AVUSTURYALI yazar ve düşünür Stefan Zweig, doğduğu ülkeden binlerce kilometre ötede, Brezilya’da bir otel odasında eşiyle birlikte hayatına son vermişti.
1942 yılının Şubat ayının son günlerinde otel odasına girenler yatağa uzanmış Stefan ve elini onun göğsüne koymuş eşi Lotte’yi huzurlu bir uykuda sanmış olmalı. * * * Kitaplarını yakan, düşüncelerini ve bedenini ortadan kaldırmaya niyetli Nazi Almanya’sından kaça kaça Rio de Janeiro’ya kadar gelmiş olan Zweig, “çağının dehşetine” daha fazla dayanamayarak bu “kesin ve özgürleştirici” kararı almıştı. Zweig’ın ölmeden hemen önce yazdığı (büyük ölçüde tamamladığı) son denemelerden birinin “Montaigne” üstüne olduğunu, Ahmet Cemal’in harika çevirisiyle dilimize kazandırdığı kitabı okuyana kadar bilmiyordum. Kitabı bu hafta edindim, önce çabucak, sonra notlar çıkartarak okudum, eşe dosta tavsiye ettim. “Yaşadığı çağdan ve dünyadan” kaçmak hissiyle dolup taşanların (da) faydalanabilecekleri kitabı okumanızı isterim doğrusu. * * * Zweig’ın son denemesinin “Montaigne” üzerine olması tesadüf değil elbette. Rönesans’ın parlak ışıkları altında doğan ancak hemen ardından gelen kanlı mezhep savaşlarına, büyük katliamlara, bağnazlığa şahit olarak büyüyen Montaigne... İki dünya savaşına, baskı rejimlerinin yükselişine ve takvim yaprakları insan kanıyla yazılan bir tarih dönemine şahit olarak umutsuzluğa sığınan Zweig... Zweig’ın Montaigne’e sarılmasını Ahmet Cemal önsözde şöyle özetliyor: “...her türlü özgürlük anlayışının yerini kan kokan yeni bağnazlıklara bıraktığı bir dönemde insanlığını korumakta hâlâ kararlı olan insan ne yapabilir? Nereden yardım alabilir? Nasıl bir insanlık ve erdem anlayışının surlarının arkasına çekilebilir? Her şeyden önce insanı insan kılan değerlere ve ideallere yeniden bağlanabilecek gücü nasıl ve nereden bulabilir?...” * * * Montaigne, kökleri tüccar olan bir aileden geliyor. Babasının dedesi öngörü sahibi bir adammış. Biriken sermayesiyle ailesine asalet satın almanın yolunu açmış. Nasıl mı? Montaigne Şatosu’nu Bordeaux başpiskoposundan satın alarak. Montaigne’in babası da o döneme göre öngörü sahibiymiş. Ticareti bırakıp “kahraman bir şövalye” olmuş ve ailesine unvan kazandırmış. Montaigne doğduğunda zengin ve asil kabul edilen bir ailenin çocuğudur. Babasının tuhaf ama iyi sonuç veren bir pedagoji anlayışı varmış doğrusu. Oğlunu bir sütanne yerine orman köylülerine vermiş; 3 yaşında geri almış ve Fransızca’dan çok Latince konuşulan, sabahları ruh sağlığı iyi olsun diye baş ucunda keman ve flüt çalınarak uyandırıldığı bir ortamda büyütmüş. Sonra dönemin iyi bir okulu. Fakat Montaigne okuldan, öğretilenlerden, öğretilme şekillerinden hiç mi hiç hoşlanmaz. * * * 1568’de babası ölür; şato ve ahalisi ve sorumluluklar Montaigne’e kalır. O sıralarda yine bir aile mirası gibi üstünde duran birtakım resmi görevler ve unvanlar vardır; yüksek mahkeme üyeliği vb. 1570’te o görevleri satış yoluyla devreder (normal uygulama), şatoda kullanılmayan kuleyi gözüne kestirir, ilk katını yatak odası ikinci katını kütüphaneye çevirir. Montaigne içindeki “Ben”i, içindeki “özgür insan”ı arama işine bu kulede, Goethe’nin “iç kale” dediği yeri bir nevi mimari olarak da canlandırdığı sığınağında başlar. 10 yıl kendisini rahatsız eden her şeyden -başta ailesinden- istediği zaman uzaklaşabildiği, ara sıra “Hayata bi bakıp çıkacaktım” şeklinde yaşar. Tavan kirişlerine 54 özdeyiş yazar, kafasını kaldırdığında kılavuzu olacak yıldızlar misali. Hepsi Latince’dir, sonuncusu hariç. Kendi dilinde, Fransızca yazan o söz: “Ne biliyorum?”dur. * * * Sıkıldığı kitabı yarım bırakır, şiir ve tarih sever ama yazmayı beceremediğini, kötü bir taklitçi olduğunu kabul eder. Belli bir görüşü yoktur; bir dogmaya yapışmaz. Aradığı tek şey vardır; “içindeki özgür adam”... Henüz yaşarken defalarca yeni baskısı yapıldığına şahit olduğu meşhur “Denemeler”i burada kotarır, rehberi kitaplara yaslanarak. * * * Yaşadığı çağdan yorulduğunu, ezildiğini hisseden... Yükselen şovenizmi, şiddeti, iktidar savaşlarının acımasızlığını, kanla şekillenen dünya haritasını gören insan ne yapmalı? Ben bir kule tasarlıyorum açıkçası... Size de işe bu kitabı okumakla başlamanızı önerebilirim şimdilik. Endişesiz pazarlar... (“Montaigne”, Sfetan Zweig, Çeviren: Ahmet Cemal, Can Yayınları, 2012)