YIL 1923... Cumhuriyet yeni kurulmuş. Bursa’nın Pazarcık ilçesinde yaşayan genç Kamil Koç, askerden döndükten sonra yapacak başka iş bulamayınca, bir mandanın çektiği arabasıyla yük taşımaya başlar.
1926’da bu işin araçsız başarılı olamayacağını gören Kamil Koç, önce ehliyet, ardından da bir Fiat şase alır. Bu şasenin üzerini ahşap ve tente ile kaplatarak, yolcu taşımacılığına başlar... Yıllar içinde filosunu genişleten Koç, Marshall Planı ile genişleyen karayollarında yolcu taşımacılığını geliştirme kararı alır ve 1949’da Bursa ile İstanbul arasında yolcu taşımaya başlar.
Adıyla markalaştırdığı otobüs yolcu taşımacılığında ikram, otobüste host-hostes uygulaması, biletlere yolcu ismi yazdırılması, sigara yasağı gibi ilkleri başlatan bir öncü olur. Yıllar içinde Türkiye’nin en büyük 500 şirketi arasına girer Kamil Koç. Markanın kurucusu Kamil Bey 1975’te hayatını kaybettiğinde, yönetim, okutmak için büyük çaba harcadığı üç kızı ve üçüncü kuşak tarafından devralınır. Ancak hem sektörün son yıllarda girdiği kriz, hem de aile içinde çıkan sorunlar nedeniyle, şirket 2013’te Actera Group’a satılır.
18 MİLYON YOLCU
Kâmil Koç bugün iş ortakları ile birlikte yaklaşık 8 bin kişilik büyük bir grup. Toplam 67 il ve 271 ilçede, 861 bilet satış noktasına sahip. Yaklaşık üçte biri kendine ait olan bin 100 araçlık bir otobüs filosu var. Taşıdığı yolcu sayısı ise yılda yaklaşık 18 milyon. Rekabet Kurulu’ndan da çıkan onayla, bu önemli şirket geçen günlerde tekrar el değiştirdi. Actera fonu, şirketi Almanya’da üç genç tarafından kurulan Flixmobility GmBH’ye devretti. Bu el değiştirme ne anlama geliyor? Uçak ücretlerinin yükselmesi ile yeniden alternatif hale gelmeye başlayan yolcu taşımacılığı, Türkiye’de nereye gidiyor? Bu soruların yanıtını sektörün uzmanlarına sorarak bulmaya çalıştım.
Türkiye’de yolcu taşımacılığı pazarında yılda 185 milyon kişi bir yerden bir yere taşınıyor. Bugün yaklaşık 340 firma Türkiye’nin tüm kentlerine yolcu taşımacılığı yapıyor. Sektör, havayolu taşımacılığının ulaşılabilir hale geldiği 2000’li yıllar sonrası çok ciddi bir türbülans yaşadı. Birçok değerli markalar sektörü terk etmek zorunda kaldı. Sektör bugünlerde kalite, güvenlik gibi konularda büyük imaj kaybı yaşıyor. Araçların eskimesi, sık sık yanan otobüsler, kalitesi bozulmuş servis anlayışı, rötarlar, çalışan kalitesi gibi büyük sorunlar var. Böyle bir ortamda Alman grup Türkiye’de ne yapacak? FlixMobility, “Herkesin dünyayı keşfedebilmesi için çevreci ve akıllı seyahat” sloganı ile üç Alman gencin girişimiyle 2013 yılında yola çıkmış bir grup. Almanya’da otobüs piyasasının serbestleştirilmesi ile hızlı bir büyüme gerçekleştirmiş. Aslında bir teknoloji girişimi, e-ticaret platformu.
