLESTEROL İÇERMİYOR

Karpuzun tüm meyveler arasında en düşük enerjiye sahip olduğu düşünülürse zayıflama diyetlerinde ve şeker hastalığında beslenme programının dışına atılması karpuza karşı bir haksızlık anlamına geliyor. Yağ ve kolesterol içermeyen karpuz için bir tek dikkat edilmesi gereken konu, tüketim miktarı ve sıklığıdır. Tek seferde aşırı miktarda yenilmediği sürece herhangi bir sıkıntı yaratmayacağı söylenebilir.  

KARPUZLU DİYET FROZEN TARİFİ

Karpuzun daha iyi bir cinsel performansa katkısı olduğu henüz kanıtlanmamış olmakla birlikte kan akışını hızlandırması sebebi ile ereksiyon fonksiyon bozukluğuna iyi geldiğine dair çalışmaların mevcut olduğunu söyleyen Uzman Diyetisyen M. Turgay Köse, karpuzun diğer faydalarına da değindi.

Yaz mevsiminin vazgeçilmez meyvelerinden biri olan karpuz A, B ve C vitamini ile potasyum, kalsiyum ve demir minerali içeriyor. % 93 oranında su içeren karpuz, böbrek ve mesane kumlarını dökmeye, kanı temizlemeye, hazmı kolaylaştırmaya ve barsakları çalıştırmaya yardımcı oluyor. Bol miktarda likopen içermesi sayesinde kanserden koruyucu etkisinin yanı sıra vücuttaki bazı atık maddelerin idrarla dışarı atılmasına, kalp fonksiyonlarının ve tansiyonun düzenlenmesini sağlıyor.

Karpuzun tüm meyveler arasında en düşük enerjiye sahip olduğu düşünülürse zayıflama diyetlerinde ve şeker hastalığında beslenme programının dışına atılması karpuza karşı bir haksızlık anlamına geliyor. Yağ ve kolesterol içermeyen karpuz için bir tek dikkat edilmesi gereken konu, tüketim miktarı ve sıklığıdır. Tek seferde aşırı miktarda yenilmediği sürece herhangi bir sıkıntı yaratmayacağı söylenebilir.  

KARPUZLU DİYET FROZEN TARİFİ

Yazının Devamını Oku

Diyet için küçük ama sağlık için büyük bir adım!

10 Temmuz 2017
Metabolizma hızı kalıtsal olabilir ama beslenme alışkanlıkları kalıtsal değildir.

METABOLİZMA KALITSAL OLABİLİR AMA...

Aile içinde beslenme alışkanlıkları büyüklerden küçüklere geçer. Bu durum vücut ağırlığındaki benzerlikleri yansıtabilir. Hızlı veya yavaş metabolizma kalıtsal olabilir, fakat beslenme alışkanlıkları kalıtsal olamaz. Vücut ağırlığınızı etkin bir şekilde korumak için eski yeme alışkanlıklarınızı sorgulayın ve şişmanlamanıza neden olan davranışlarınızı belirleyin. Neyi, ne zaman, nerede, neden ve nasıl yediğinizi gözden geçirin. Ardından daha sağlıklı yeme tarzı geliştirmek için bazı değişiklikler yapın. Diyetinizdeki küçük değişiklikler, sağlığınızda önemli farklılıklar yaratabilir.

 AÇ KALARAK KİLO KAYBEDECEĞİNİZİ Mİ SANIYORSUNUZ?

Aç olmak, en güçlü iradeyi bile sabote edebilir. Öğün atlayarak veya düşük enerjili bir diyet uygulayarak vücut ağırlığınızı kontrol edebileceğinizi mi düşünüyorsunuz? Tekrar düşünün. Yapılan bilimsel çalışmalar, öğün atlamanın düşünmeden atıştırmaya ve fazla besin alımına neden olduğunu ve vücudun enerji harcama hızını da düşürücü bir etki sağladığına dikkat çekmektedir. Alınan enerji çok fazla kısıtlanırsa, enerji vücut tarafından daha verimli bir şekilde kullanılabilir hale getirilir ve bu durumda aynı vücut işlevleri için çok daha az enerjiye gereksinim duyulur. Metabolizma hızında görülen bu yavaşlama, vücudun yaşamak için gösterdiği bir adaptasyondur.

AÇLIK HİSSİ SAĞLIKLI BİR SİNYALDİR

Zamansızlık, isteksizlik, yemek yemeye vakit bulamamak, nakit para bulundurmamak, geç uyanmak, yalnız yemekten hoşlanmamak, diyet yapıyor olmak, aç hissetmemek gibi birçok nedenden dolayı insanlar öğün atlamaktadır. Açlık hissinin sağlıklı bir sinyal olduğu düşünülmeli ve bu sinyalleri reddetmek yerine kabullenmek gerekir. Kahvaltı etmemenin gerekçeleri arasında ise; erken saatlerde aç hissetmemek, vakit bulamamak, kahvaltının kilo aldıracağını düşünmek, alışılmış kahvaltılardan hoşlanmamak ve seyahat programına uymadığını bahane etmek vb yer almaktadır.

