SON görüşmemizde uzuuuun bir seyahate çıkacağımı, dünyanın bir ucuna uzanıp geleceğimi ve bu esnada Eurovision sırasında (Tabii bir Galatasaraylı olarak Fenerbahçe’nin şampiyonluk kutlamaları sırasında memlekette bulunmamak da mühimdi..) ülkede bulunamayacağımı belirtmiştim.
Merak edenler olmuş nereye gittiğimi. Los Angeles’ta düzenlenen Dünya Dublör Ödülleri (Taurus World Stunt Awards) için ABD’deydim.
Oscar’ın dublörü şeklinde özetlenebilecek bu 10 numara törenle ilgili hikayeyi, yarınki ilavede okuyabilir isteyenler.
Şimdiiii... Burada oturup Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin Fransa Seyahatnamesi gibi uzun uzun ABD seyahati anlatarak kimseyi yıpratmak istemem.
Fakat oradayken tuttuğum küçük notları sizlerle paylaşayım istiyorum. Hazırsanız böyle buyurun...
Irak’ta yaşananların kilometre arttıkça etkisini kaybettiğini düşünüyor insan ister istemez. Gazetelerde, işkenceci ABD askerlerinin konu komşusuyla yapılan ‘Topağım aslan gibi çocuktur, arkasındayız’ türü röportajlar var. Can sıkıcı yani... Yerse, yemezse jarse...
Daha önceki ABD seyahatlerim sırasında bu kadar çok bayrak dikkatimi çekmemişti. Bayrak takıp gezen otomobiller ve önüne bayrak asılmış çok ev vardı. Bir de mağazalarda bayrak motifli giyeceklerin sayısı dikkat çekici boyuttaydı. Her mağazada rahatlıkla bayrak desenli don (çok afedersiniz) bulabiliyorsunuz. Böyle bir ‘Biz milliyetçiliğimizi de espri konusu yaparız. Ho ho, çok komiğiz halini biliyorduk da, bu seferki don sayısı dikkati çekmekle kalmıyor, ensesinden tutup yere vuruyordu. O bakımdan konuştuk, çok afedersiniz...
Haber kanalları dışında Irak’la ilgili bir habere rastlanmıyor. Sanki yok gibi bir şey. DNA testiyle babalık tespiti yapılan program ve türevleri yine bir numara. O programlarda çıkan ‘Aha bu şerefsizin bebesi bu... Hadi oradan yelloz! Kaşı bilem benzemiyor bana’ türü arızaları görünce, Flash TV’deki ‘Evlat Acısı’ programının filan CNBC-E’nin canlı borsa bağlantıları gibi kaldığını düşünüyorsunuz.
Kitapçılarda Irak Savaşı’ndan anılar (O kadar çok ki!), Bush’u eleştiren (Daha doğrusu ti’ye alan) kitaplar ve buna karşılık Bush’u eleştirenleri vatan hainliğiyle suçlayan kitapların çokluğu dikkat çekiyor. Bir de 1 Haziran’da çıkacak olan Bill Clinton’ın anıları merakla bekleniyor.
Giriş ve çıkışta güvenlik tedbirleri çok sıkı tutuluyor diyeceğim, ‘Eeee birader?..’ diyeceksiniz. Parmak izi ve fotoğraf çektirme hadisesini bizzat yaşadım. Kibar davranıyorlar ama... Bir de çıkışta, insanoğlunun sabrının sınırlarını zorlayacak seviyede bir bekletme var. Uçuştan üç saat önce gittim, uçağa ancak yetiştim. 3 saatin tamamı kuyrukta geçti.
Sinemalarda ‘Troy’ (Truva) 1 numaralı film. Ama 28’inde gösterime girecek olan ‘The Day After Tomorrow’ (Independence Day’i yapan ekibin yeni filmi) sollayabilir gibi duruyor Troy’u. Bir de Shrek’in ikinci bölümü var tabii.
Müzik aleminde linç havası hakim. Superbowl (Amerikan Futbol ligi Finali) sırasında verdiği konserde göğüs ucu gözüken Janet Jackson ayvayı yemiş vaziyette. Disney World’deki heykeli kaldırılmış, caz şarkıcısı Lena Horne’un hayatını canlandıracağı filmden kovulmuş vesaire. Linçten nasibini alan bir diğer isim de Courtney Love. Onunki farklı ve çok uzun hikaye ama bu dönemi sağlam atlatabilirse helal olsun.
Sigara yasağı basına yansıdığı kadar acayip boyutta değil. Gitmeden önce Santa Monica Plajı’nda (ki uçsuz bucaksız gibi bir şey bu plaj) bile yasaklandığını okumuştum. Kapalı yerlerde içilmiyor ama açık havada kimse öyle öcü gibi bakmıyor içene. Hatta otelde sigara içilen oda bulunup bulunmadığını sorduğumda, gayet sakin bir tavırla bize özgü bir çözüm getirdi resepsiyondaki eleman: ‘Yasak ama ben sizin odaya küllük yollayayım...’
Yazıyı; sevdikleri renk siklamen, sevdikleri yemek pazı sarma, sevmedikleri şudur budur gibi bitireceğim diye ben bile korktum bir ara aslında. Merak etmeyin, geçti bile...