TÜRKİYE ile Amerika Birleşik Devletleri arasında görüşmeler son dönemlerde hayli yoğun. Bu görüşmelerin temelinde tabii ki Suriye konusunda yaşanan siyasi pazarlıklar ön planda. Ancak iki ülke arasında buna paralel ilerleyen önemli bir konu da ekonomik. Türkiye ile ABD arasında uzun stratejik ortaklık yıllarına rağmen ticaret hacmi 2018 rakamlarına göre sadece 20 milyar dolar. Bunun 12.4 milyar doları ABD tarafına ait. Bu rakamın arttırılması son günlerin en önemli konusu. ABD Başkanı Donald Trump ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından geçen yıl dillendirilen 100 milyar dolar hedefiyle iş dünyası için büyük bir fırsat gündemde.
Bu hedefe ulaşmak için iki ülke iş dünyası raporlar, yol haritaları hazırlıyor. Türk tarafında geçen aralık ayında Türkiye Amerikan İş Konseyi (TAİK) yol haritasını belirlemek üzere çalışma başlatmış ve daha sonra Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Türk İş İnsanları Derneği (TÜSİAD), Türkiye İhracatçılar Meclisi, Uluslararası Yatırımcılar Derneği, ABFT gibi iş dünyasının temsilcileri bir araya gelerek herkesin yaptığı çalışmaları tek bir çatıda birleştirmiş ve nihayetinde Boston Consulting Group’tan bu süreci yönetmesini istemişti.
Bu arada yoğun görüşmeler başladı. Geçen yıl Washington’da TAİK Başkanı Mehmet Ali Yalçındağ ve ATC başkanı General James Jones’un katıldığı toplantılar yapıldı. Geçen ayki G20 zirvesinden sonra Yalçındağ, Trump’a mektup göndererek, iki ülke arasındaki ticaret hacminin 100 milyar dolara çıkartılması için Trump’ın desteğinden iki ülke iş dünyasının memnuniyetini dile getirdi. Bu mektupta hedefe nasıl ulaşılacağına ilişkin rapor hazırlandığını da söyledi.
Mektuptan sonra 5 Ağustos’ta ABD Ticaret Bakanı Wilbur Ross, Yalçındağ’ı arayarak rapor hakkında bilgi istedi ve ABD tarafının hazırladığı raporla karşılaştırmak üzere Yalçındağ’ı 29 Ağustos’ta Washington’a davet etti.
İşte bu yoğun temasların ardından ABD Ticaret Bakanı Wilbur Ross önceki gün Türkiye’ye geldi. Elinde dosyalarla gelen Ross’un hem iş dünyası hem de Ankara’da Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmeleri var.Ross, Türkiye’de ilk 3 gününü İstanbul’da başta TAİK olmak üzere TÜSİAD, TOBB, TİM, YASED ve ABFT gibi iş dünyasının temsilcileri ile geçirecek. Pazar günü de tarihi yerleri ziyaret edecek. Haftasonu Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan ile görüşen Ross, 9 Eylül’de ise Ankara temaslarına başlayacak.
NEW YORK’TA LANSMAN
İki tarafın hazırladığı raporlarda yatırım ortamının iyileştirilmesi, iki ülke arasındaki algının güçlendirilmesi gibi ana konular var. ABD tarafının dikkat çektiği konular arasında devlet görevlilerinin hızla aksiyon alması, lojistik maliyetlerinin düşürülmesi, gümrük prosedürlerinin kolaylaştırılması isteniyor. ABD Türkiye’ye sıvılaştırılmış petrol gazı (LNG) ihracatını arttırmak istiyor. Öne çıkan sektörler havacılık, enerji, sağlık ve tıbbi cihazlar, kimya ve finans. ABD tarafının diğer beklentileri arasında tarımsal ürünlerin ithalatı, farmakoloji alanındaki uygulamalar, veri korumaya ilişkin düzenlemeler ve 5G için atılması gereken adımlar nedeniyle Amerikan şirketlerinin yaşadıkları zorlukların aşılması da yer alıyor.