ANA ÖĞÜNLER GEÇİŞTİRİLİYOR

İş yerinde, arabada, televizyon seyrederken, maç izlerken veya sinemada atıştırma çoğu bireyin yaşam tarzı haline gelmiştir. Çoğunlukla yağlı, şekerli ve yüksek enerjili besinlerle yapılan atıştırmaların sonucunda ana öğünler geçiştirilmektedir. Bu durumda gün boyunca ihtiyaç duyulan besin öğeleri yetersiz alınmaktadır. Halbuki atıştırmalık besinler dikkatli bir şekilde seçildiğinde sağlıklı ve keyifli bir yaşamı olumlu yönde etkilerler. Günümüzde çoğu insan, günde 3 öğün şeklindeki beslenme tarzını bırakmış durumdadır. Bunun yerine, günün hızlı yaşam koşullarına daha uygun olan az ve sık öğün tüketim yolunu seçmişlerdir. Tüketilen bu küçük porsiyonlardaki yemekler, atıştırmalık besinler değildir.

SIK ARALIKLARLA DAHA AZ ENERJİ TÜKETİMİ

Ara öğün veya küçük yemek tüketimi aslında yeni bir buluş değildir, birçok ülkede geleneksel yeme kültürlerinin bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır. Geleneksel İspanyol yemeklerinde çok çeşitli küçük porsiyonlu yemekler “tapas” olarak sunulmaktadır. Mısır, Yunanistan ve ülkemizde de bunlar, “meze” olarak sunulmaktadır. İtalya’da ise küçük yemekler veya “spuntino” mini bir pizza, domates ve peynirli ızgara ekmek veya ufak et ve sebze parçaları şeklinde olabilmektedir. Çin mutfağında “kalbe dokunmak” anlamına gelen “dim sum” yumurta köfteleri ve buharda pişirilmiş hamur tatlısı vb bu çeşit yemeklere birer örnektir. Sık aralıklarla daha az enerji tüketimi, fazladan enerji harcanmasına neden olabilmektedir. Besinleri kısa süreli yeme ve sindirmenin termojenik diğer bir deyişle kalori yakan bir etkisi vardır.

ARA ÖĞÜN TÜKETİMİ YARARLI BİR ALIŞKANLIKTIR

Akıllıca düzenlenirse besin öğesi açığını kapatır, ana öğünlerdeki enerji alımlarına destek olur ve açlığı kontrol etmeyi sağlar. Fakat ara öğünler için hazırlanan bazı besinlerin yağ ve şeker içerikleri çok yüksektir. Bu nedenle beslenme konusunda yeterli bilgiye sahip olmayan çoğu insan ara öğünler konusunda suçluluk duymaktadır. Onlara göre ara öğünler, sağlıklı beslenmenin bir parçası olmak yerine şüpheyle bakılan bir beslenme şeklidir. Bazı popüler inanışlara göre; ara öğünlerin kişiyi yağlandırdığı, diş çürüklerine neden olduğu, iştahı olumsuz yönde etkilediği, keyif veren besinlerin sağlıklı beslenmede yerinin olamayacağı vb görüşü hakimdir.

ZAYIFLAMAK UĞRUNA ÇOK BÜYÜK PARALAR HARCANIYOR

Unutulmamalıdır ki; hiçbir atıştırma, ara öğün, ana yemek ya da günde bir defa fazla yağlı yemek tüketmek sağlığı etkileyemez. Önemli olan, uzun dönemdeki besin seçimleri ve yeme şeklidir! Günümüzde her yıl zayıflamak uğruna çok yüksek paralar harcanmaktadır. Özellikle yaşam tarzını değiştiremeyen kişiler için hızlı ve kolay kilo verme karşı konulması güç olan bir fikirdir. Bilimsel olmayan diyetlerin etkisiz olmasına karşın, kilo verme fikrinin cazibesi bir diğerini deneme isteğini doğurmaktadır. Sonuç? Boşa harcanan paralar, tekrar alınan kilolar, başarısızlık hissi ve bazen de sağlığa verilen zarar. Sürekli anlamsız diyetleri deneyen kişilerde kilo kontrolü çözümlenemeyen bir problem haline dönüşmektedir. Vücudunuzu akordeon gibi daraltıp genişletmeyin!

HER BAŞARISIZ DİYET KİLO VERMEYE KARŞI DİRENÇ OLUŞTURUR

Şişmanlık problemi olan kişilerin pek çoğu, bir diyet programı öncesi ve sonrasında, normalde yediği miktardan daha fazla yemektedir. Diyet programının ardından, metabolizma eski hızına uzun bir sürede döner. Bu nedenle her başarısız diyet, kilo vermeye karşı direncin biraz daha güçlenmesi anlamına gelir. Sık sık diyet yapmanın en olumsuz tarafı, her diyet denemesinde kilo kaybetmenin bir öncekinden daha zor olmasıdır. Sürekli diyet yapanlar bir yandan daha kolay kilo alırken, diğer yandan daha zor kilo verirler. O nedenle şişmanlık problemi olan kişiler zayıfladıktan sonra mutlak surette kilo koruma programına alınmalıdır. Herhangi bir zayıflama programı, ancak kaybedilen ağırlık iki yıl süreyle korunabildiği takdirde başarılı olarak tanımlanabilir.

