NATO için yapılan hazırlıklar, İslam Konferansı Örgütü’nün toplantısı için alınan önlemler ve şehirde zaten her gün yaşanan problemler, beyinciğe seri inen yumruklar şeklinde kendini hissettiren sıcakla birleşince, hayat bir gerilim filmine dönüverdi.
Aslında Ortaköy’e gitmek için bindiğim taksinin geceyarısı trafiğine takılmasına kadar serinkanlı bir tavır sergilemeye çalışıyordum.
Taksici arkadaşla, son 15 gündür her taksici arkadaşla yaptığım ‘Bir de Olimpiyat düzenlemeye kalkışıyorlar bu şehirde’ şeklinde özetleyebileceğimiz geyiği ısıtıp yeniden servise sunduğumuz esnada trafiğin tıkanmasına neden olan ‘hadise’ ile karşılaştık.
Beşiktaş’ta, Askeri Müze ile otobüs durağının arasındaki meşhur üst geçit boyandığı için tıkanmıştı trafik. Normaldir, boyanabilir diyeceksiniz ama boyanma şekli pek normal değildi.
Manzara şöyleydi bu güzel memleketin çilekeş vatandaşları: Trafiği tek şeride düşürecek şekilde çekilen bir kamyon ve kamyonun üstünde bir görevli. Veee, görevlinin elinde, ev duvarı boyamak için bile küçük kalacak minicik, minnacık bir rulo fırça... Tahminimce, bugün bile devam ediyordur boyamaya...
Ertesi gün, Şişhane’den Taksim’e çıkmamız 45 dakika sürdü.
Bir sonraki gün, taksinin içinde Harbiye-Nişantaşı arasında 40 dakika kadar jöle kıvamında bekledim...
Bu arada 26-30 Haziran tarihleri arasında evimde uyuyabilmek için muhtar kaydımı yaptırmam gerektiğini öğrenmiş bulunuyorum.
* * *
Bütün bunlar olup biterken, gün içinde insanda uçan kafa atmak, karşındakinin böğrünü ‘Bozdum lan yeminimi’ şeklinde nara atarak yumruklamak, ilk nalburun kapısından girip elektrikli testere almak ve bu şirin iş aletiyle gezinmek, karşılaşılan aksiliklere tepkiyi elektrikli testereyi çalıştırarak tepki vermek gibi hislere yol açan sıradan aksilikler de sürüyor.
Mesela Eminönü’nden bindiğiniz taksinin şoförüne ‘Taksim’e usta’ dediğinizde, ‘Tarif edersen gideriz abicim’ cevabını alabiliyor olmanızdan bahsetmeyeceğim (Taksilerin son dönemde ne hal aldığının, kimlerin şoförlük yapmaya başladığının farkındasınız değil mi?.. Neyse o ayrı konu. Bir girersem çıkamayacağım...)
Mesela 5 kişilik arabaya 8 kişilik bir grup olarak binen ve zongur zongur müzik dinleyerek ‘kız tavlamaya’ çıkan buzağı sürülerini de anlatmayacağım.
‘Kurtlar Vadisi’ndekilere özenen ama her gördükleri kadını taciz eden delikanlı bozmaları zaten hayatın bir parçası...
Yazmaya başlayınca bütün ‘model şahsiyetler’ kafama üşüştü ve sinir uçlarım düğümlendi. Devam edemeyeceğim...
* * *
‘Falling Down’ filmini seyretmiş miydiniz? Hani Michael Douglas, kızının doğum günü için yola koyulur. Abararak tıkanan trafik, o ana kadar günlük hayatın biriktirdiği minik minik problemlerin birleşerek Voltran’ı oluşturmalarına yol açar. Michael Abi, beynindeki bütün cıvataları söker, balataları sıyırır, filmi koparır ve hislerini bir pompalı tüfekle ifade etmeye başlar.
O film tekrar ve tekrar ve tekrar dönüyor beynimde. Arızayım yani, ona göre...