YARIN akşam İstanbul’da Eurovision finalinin başladığı saatlerde, ben dünya haritası üzerinde memlekete en uzak noktalardan birinde olacağım.
Yakın arkadaşlarım, bu uzun seyahate sadece Eurovision’dan kaçmak için çıkmış olabileceğimi iddia etmekte. Fakat tabii ki böyle bir durum söz konusu değil.
Nereye gittiğimi sonra öğrenirsiniz, şimdi anlatıp heyecan kasırgası yaratmayayım...
Eurovision’un bütün acılarını çekmiş biri olarak, sefasını sürmek üzere yarın gece Abdi İpekçi’de olmak da fena fikir değildi.
Ama nedir; yaptık bir B Planı o tarih için ve planımıza sadık kalacağız.
***
Fakaaaat, Eurovision’a, hele ki güzel vatanımızın yedi düvele nam salmış cennet köşesi İstanbul’da düzenlenirken tamamen ilgisiz kaldığımı düşünmenizi istemem.
Sırf vicdanımı rahatlatmak amacıyla, çarşamba gecesi geçtim televizyonun karşısına ve yarı final mücadelesini (Böyle yazınca, futbol turnuvası gibi oluyor, siz de fark etmişsinizdir) seyrettim.
Naçizane düşüncelerimi, minik notlar halinde aktarayım, ne ben yorulayım ne de siz...
Sertab’ın kurdele çıkarma numarası bir nevi Eurovision standardı olmuş (Çok lazımmış gibi). Yarı finalde pek çok ülke, ağzından burnundan kurdele çıkardı. Kısaca söylemek gerekirse: Bööö! Gereksizdi...
Kişi başına düşen milli gelir sıralamasında Avrupa’nın 1 numaralı ülkesi olan İsviçre’nin hali neydi öyle? 1984 model bir Michael Jackson taklidi eleman ve İsviçre’den charter seferiyle gelmiş gibi duran dört dansçı... Şarkı berbat, onu geçtim; çok kavruk gözüküyorlardı yahu...
Bazı yarışmacılar, bazı ünlü şarkıcıları taklit etti. Ya ben hastayım ya da hakikaten böyle bir durum vardı. Bir George Michael, bir Craig David, bir Prince, bir de ekip olarak Backstreet Boys tespit ettim kendi adıma. Sertab taklitlerini saymıyorum...
***
Eurovision’daki şarkıları dinledikten sonra, Büyük Britanya dışında diğer Avrupa ülkelerinde popüler müzik üretiminin yasaklanması gerektiği yolundaki fikrim yeniden alevlendi. Biraz faşizan bir düşünce olduğunun farkındayım. Ama mecbur muyum ben bu kadar kötü şarkı dinlemeye kardeşim?.. Bak yine İsviçre geldi aklıma, sinir uçlarım düğümlendi...
Değinmeden geçemeyeceğim, Andorra sayesinde ilk kez Katalanca şarkı dinledim. Kız biraz nefes nefese kaldı ve ben Katalanca kulağa nasıl geliyor anlayamadım. Kazanamadılar ama enteresandı.
Direkt olarak finale katılacakları bilemem ama Yunanistan, bahis şirketlerinin de öngördüğü gibi favori gözüküyor. Athena da kesin derece alır. Athena’dan daha iyisini beklediğim gerçeği değişmeyecek ama bu şarkılar arasında şansı yüksek.
***
Kıbrıs Rum Kesimi’nin söylediği şarkıyı Arif Mardin alıp, atıyorum Bette Midler’a söyletse ve bir filmde kullanılsa hit olur. Benim dinleyebileceğim bir şey değil ama işlenirse tipik bir soundtrack hit’i olur. Bir de böyle dinleyin, ne demeye çalıştığımı anlayacaksınız.
Meltem Cumbul’la Korhan Abay’ın ‘esprili sunum’ları sırasında kendimi kanepeden yere bıraktım birkaç kez. Gülmekten değil tabii; çektiğim acının sona ermesi için yaptım bu manasız hareketi fakat fayda etmedi. Esprisiz denesek?..
TRT; sahne, dekor, ışık ve çekim hadisesinde üstün performans göstermiş. Haklarını yemek istemem. Bunu da böyle yazarım...
Sonucu binlerce kilometre öteden teknolojinin imkanlarını seferber ederek öğreneceğim. Belki iyi bir internet bağlantısıyla canlı olarak da seyrederim. Ama sorsanız ‘Çok mu merak ediyorsun?’ diye, ‘Dönene kadar sabredebilirim’ derim herhalde...
Ya, neydi o İsviçre’nin durumu öyle hakikaten. Kavruk gibi bir şey... Neyse, görüşmek üzere.