Aile içinde beslenme alışkanlıkları büyüklerden küçüklere geçer. Bu durum vücut ağırlığındaki benzerlikleri yansıtabilir. Hızlı veya yavaş metabolizma kalıtsal olabilir, fakat beslenme alışkanlıkları kalıtsal olamaz. Vücut ağırlığınızı etkin bir şekilde korumak için eski yeme alışkanlıklarınızı sorgulayın ve şişmanlamanıza neden olan davranışlarınızı belirleyin. Neyi, ne zaman, nerede, neden ve nasıl yediğinizi gözden geçirin. Ardından daha sağlıklı yeme tarzı geliştirmek için bazı değişiklikler yapın. Diyetinizdeki küçük değişiklikler, sağlığınızda önemli farklılıklar yaratabilir.

Aç olmak, en güçlü iradeyi bile sabote edebilir. Öğün atlayarak veya düşük enerjili bir diyet uygulayarak vücut ağırlığınızı kontrol edebileceğinizi mi düşünüyorsunuz? Tekrar düşünün. Yapılan bilimsel çalışmalar, öğün atlamanın düşünmeden atıştırmaya ve fazla besin alımına neden olduğunu ve vücudun enerji harcama hızını da düşürücü bir etki sağladığına dikkat çekmektedir. Alınan enerji çok fazla kısıtlanırsa, enerji vücut tarafından daha verimli bir şekilde kullanılabilir hale getirilir ve bu durumda aynı vücut işlevleri için çok daha az enerjiye gereksinim duyulur. Metabolizma hızında görülen bu yavaşlama, vücudun yaşamak için gösterdiği bir adaptasyondur.

Zamansızlık, isteksizlik, yemek yemeye vakit bulamamak, nakit para bulundurmamak, geç uyanmak, yalnız yemekten hoşlanmamak, diyet yapıyor olmak, aç hissetmemek gibi birçok nedenden dolayı insanlar öğün atlamaktadır. Açlık hissinin sağlıklı bir sinyal olduğu düşünülmeli ve bu sinyalleri reddetmek yerine kabullenmek gerekir. Kahvaltı etmemenin gerekçeleri arasında ise; erken saatlerde aç hissetmemek, vakit bulamamak, kahvaltının kilo aldıracağını düşünmek, alışılmış kahvaltılardan hoşlanmamak ve seyahat programına uymadığını bahane etmek vb yer almaktadır.

İş yerinde, arabada, televizyon seyrederken, maç izlerken veya sinemada atıştırma çoğu bireyin yaşam tarzı haline gelmiştir. Çoğunlukla yağlı, şekerli ve yüksek enerjili besinlerle yapılan atıştırmaların sonucunda ana öğünler geçiştirilmektedir. Bu durumda gün boyunca ihtiyaç duyulan besin öğeleri yetersiz alınmaktadır. Halbuki atıştırmalık besinler dikkatli bir şekilde seçildiğinde sağlıklı ve keyifli bir yaşamı olumlu yönde etkilerler. Günümüzde çoğu insan, günde 3 öğün şeklindeki beslenme tarzını bırakmış durumdadır. Bunun yerine, günün hızlı yaşam koşullarına daha uygun olan az ve sık öğün tüketim yolunu seçmişlerdir. Tüketilen bu küçük porsiyonlardaki yemekler, atıştırmalık besinler değildir.

Ara öğün veya küçük yemek tüketimi aslında yeni bir buluş değildir, birçok ülkede geleneksel yeme kültürlerinin bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır. Geleneksel İspanyol yemeklerinde çok çeşitli küçük porsiyonlu yemekler “tapas” olarak sunulmaktadır. Mısır, Yunanistan ve ülkemizde de bunlar, “meze” olarak sunulmaktadır. İtalya’da ise küçük yemekler veya “spuntino” mini bir pizza, domates ve peynirli ızgara ekmek veya ufak et ve sebze parçaları şeklinde olabilmektedir. Çin mutfağında “kalbe dokunmak” anlamına gelen “dim sum” yumurta köfteleri ve buharda pişirilmiş hamur tatlısı vb bu çeşit yemeklere birer örnektir. Sık aralıklarla daha az enerji tüketimi, fazladan enerji harcanmasına neden olabilmektedir. Besinleri kısa süreli yeme ve sindirmenin termojenik diğer bir deyişle kalori yakan bir etkisi vardır.

