Galatasaray için bu yılki Avrupa macerasında dönüm maçı haline gelen Olympiakos karşılaşması, Türkçe sözlükteki karşılığıyla söylersek, ‘‘sürklase’’ olarak noktalandı.
Olympiakos bu ligin tecrübeli ekiplerinden değil. G.Saray, malumunuz, en fazla katılan üç takımdan biri. Olympiakos'un stadı taşra şehri bile diyemeyeceğim bir kasaba stadını andırıyor. Hoş, hemen belirtelim yanlış anlaşılmasın, bu statta geçici olarak bulunuyorlar. Onlar da statlarını yenilemeye karar vermişler ve yıkıp seneye oynamaya hazır hale gelecek şekilde yenisine başlamışlar bile.
Neyse, işimiz statla değil. Rüzgarla birlikte maça başlayan G.Saray, rüzgar avantajını belki de futbol tarihinde en kötü kullanan takım oldu. Rakibin normalde isabetsiz olma ihtimali yüksek uzun toplarıyla başa çıkamayan G.Saray oyuncuları, bu topları neredeyse ara pas şeklinde rakibe bıraktılar. Ve rakip de mütevazı falan diyoruz ama enayi değil. Frank de Boer'in asisti hakikaten yıkıcı bir an oldu G.Saray için. Hoş, takım bir şey oynamıyordu ama yine de umut ediyorsunuz maç dönebilir diye. Fakat bu kadar moral bozucu bir hatanın ardından toparlanmak neredeyse imkansıza denk geliyor.
Yazık oldu
İlk devre tamamlandığında Hasan Şaş'ın müthiş bir beceriksizlikle kaçırdığı gol dışında G.Saray'ın bir pozisyonu bile yoktu. Buna karşılık Olympiakos 11 şut girişiminde bulunmuş, bunların 7'sinde de çerçeveyi tutturmuştu. Hani, futbolun adaletten sorumlu tanrısı G.Saray'a biraz gıcık olsa, ilk yarı rahat 5-6 farkla neticelenebilirdi.
‘‘İkinci yarıda G.Saray silkinir, en azından Avrupa macerasını biraz daha sürdürebilmek umuduyla bir gol bulup, sıralamada UEFA'ya devam etmek için rakibi haline gelen Olympiakos'la averajını dengede tutmaya çalışır’’ diyorduk. Fakat ne gezer? Sanırsın G.Saray istediği neticeyi elde etmiş, vakit dolduruyor. Kadrodan tek tek isim seçip, ‘‘şu kötüydü, şu biraz çaba gösterdi’’ demenin ne manası var, ne de kimseye faydası. Küllüyen kötüydüler işte. Yazık oldu. Başka söyleyecek başka bir laf gelmiyor aklımıza.