Tatil iyi bir şey. Öylece durmak iyi bir şey çünkü. Suya balıklama mı dalayım, çivileme mi, yoksa ‘zobarank!’ diye fırlatayım mı kendimi serinliklere, derinliklerine diye düşünüyorsun sadece...
Akşam balığın yanına çoban salata mı söylenseeee, roka domatesi ince kıydırmak daha mı manalı, şeklinde felsefi tartışmalara yoğunlaşıyorsun.
Çökertme’de iskelenin yanında bir sebze ifadesiyle oturup uzaklara bakıyorsun ve zihninde beliren tek cümle ‘Bu akşam 10 tekne mi gelir, 15 tekne mi?..’ oluyor.
Önce burnun yanıyor, ikinci günün akşamı kaşlarının sararmaya başladığını görüyorsun, sonra etini tuzlu suya, tenini güneşe bandıra bandıra tipini neredeyse tamamen değiştiriyorsun.
*
Ya, bu böyle devam ederse, ben şimdi bu yazının başından kalkıp, Ege’ye giden ilk otobüse bineceğim...
Ama olmaz. Şimdi eve gidip çanta yapmam ve pazar gecesi (yarın) final maçını seyretmek üzere Portekiz’e doğru yola koyulmam gerekiyor.
Bu yazıya başlarken, ‘Aman gideceksin tatile; ağlayan çocuklar, ‘Tatilim güzel geçsin, nooolur güzel geçsin. Bak geçmezse fena olur’ paniğiyle tatilini hem kendine hem etrafına zehir eden kitleler, karikatürlerdeki gibi ellerindeki odunları kazığa çevirmeye çalışan tatil bölgesi esnafı... Otur oturduğun yerde, tatil şart bir şey mi? Şartsa da evinde Play Station takıl, film seyret...’ havasındaydım.
Meğer tatil düşmüş aklıma da haberim yokmuş...
Ben iyisi mi, Portekiz dönüşü, bir tatil planı yapayım. Sonra planı uygular mıyım, uygulamaz mıyım o ayrı mesele.
Bir de tam ben bu yazıyı yazarken Topesto aradı. Buzağı şu anda otomobildeki Türkiye haritasının Ege bölümünü eskitmekte. Ben ondan böyle tatil tribine girdim galiba... Kesin ondan...
Festival raporu
Caz Festivali, 7 Temmuz Çarşamba akşamı, saat 18.00’de New Birth Brass Band’in İstiklal Caddesi’nde vereceği konserle başlıyor.
Her yıl bu vakitler eş, dost ve bazı okurlar ‘Hangi konserlere gidelim?’ diye sorar. Ben de genellikle ‘Neye giderseniz gidin’ diyerek kabalaşırım.
Yok, yapmam tabii öyle bir armutluk. Soran kişinin önce bütçesine, sonra müzik zevkine şöyle bir bakar ve İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’na mümkün olduğunca çok para kazandıracak şekilde bilet almaya sevk ederim.
Bu yıl, favori konserlerimi sıralayarak bir nevi amme hizmetinde bulunayım dedim.
Joan Baez konserine, burada açıklarsam ayıp olacağını düşündüğüm bir endişe nedeniyle gidemeyeceğim. Bobby McFerrin’in kendini hırpalamak suretiyle müzik yapması da ilgimi çekmiyor.
Gitmeyeceklerimi yazsam daha kolay olur aslında, şimdi onu fark ettim ama neyse...
Kurt Rosenwinkel Group’u (Joshua Redman ve Brad Mehldau da var) kaçırmam. Charlie Haden’a herhalde yine giderim. Monica Molina, Cibelle ve Polly Paulusma’yı birlikte anarak bir tür Charlie’nin Melekleri muamelesi yapacağım. Fakat üçü de hem çok iyi vokalist hem de affedersiniz taş ablalar!
Stacey Kent’i de bu ekibe dahil ederim ben...
John Scofield’e belki giderim ama Christopher O’Riley’in Radiohead parçalarını yorumlayacağı konserde muhakkak yerimi almış olurum.
Kaçırmayacağım bir diğer konser de Marc Ribot’nunki olur. Tom Waits’in de gitaristliğini yapan Ribot’yu gerekirse silkeleyerek Tom Baba’yı İstanbul’a gelme konusunda ikna etmesi için görevlendireceğiz...
Explosions In The Sky’a gitmek lazım ama dur bakalım, bir 14 Temmuz gelsin, öyle bakacağız...