Akıllıca düzenlenirse besin öğesi açığını kapatır, ana öğünlerdeki enerji alımlarına destek olur ve açlığı kontrol etmeyi sağlar. Fakat ara öğünler için hazırlanan bazı besinlerin yağ ve şeker içerikleri çok yüksektir. Bu nedenle beslenme konusunda yeterli bilgiye sahip olmayan çoğu insan ara öğünler konusunda suçluluk duymaktadır. Onlara göre ara öğünler, sağlıklı beslenmenin bir parçası olmak yerine şüpheyle bakılan bir beslenme şeklidir. Bazı popüler inanışlara göre; ara öğünlerin kişiyi yağlandırdığı, diş çürüklerine neden olduğu, iştahı olumsuz yönde etkilediği, keyif veren besinlerin sağlıklı beslenmede yerinin olamayacağı vb görüşü hakimdir.

Yazının Devamını Oku

1 haftada 5 kilo nasıl verilir?

24 Haziran 2017
Bu kadar çok diyet listesi ortalarda dolaşırken neden hala insanların kilo problemi var?

İlkbaharın gelmesi ve havaların her geçen gün biraz daha ısınmasıyla birlikte kışlık kıyafetlerin yerini yazlıklar almaya başladı. Tam da bugünlerde herkesi farklı bir telaş sarmış durumda: Kimisi fazla kilolardan kurtulma derdinde, kimisi ise bu durumu fırsat bilerek o kişilerin cüzdanlarına göz dikmekte ve bilimsel olmayan yöntemlerle toplumun sağlığı ile oynamakta.

Şu anda okumakta olduğunuz makalemin başlığını özellikle bu şekilde seçtim: "1 Haftada 5 kg nasıl verilir? Çok basit: VERİLEMEZ!

Aslında ben size soruyorum: 1 haftada 5 kg ağırlık kaybetmek nasıl mümkün olabilir? Siz bu kiloları ne kadar sürede aldınız? Nasıl olur da 1 hafta gibi kısa sürede 5 kg verebileceğinize inanırsınız? Neden her duyduğunuza inanıyorsunuz? 

Öte yandan her gün kitle iletişim araçlarında onlarca mucize diyet ile karşılaşılmakta. “İsveç Diyeti, Hollywood Diyeti, Ayırma Diyeti, Renk Diyeti, Manken Diyeti, Lahana Çorbası Diyeti, Renk Diyeti, Burçlara Göre Diyet, Kan Grubu Diyeti, Amerikan Kalp Vakfı Diyeti, Atkins Diyeti, Son Şans Diyeti” ve daha yüzlerce değişik isimli veya isimsiz diyet. Peki, bu kadar çok diyet listesi ortalarda dolaşırken neden hala insanların kilo problemi var? Çünkü bu tip diyetlerin çoğu başlangıçta hızlı kilo kaybı sağlasa da, kısa bir süre sonra bu kilolar fazlasıyla geri alınmaktadır. Bu tip diyetler sağlığa zarar vermenin ve metabolizmanın bozulmasını sağlayarak ömrü kısaltmanın yanı sıra, kişinin ben bu işi başaramıyorum diyerek umutsuzluğa kapılmasına neden olmaktadır. Zaten yaşam tarzı haline getirilemeyen hiçbir yönteme başlamamak gerekir. Gerçek ağırlık kaybı vücuttaki yağ kitlesinin azalması ile mümkündür. Kas ve su kitlesindeki kayıplar hem sağlık açısından risklidir, hem de kalıcı ağırlık kaybına neden olmamaktadır. Ağırlık kaybının hızlı olması öncelikle su, sonrasında kas kitlesindeki azalma ile ilişkilidir.

[webtv=115273]

Genel ilkeleri benzer olmakla birlikte diyet mutlaka kişiye özel olarak hazırlanmalıdır. Çünkü herkesin metabolizması birbirinden farklılık gösterir, tıpkı parmak izi gibi. Multifaktöriyel bir hastalık olan şişmanlığın tedavisinde multidisipliner bir yaklaşım gerekir. Dahiliye uzmanı veya endokrinolog, diyetisyen, fizyoterapist ve psikolog ile ekip halinde tedavi edilmesi durumunda daha sağlıklı sonuçlar alınabilir. Günümüzde birçok kronik hastalığın temel nedenini oluşturan şişmanlığın tedavisinde diyetisyen en yetkili ve etkin meslek mensubudur. Sağlık ekibinin temel direği olan hekim hastanın gerekli muayenesini yapar, tahlillerini yaptırır ve diyetisyen, kişinin özelliklerine uygun beslenme modelleriyle normal ağırlığa iniş sürecini başlatır.

Yazının Devamını Oku

Kavun ve karpuz ne kadar tüketilmeli?

