Paylaş
HAYATIN her zamankinden daha acımasız olduğu günlerden bir gün. Bambi'de dilli kaşarlı yiyor ve duvarda bu güzide büfe ile ilgili çıkmış yazıları belki 10 bininci kez filan okuyorum. Hepsi de dilli kaşarlı tostu övüyor. İyi de yapıyorlar. Hakikaten yok böyle bir lezzet.
Karşıdan karşıya geçiyorum (ne sağıma ne soluma bakıyorum), aşağı doğru yürüyorum ve Kemancı'ya giriyorum. Hiper karışık bir ortam: Hikmet Temel Akarsu'nun dört kitabının birden tanıtımı, Kesmeşeker konseri ve Blue Jean'in partisi. Peki ben niye buradayım. Yazarı tanımıyorum, Kesmeşeker'in sadece bir şarkısını biliyorum. Bunları geçelim. Blue Jean'i hazırlayan ekibi tanırım, ondan buradayım diyelim.
Kalabalık ve karanlık karşısındaki korkumu yenebilmek için tanıdık bir yüz arıyorum. Acaba halk ‘‘İşte bu o! Kabakulak. Hiçbir şeyi beğenmeyen müzik yazarı. Metal düşmanı Yuh!’’ diyerek galeyana gelir mi filan diye düşünüyorum ama bu sadece kişisel paranoya tarihime bir anı olarak devroluyor.
Elimde tombul bira bardağı ile salak salak etrafı süzerken, Türkiye'nin ilk fanzine'i Laneth'i (Haydi bilemediniz ikincisi), çıkararak Alternatif Türk Basın Tarihi'ne geçen Çağlan Tekil geliyor. Çağlan biteviye piskopat bir şekilde elimdeki bardağa bakıyor.
Ben tabii tırsıyorum ve kekeleyerek ‘‘İ- İs-ter-sen.. İ-i-çe-bi-lir-sin. dostum. Sakin ol ha?’’ filan diyorum. Meğer balon bardak Kemancı'da son olarak bir yıl önce filan görülmüş. ‘‘Ağbi nerden buldun onu diyor. Ben de aklımca espri yapıyorum ve ‘‘Vestiyere bakan çocuk verdi ho ho’’ diyorum. Bakışları iyice anormalleşince hakikati açıklamaktan başka çare kalmıyor: ‘‘Barmen verdi!’’
Meğer ilk gençlik hezeyanlarını Kemancı'da dağıtan genç arkadaşlar, öfkenin ve coşkunun pençesine düştüklerinde bardak kırıyormuş. Bu yüzden çok sevdiğim tombul bira bardakları ‘‘nesli tükenen bardak’’ kapsamına alınmış.
Kesmeşeker ilk kez duyduğum ‘‘Kadıköy Sound'u’’ diye bir kavram üzerine konuştuktan sonra çalmaya başlıyor. Bir arkadaş ‘‘Madem gecenin teması Kadıköy, niye burada toplanıldı? diyor. Duymazdan geliyorum ve tombul bira bardağını Çağlan'a devredip dışarı çıkıyorum.
Bir sonraki durak Hünal's. Adını ilk kez duyuyorum. Akaretler'in başındaki North Shield'ın üst katıymış. Ortam hakikaten sarsıcı. En azından benim için. D&R'da imza gününü tamamlayan ekip, bir iki kadro ilavesiyle aynen burada.
Ekipte Çetin Altan, Ara Güler, Zülfü Livaneli, Nebil Özgentürk filan var. Çetin Altan'la Tınaz Titiz'in ‘‘Kalk Borusu’’nu tekrar bölümleri de dahil kaçırmamış, bu sebepten aylarca kırmızı gözlerle işe gitmiş biri olarak haliyle heyecanlanıyorum.
Nebil Özgentürk davet edince, içimden kendime ‘‘Otur ama sakın yorum yapma’’ diyorum ve gidip Çetin Altan'ın iki sandalye yanına oturuyorum. Haliyle çenemi tutamıyorum. Çetin Altan ‘‘Şiir okuma, düz yazı oku’’ diyor, sonra birkaç şiir okuyor. Hakikaten hayatta gördüğüm en renkli insan. Ara Güler genelde suskun ama gecenin sonunda süper bir espri patlatıyor. Zülfü Livaneli'nin aktardığı bir anıyı da ileride kesinlikle adını anarak anlatacağıma dair kendime söz veriyorum.
Ertesi gün Çetin Altan köşesinde ‘‘Genç arkadaşlar’’ diye bir grup insandan bahsediyordu. İşte o grupta bulunmak tuhaf bir şekilde gurur veriyor.
Birkaç gün sonra Galatasaray- Borussia Dortmund maçı için Ali Sami Yen Stadyumu'ndayız. Numaralı Tribün'ün barında kalabalığı yararak bir kadeh içki alabilmek için çeşitli taktikler deniyoruz. Başarılı da oluyoruz. Bu bar kadar ilginç müşteri profili olan başka bir bara daha rastlamadım hayatta. Cem Uzan, Erol Aksoy ve Fatih Çekirge, yanlarında birkaç kişiyle daha konuşuyorlar. Bazen Fatih Terim'in kızı geçiyor, bazen Alp Yalman. Arada kendini donduran bir manken var ya onu bile görebiliyorsunuz. Ali Kocatepe filan, yani herkesi aklımda tutamıyorum.
Tribüne çıkan merdivenlerin başında durup, sarı-kırmızı kaşkolumu düzeltirken son üç gün içinde girip çıktığım ortamları düşünüyorum. REM'in şarkısından başka bir şey gelmiyor aklıma : ‘‘Life Is Strange... Yeah Lief Is Strange!’’ (Hayat Tuhaf... Evet, Hayat Tuhaf!)
Paylaş