Organik gıdadan sonra tüketiciler şimdi de organik temizlik ürünlerinin peşinde. 60 milyar dolarlık bir sektör olan temizlik sektöründe Unilever, Procter and Gamble gibi büyük devler var. 100 yıllık geçmişe sahip bu sektöre yönelik son yıllarda ise büyük tartışmalar yaşanıyor. Sağlıkta ve ekolojik dengede büyük tahribat yarattığı iddia edilen temizlik maddelerine karşı dünyada da ciddi bir sorgulama var. Bu endişeler gıda ve tekstilde olduğu gibi temizlik konusunda da organik arayışları arttırıyor. Özellikle ev temizliğinde bu arayışları hızlandırıyor. İnternetin de yaygınlaşması ile son yıllarda kendi iş modeliyle gelen yeni bir sektör olarak karşımıza çıkıyor.
50 FARKLI MARKA VAR
Daha çok internetten ulaşılabilen bitkisel kaynaklı temizlik malzemelerinde marka sayısı 50’yi geçmiş durumda. Dünyada yaygın olan Amway, Farmasi gibi doğrudan pazarla firmalarını örnek alarak online siparişle çalışan yüzlerce firma var. Ancak büyük bir hızla büyüyen ve büyümekte olan sektörde bu endişelerden faydalanmaya çalışan firma sayısı da çok fazla. Merdiven altı üretim yaygın. Kendisine göre bir formül yaratan bu firmalar istedikleri gibi pazarlama yapabiliyor. Deterjan ve temizlik maddelerinin yarattığı korkular nedeniyle çamaşır, bulaşık ve ev temizliğinde ben de organik ürünler kullanmaya çalışıyorum. Ancak bugüne kadar sadece tüketici olarak baktığım bu alanda yaşanan bir ticari anlaşmazlığı anlamaya çalışırken bu korkularımızın nasıl kullanıldığını da görmüş oldum. Sektörde çok çeşitli belgeler var. Bir formül yaratırsanız bu belgelere ulaşmanız kolay. Bir marka bir şişe bir de bunları bir araya getirecek depo buldunuz mu siz de organik temizlik maddesi üreticisi olabiliyorsunuz. Üretici firmaların üzerinde herhangi bir denetim veya yaptırım yok.
REKABET BÜYÜYOR
Anlaşmazlık konusuna gelince. Bu sektörün en tanınmış markalarından biri 6 yıldır piyasada bulunan Glint’le bir yıldır dağıtımcısı olarak çalışan MFC Global firması arasında markaya zarar verme, müşteri portföyünü boşaltma, tehdit, şantaj gibi iddialarla mahkemeye yansıyan bir sorun var. Glint’in üreticisi bir kadın girişimci Pınar Vardar. Daha önce dershane sahibi olan Vardar, dershaneler kapanınca bu sektöre giriyor. Bitkisel temizlik sektöründe sadece yurtiçi değil 27 ülkeye de ihracat yapıyor. Vardar’ın iddiası şu: “MFC Global’le bir yıl önce satış ve dağıtımı konusunda bir sözleşme yaptık. Ancak bir yıl sonra bir gün internet sitemiz bize kapandı. Sitede Glint yerine Eya Clean adında bir marka pazarlanmaya başlandı. Instagram sayfamız ve müşteri portföyümüz kopyalandı. İtirazlar sonucu siteyi tekrar açarak sıfırdan başladık.”
DOĞRU PAZARLAMA
Şirketi 1.5 yıl önce kuran şimdi ise 6 ay önce üretime başlayan Eya Clean’in dağıtımını üstlenen MFC Global’ın sahibi Mesut Ceyhan ise Glint’in müşteri portföyünü zaten kendilerinin oluşturduğunu söylüyor. Ürünü beğenmedikleri için başka marka ile çalışmaya başladıklarını anlatan Ceyhan, kendilerinin de o şirkete ilişkin davaları olduğunu belirtiyor ve şunları söylüyor: “Ürünlerimiz bitkisel ve konsantre. Temizlik sektörü hızla bu yöne kayıyor. Bu sektör çok hızlı büyüyor, büyüyecek. Biz de sektörün önemli bir aktörüyüz. TÜBİTAK’la çalışıyoruz, Ar-Ge yapıyoruz. Formülü olan herkes üretim yapabilir. Bizim bugün 170 bin üyemiz, 1 milyona yakın takipçimiz var. Başarım sosyal medyadan geliyor. Doğru bir pazarlama ile isterseniz sizde marka olabilirsiniz. Üretmek önemli değil. Kimyacı olmaya da gerek yok” diyor.