14 Haziran 2017
Kavun-karpuz yiyerek zayıflamak mümkün mü? Kavun ve karpuz kaç kaloridir? Ne kadar tüketmek gerekir?

Meyve tüketimi ile kalp - damar hastalıkları, bazı kanser türleri, inme, diyabet, Alzheimer hastalığı, katarakt ve yaşla ilintili fonksiyonel kayıp riskinin azalması arasında kuvvetli bir ilişki vardır. Bu etkilerin meyvelerin içerdiği diyet posası, folat, potasyum ve Beta - karoten, C vitamini, E vitamini gibi antioksidan etkinlik gösteren biyoaktif fitokimyasal bileşenlerden kaynaklandığı vurgulanmaktadır.

Meyvelerde de değişen oranlarda A ve C vitamini bulunmaktadır. Turunçgiller, kavun, karpuz, çilek, böğürtlen gibi meyveler C vitamini açısından zengindirler. Koyu sarı renkli (kavun, kayısı, mango, şeftali gibi) meyvelerin çoğu A vitamininin zengin kaynağıdır.

Bunların yanı sıra çoğu meyve potasyum ve folik asit içermektedir. Özelikle kabuklu olarak yenebilen meyveler ile kuru meyveler iyi birer posa (lif) kaynağıdırlar.

Posalı besinler şeker, kolesterol ve kan basıncı (tansiyon) seviyelerini istenilen düzeylerde tutmaya yardımcı olmaktadır. Midede su ile birlikte şişerek tokluk, doygunluk hissi uyandırmaktadır. Aynı zamanda dışkılama sayısını ve miktarını artırarak kabızlığı önlemekte ve özellikle kalın bağırsak kanserinden koruyucu etkiler göstermektedir.

Ancak, su dışında hemen hemen tüm besinlerin bir enerjisinin olduğu bilinmelidir. Meyve de olsa fazla tüketilmeleri durumunda vücut ağırlığını artırıcı etkiler gösterebileceği unutulmamalıdır. Hiçbir besinin yağ yakıcı özelliği yoktur. Uygulanan diyet programı yağlanmayı önlemeye yardımcı olurken, yapılan spor ile vücutta depolanan yağlardan kurtulmak mümkün olabilmektedir.

Yazının Devamını Oku

Geçmişten günümüze obezite

28 Mayıs 2017
İnsanoğlu etobur mu, otobur mu? Bu soru farklı görüşler tarafından sürekli olarak tartışıladursun, obur olduğumuz kesin!

“Ailenizin Diyetisyeni” olarak makalelerimi paylaşacağım bu platformda ilk konuyu obezite olarak tercih ettim. Mesleki anlamda pek çok çalışma alanımız olsa da diyetisyen denilince ilk olarak şişmanlık akla gelmektedir.

Bu soru farklı görüşler tarafından sürekli olarak tartışıladursun, obur olduğumuz kesin! Obezite özellikle son 10 yılın değil, geleceğin en önemli halk sağlığı sorunlarından biridir. Gelecek 10 yıl içerisinde yaklaşık %40 oranında artacağı düşünülen şişmanlık konusunda; böyle giderse 22. yüzyılda ABD’nin tamamının, 23. yüzyılda dünyadaki tüm yetişkinlerin obez olacağına dair istatistiklerden bahsedilmektedir. Obezite, doğrudan ve dolaylı olarak 50’yi aşkın hastalığa davetiye çıkartan ve geleceğin en önemli sağlık sorunlarından biridir. Peki, obezite ne demek bilmez iken bizlere ne oldu da bu salgın genç - yaşlı, kadın - erkek demeden herkesin diline dolanmaya ve hepimizin sorunu haline gelmeye başladı?

Geçmişte insanlar buğdayı yetiştiği haliyle tüketirlerdi. Günümüzde ise buğday rafine edilmekte, üzerindeki kabuk ve kepeğinden ayrılmaktadır. Böylelikle vitamin, mineral ve eser elementler bakımından zengin olan kısmını yitirmekte ve kan şekerini daha hızlı yükselten beyaz bir zehir haline gelmektedir. Sıkça tüketilen beyaz ekmek, açma, poğaça, börek, sandviç, pizza, kek, pasta vb ürünler genellikle beyaz undan yapılmaktadır. Geleneksel doğal besinler, yerini Batı türü beslenme şekline bıraktı. Tahıl ürünleri saflaştırıldı ve şeker tüketimi arttı; kurubaklagil, sebze ve meyvelerin tüketiminde ciddi azalmalar söz konusu oldu. Yeni yetişen nesil, hazır besin tüketiminde sınır tanımaz hale geldi. Türk mutfağında hemen her yemekte kullanılan soğanın bile küp şeklinde doğranmış halini paketlenmiş ve kullanıma hazır bir şekilde marketlerde bulabilmek mümkün. Eski çağlarda yemek bulabilmek için avlanmak zorunda olan insanlar, günümüzde telefon veya internet sayesinde hiç enerji harcamadan dünya kadar enerji alabilecekleri besinleri dakikalar içerisinde sipariş edebilmektedir. “Fast food” diye adlandırılan hızlı ve hazır besin tüketimi ile birlikte enerji, şeker, doymuş (kötü) yağ, trans yağ asitleri ve sodyum tüketimi artarken; posa, kalsiyum, folik asit, A ve C vitamini açısından yetersizlikler söz konusu olabilmektedir.

