Paylaş
GALATASARAY-Fenerbahçe maçının, hem öncesinde, hem devamında, hem sonrasında korktum. Devletin güvenlik kuvvetleri sıkı talimatlıydı.
‘‘Tribünlerde olay çıkmasın!’’
Takımlarının muhtemel zaferini kutlamak için herkes hazırlıklı gelmişti.
Cam şişeler, maytaplar, havai fişekler, dönerci bıçakları...
Bunların onca polis kontrolünden geçip tribünlere nasıl girdiğini bilmiyorum, bilemem, aklım ermez... Geçmiş, girmiş bir kere...
Derken, talimat tekrarlandı. ‘‘Tribünlerde olay çıkmasın...’’
Emniyet kuvvetleri müdahale etti.
‘‘Elinizdeki patlayıcı-parlayıcı maddeleri üstünüzden atın...’’
Tribünlerdekiler hepsini sahaya attılar. Saha yangın yerine döndü.
* * *
Gelecek hafta salı günü yazacaktım bu yazının devamını... Hafta sonu maçlarında aynı olayların tekerrür edip etmeyeceğini merak ediyordum. Tribün-sokak manzaralarını görünce, dehşete kapıldım, yazıyı erkene aldım.
* * *
Sahi, orijinal sorumu unuttum. Niye maça gitmiştiniz?
Siz de mi hatırlamıyorsunuz? Doğrusu, hiç şaşırmadım bu unutkanlığa...
George Santayana'nın dediği gibi, ‘‘Fanatizm, amaç unutulduktan sonra, kalmayan amaca ulaşmak için gözün kararıp hırsın dörde katlanmasıdır...’’
Maçlarda da öyle... Gözünüz dönünce, maça niye gittiğinizi unutuverirsiniz... ‘‘Fanatizm gelmişse cihane, futbol topu bahane...’’
* * *
Futbolun, hoşgörünün, demokrasinin beşiği İngiltere'de, yirminci yüzyılın ilk çeyreğine kadar, en sızıltısız maçlardan sonra bile, taşkın kalabalıklar sokaklara dökülür, karakolları, mahkeme binalarını basar, zengin evlerini kundaklar, dükkánları talan ederlerdi.
Niye?
1 Tribünlere doluşan, çoğunluğu fakir ve işsiz insanların ‘‘maç seyretmek’’ gibisinden bir niyetleri yoktu. Bütün maksatları boşalmak, kin kusmak, kırıp dökmek, yani ‘‘bağcı’’ dövmekti.
2 Takım sporlarının, özellikle de futbolun kendi mantığından geliyordu saldırganlık... Her zaman demişimdir: ‘‘Takım sporları, kalelerini muhafaza altına aldıktan sonra, çarpışmak için mevzilenmiş iki düşman ordusunun muharebeye tutuşmasının benzetimidir...’’
3 Yine dediğim gibi, ‘‘Futbol sahası, muharebe meydanının maketidir. Kale direklerinden oluşan dikdörtgen, can-kan pahasına savunulması gereken bir mevzidir. Antrenör komutan, oyuncular asker, seyircilerse gerektiğinde seferber olacak sivil savunma mangalarıdır, milislerdir. Bu oyun planıyla örgütlenen bir spor dalında, oyuncunun oyuncuyu, seyircinin seyirciyi düşman olarak görmesi kadar doğal bir şey olamaz... Aralarındaki sürtüşme, en küçük bir kıvılcımla, kanlı kavgaya dönüşebilir...’’
* * *
Futbola kısa pantalonlu adamların, şişirilmiş bir deri küresi peşinde koştukları bir ‘‘oyun’’ gözüyle bakar, onun bir ‘‘toplumsal-kitlesel olgu’’ olduğunu unutursak, Sivas'lar da olur, Heysel'ler de...
Iğdır'da patlayan kutlama tabancalarını ‘‘PKK baskını’’ zannedenler de çıkar. Che'nin ‘‘Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin...’’ diye başlayıp, ‘‘Öyle ölüm hoş gelmiş, sefa gelmiş...’’ şeklinde noktalanan mitralyözlü, savaş naralı nos- taljik sözlerini tribünlere pankart yapar, falanca stadyumu birilerine mezar eder, maçlara, hem kendimiz ölmeye, hem birilerini gömmeye gidersek, daha çok yanarız.
Altını çiziyorum. Futbolları ‘‘mahalli şovenizm’’ aşamasında kalmış, ekonomisi .oka batmış ülkelerde, her futbol maçı, ‘‘patlamaya hazır bir barut fıçısı’’dır. Taşkın seyirci de, amacı (futbol) unutup, olmayan amacı dört misli hırsla kovalayan fanatik bir kitleye dönüşür.
Eşeğini dövemeyenlerin hınçlarını semerlerinden çıkardıkları ekonomik bunalım ortamlarında, tribünlerdeki ‘‘potansiyel terör’’ nasıl önlenir?
Onun uzmanı ben değilim...
İzinli-izinsiz, silahlı-silahsız toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin (istendiği takdirde) nasıl kolay ‘‘enterne’’ edildiğini az görmedik.
Paylaş