Tüm bunlara karşılık sabanla tarla sürmek, değirmende buğday öğütmek, dere kenarında döverek çamaşır yıkamak vb tarihe karıştı. Asansör ve yürüyen merdivenlere henüz alışmışken yürüyen bantlarla tanıştık. El ve ev aletlerinden bisiklete, damacana su pompasından diş fırçasına, kepenkten perdeye kadar her şeyin elektrikli veya şarjlı alternatifleri ile karşılaştık. Tam otomatik çamaşır makinesinden çıkan kıyafetleri silkeleyip asma zahmetinden kurtulmak için çamaşır kurutma makineleri icat edildi. Arabalarda el yordamıyla ayarlanan dikiz aynaları, kolu çevrilerek açılan pencereler, düğmesi döndürülerek ayarlanan radyo istasyonları, anahtar kullanılarak açılan kapılar ve kontak; yerlerini elektrikli ve kumanda ile çalışan donanımlara bıraktı. Günümüzde aracın radyo ve CD çalarını direksiyondan kumanda etmek, otomatik vites veya hız sabitleyici sayesinde debriyaja, hatta gaza bile basmadan seyahat etmek mümkün olabilmektedir.

Fotosel ve sensörler sayesinde ufacık bir hareketle çalışan kapıdan lambaya, musluktan sabunluğa, el kurutma makinesinden çöp kovasına kadar pek çok cihaz insanların hareketsizliğine yepyeni bir boyut kazandırdı. Hatta “timer” sayesinde o ufacık harekete bile gerek kalmadan bahçe sulamak, aydınlatmaları açıp kapamak, hatta balıklara yem vermek gibi işleri düzenli olarak gerçekleştirmek mümkün olabilmektedir. Teknoloji uzmanları, insanlar gece kalktıklarında rahatça bir şeyler atıştırabilsin diye buzdolaplarına lamba koymayı bile ihmal etmemişler. Şaka bir tarafa, özellikle aşırı besin alımı ve hareketsizlik sayesinde ortaya çıkan şişmanlık, pandemi (kıtalararası yayılan salgın bir hastalık) şeklinde ilerlemeye devam etmektedir. Şişmanlık, sağlığın yanı sıra estetik açıdan da çok önem taşımaktadır. Sonuç olarak; her 2 cinsiyette de bedene giyilen t-shirt için; üst tarafın dar, alt tarafın bol olması istenir.

Bir sorunu ortadan kaldırmak için öncelikli olarak sıkıntının nedenini bulmak gerekir. Genetik, cinsiyet ve yaş faktörü için şimdilik yapılabilecek pek bir şey yok. Bunlar değiştirilemeyen faktörler olarak tanımlanmaktadır. Ev krokileri ilk başta mükemmeldir. Peki, 30 sene sonra nasıl görünürler? Nasıl inşa edildikleri ve evin ne şekilde kullanıldığı çok önemlidir. Olimpiyat madalyası kazanan sporcuların genetik avantajı olabilir; ancak maksimum potansiyele ulaşabilmek adına yıllarca antrenman yapıp dengeli beslenirler. Aynı yumurta ikizlerinin bile zaman içerisinde benzerlikleri azalmaktadır. Hele ki küçük yaşlardan itibaren ayrı bir şekilde yaşamaya başlamışlarsa. Demek ki, bir de değiştirilebilen faktörler vardır: Aşırı yeme, hareketsizlik, hormonal etmenler, psikolojik sorunlar, ilaç kullanımı, alkolizm vb nedenlerden dolayı şişmanlık ortaya çıkmış ise, her biri için başvuru yapılabilecek merkezlerin olduğu ve ihtiyaç durumunda destek alınabileceği unutulmamalıdır.

Sizlerin de bilimden ve deneyimlerimizden pay çıkarabilmeniz dileklerimle, sağlıklı günler…

Yazının Devamını Oku

Mutfaktaki tehlikelerin farkında mısınız?

25 Mayıs 2017
Besin güvenliği hakkında ne kadar bilgi sahibisiniz? Mutfağınızda tükettiğiniz gıdalar ne kadar temiz ve hijyenik? Uzman Diyetisyen Turgay Köse mutfağınızdaki tehlikeleri ve almanız gereken önlemleri anlatıyor.

SIK SIK ELLERİNİZİ YIKAYIN

Sıcak ve nemli olan ellerde bakteriler kolaylıkla yaşar ve ürerler. Ellere bulaşan mikroplar yüzeyden yüzeye, besinden besine geçerler. Hastalıkların yayılmasını kontrol etmenin en iyi yollarından biri de ellerin yıkanmasıdır. Hijyen çok önemli! Besin güvenliği, besin öğeleri kaybından ve lezzetten çok daha ön planda tutulmalıdır. Öte yandan oksijenle bile temas etmeden direkt olarak göğüs ucundan bebeğin ağzına ulaştığı için dünyanın en saf ve temiz besini olarak kabul edilen anne sütünde bile 100’ün üzerinde, içilebilir nitelikte suda 600 civarında kimyasal madde bulunduğunu biliyor muydunuz? Asıl önemli konu; kontrol edilebilir olmasıdır.

MARKETTEN ÇIKTIKTAN SONRA NESİN ARTIK SİZİN SORUMLULUĞUNUZDA

Dünya genelinde en güvenli besinler gelişmiş ülkelerde bulunmaktadır. Besin zinciri içinde yer alan çiftçiler, üreticiler, marketler ve restoranlar çok dikkatli bir şekilde belirlenmiş sıkı besin güvenliği yönetmeliklerini uygulamak durumundadır. Fakat besin marketten çıktıktan sonra, besin güvenliği artık sizin sorumluluğunuz altına girmiş olmaktadır. Bunu sağlamakla ilgili önemli kuralları herkesin bilmesi gerekir: Tüm besinlerin temiz olması, sıcak yemeklerin sıcak ve soğuk yemeklerin soğuk tutulması gibi.

HASTALIK YAPICI (PATOJEN)  BAKTERİLERLE İLGİLİ 3 ÖNEMLİ TEHLİKE VARDIR:

    Her yerde bulunurlarÇok çabuk çoğalırlarGözle görülemezler

Sayıları çok fazla olsa bile, bakterileri mikroskop olmadan göremezsiniz. Tabiİ bizler denize girdiğimizde “Ayak parmaklarımı sayabiliyorum, deniz çok temiz.” diye yorumlayarak mikroskop gerçeğini bile hiçe sayan bir toplumuz. Eğer bir besinde mikroorganizmaların varlığından şüpheleniyorsanız, tadına bile bakmayı düşünmeyin!

  

Şüphelendiğiniz besini güvenli bir şekilde paketleyin ve hiç kimsenin ulaşamayacağı bir yere atın. Mikrobiyolog bile olsanız, bir besinin zehirli olup olmadığını görüntüsünden, kokusundan, hatta tadından kolay kolay anlayamazsınız. Bu nedenle sizi olası bir besin zehirlenmesinden korumaya yardımcı olacak öneriler içeren bir bölüm ile başlıyoruz:

Kötü Haber: İlk yaşadığınız besin zehirlenmesi, sizi ikincisine karşı bağışıklı hale getirmez.

İyi Haber: Daha dikkatli olmanızı sağlayarak ikinci besin zehirlenmesi oluşum riskini azaltır.

DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN NOKTALAR

    Besinleri satın alırken taze olmasına dikkat edin. İmal ve son kullanım tarihlerini okuyun, tarihi geçmiş olanları almayın. Üzerinde son kullanım tarihi olmayan besinleri ise; rengini, görünüşünü ve kokusunu inceleyerek satın alın.Bir ürün satın alırken; ambalajının sağlamlığına, ambalaj üzerindeki besin adına, firma adına ve adresine, üretildiği yere, miktarına, hazırlama ve kullanma talimatına, depolama ve saklama koşullarına dikkat edin.Alışveriş yaparken dondurulmuş ve kolay bozulabilecek besinleri kasaya giderken alın.Dondurulmuş besin alırken taş gibi sert olanları tercih edin. Üzerinde buz kristali ve karlanma olanları asla almayın. Alışveriş sonrası hiç vakit kaybetmeden -18°C sıcaklıkta derin dondurucuda depolayın.Dondurulmuş besinleri çözdürdükten sonra tekrar dondurmayın.Et ve süt ürünleri gibi oda sıcaklığında bozulabilecek besinleri satın aldıktan sonra kısa süre içinde buzdolabına yerleştirin.Buzdolabı sıcaklığının 4°C üzerinde olmamasına dikkat edin.Besinleri buzdolabında nem ve hava geçirmeyen kaplar içinde saklayın.Buzdolabını tıka basa doldurarak içerisindeki hava akımını engellemeyin.Buzluğu çözdürürken veya buzdolabını temizlerken, dondurulmuş ve kolay bozulabilecek besinleri buzla doldurulan kaplar içerisinde bekletin.Çok yüksek derecede sıcaklık ve vakum altında ısıtma koşulları sağlanamadığı sürece evde konserve yapmaktan kesinlikle kaçının.Yıkandıktan sonra nemli kalarak bakterilerin çoğalmasına neden olabildiği için tahtadan yapılmış (kaşık, maşa veya doğrama tahtası gibi) ürünleri kullanmayın.Et, peynir, ekmek, sebze ve meyve kesip doğrarken kullanılan doğrama tahtası, bıçak gibi ekipmanlar kesinlikle farklı olmalıdır.Besinleri, iç sıcaklığı en az 70°C olacak şekilde pişirin. Besinleri tekrar ısıtmaktan mümkün oldukça kaçının. Gerekirse bu ilkeye dikkat ederek yenilecek miktarda ısıtın.Çiğ ve pişmiş besinleri asla yan yana getirmeyin.Koşullar uygun olduğunda besin zehirlenmelerine yol açabilen riskli besinleri oda sıcaklığında 2 saatten uzun süre bırakmayın, buzdolabında saklayın.

POTANSİYEL OLARAK RİSKLİ BESİNLER NELERDİR?

  

    Çiğ ya da pişmiş yumurta, süt, et ve su ürünleriPişmiş tahıl, kuru baklagil ve sebze yemekleriEt, peynir ve krema kullanılan hamur işleriOlgunlaşmamış ve yumuşak peynirYağ içinde bekletilmiş sarımsakSoslar (örnek olarak; mayonez)

MUTFAĞINIZDAKİ GİZLİ TEHLİKELERE KARŞI DİKKATLİ OLUN

Bakteriler; gözle görülemeyen ve besinlere bulaştıktan sonra uygun koşul ve sürelerde üreyerek hastalık yapan mini canlılardır. Mikroskopta en az 100 kez büyütüldükleri zaman gözle görülebilen, sınırlı hareket kabiliyetine sahip mikroorganizmalardır. Bakterilerin üreme süreleri ortalama 20 dakikadır ve koşullar uygun olduğunda - özellikle de oda sıcaklığında - geometrik dizi şeklinde çoğalırlar. Yani besinde bulunan 1 bakteri 20. dakika bölünerek 2 tane, 40. dakika bölünerek 4 tane, 60. dakika tekrar bölünerek 8 tane olmaktadır. Böylelikle tek bir bakteri; 1 saat sonra 8 adet, 4 saat sonra 4.096 adet, 7 saat sonra 2.097.152 adet ve 12 saat sonra 68.719.476.736 adet olarak karşımıza çıkar. Bu kadar bakteri, kişiyi çok kolay hasta eder.

Bakteriler canlı kalabilmek ve üreyebilmek için uygun sıcaklık, besin, nem, pH ve oksijene gereksinim duyarlar. Hatta üremek için oksijensiz ortamı tercih eden bakteriler de mevcuttur (örnek olarak; konserve besinlerde bulunabilen ve 1 gramı yaklaşık olarak 80.000 kişiyi öldürebilen clostridium botulinum gibi). Bu nedenle mutfağınızdaki gizli tehlikelere karşı daha dikkatli olun ve hijyene gereken önemi verin…

[fotogaleri=3022,2400,2527]

Sıcak ve nemli olan ellerde bakteriler kolaylıkla yaşar ve ürerler. Ellere bulaşan mikroplar yüzeyden yüzeye, besinden besine geçerler. Hastalıkların yayılmasını kontrol etmenin en iyi yollarından biri de ellerin yıkanmasıdır. Hijyen çok önemli! Besin güvenliği, besin öğeleri kaybından ve lezzetten çok daha ön planda tutulmalıdır. Öte yandan oksijenle bile temas etmeden direkt olarak göğüs ucundan bebeğin ağzına ulaştığı için dünyanın en saf ve temiz besini olarak kabul edilen anne sütünde bile 100’ün üzerinde, içilebilir nitelikte suda 600 civarında kimyasal madde bulunduğunu biliyor muydunuz? Asıl önemli konu; kontrol edilebilir olmasıdır.

Dünya genelinde en güvenli besinler gelişmiş ülkelerde bulunmaktadır. Besin zinciri içinde yer alan çiftçiler, üreticiler, marketler ve restoranlar çok dikkatli bir şekilde belirlenmiş sıkı besin güvenliği yönetmeliklerini uygulamak durumundadır. Fakat besin marketten çıktıktan sonra, besin güvenliği artık sizin sorumluluğunuz altına girmiş olmaktadır. Bunu sağlamakla ilgili önemli kuralları herkesin bilmesi gerekir: Tüm besinlerin temiz olması, sıcak yemeklerin sıcak ve soğuk yemeklerin soğuk tutulması gibi.

Sayıları çok fazla olsa bile, bakterileri mikroskop olmadan göremezsiniz. Tabiİ bizler denize girdiğimizde “Ayak parmaklarımı sayabiliyorum, deniz çok temiz.” diye yorumlayarak mikroskop gerçeğini bile hiçe sayan bir toplumuz. Eğer bir besinde mikroorganizmaların varlığından şüpheleniyorsanız, tadına bile bakmayı düşünmeyin!

  

Şüphelendiğiniz besini güvenli bir şekilde paketleyin ve hiç kimsenin ulaşamayacağı bir yere atın. Mikrobiyolog bile olsanız, bir besinin zehirli olup olmadığını görüntüsünden, kokusundan, hatta tadından kolay kolay anlayamazsınız. Bu nedenle sizi olası bir besin zehirlenmesinden korumaya yardımcı olacak öneriler içeren bir bölüm ile başlıyoruz:

Yazının Devamını Oku