İKİ toprak sevdalısı, Toprak Dede Hayrettin Karaca ve Yaprak Dede A. Nihat Gökyiğit tarafından 1992 yılında kuruldu TEMA Vakfı. Amaçları Anadolu’da yaşanmakta olan erozyon ve çölleşme tehlikesine karşı kamuoyunun dikkatini çekmek, bu mücadelenin devlet politikası olmasını sağlamaktı. Vakıf yıllardır “Türkiye Çöl Olmasın” sloganıyla çok önemli adımlar atarken Karaca ve Gökyiğit de hala bugün ilerlemiş yaşlarına rağmen bu amaç doğrultusunda yaşıyorlar.
İş dünyasının da çok önemli isimleri olan bu iki değerli ismin kurduğu Tema’nun bugünlerde en önemli işi yanan ormanlar için başlattığı kampanya. Ancak bir de isim hakkına ilişkin verdiği bir mücadele var.
Sorun büyük İstanbul depremi sırasında tanışan iki arkadaş Murat Polat ve Ercüment Amasyalı tarafından kurulan Tema Okulları’ndan kaynaklanıyor. Tema markasını kullanan girişimcilerin haksız kazanç sağladığını düşünen Tema Vakfı, markanın kullanılmaması için bu gruba dava açmış.
Tema Okulları’nın internet sitesinde yer alan tanıtıcı bilgilerde yeşil ve doğa konusuna özel önem verilmesinin algı karmaşası yarattığı belirtiliyor. Okulun tanıtım yazılarında yer alan o bilgiler şöyle:
“Yeşili seviyoruz, yeşil içinde öğrenmeye inanıyoruz. O nedenle Tema Okulu’nun yeşil bir kampüs içinde olmasını tercih ettik. Bizi özel kılan diğer etmenler olarak sıralanabilir. Atölye destekli programlarımız ( sanat, fen-doğa, yapı inşa, evcilik ve müzik atölyeleri), yaz-kış kullandığımız bahçemiz, okul içinde beslediğimiz kuşlarımız, balıklarımız ve biz, bir bütünüz.”
Tema Vakfı’ndan aldığım bilgilere göre davada bilirkişi raporu aşamasına gelinmiş. Tema’nın hukukçularından Ömer Aykul “Markanın ticari bir olay olduğunu kamuoyunda önemli kuruluşların marka ve logalarının, tanıtıcı işaretlerinin önemli oranda sert koruma altına alındığı” belirtiyor. Davayı açma nedenlerini ise “Tema’nın okul açtığı” algısı olduğunu söyleyen Aykul, önce ihtar çekerek durumun düzeltilmesini istediklerini olmayınca da dava açtıklarını söylüyor. Mahkemeye ulaşan bilirkişi raporunda “haksız çıkar elde ediliyor” kararı çıkarsa okulun adının değişmesi gerektiğini belirterek şunları söylüyor:
“Tema markası zaman zaman girişimciler tarafından kullanılıyor. Bizden önce kullanılmışsa itiraz hakkımız yok. Ama bizden sonra ise hemen ihtar çekiyoruz. İtiraz edilmezse ürünler toplanıp imha ediliyor ve dava sürecine ihtiyaç kalmıyor. Tema ticari olmaktan çok özel bir amacı olan bir vakıf. O nedenle markamız konusunda titiz davranıyoruz” diyor.
FİDAN BAĞIŞINA YOĞUN İLGİ
İSTANBUL Ticaret Odası (İTO) 137 yıllık geçmişi, 400 bine yakın üyesiyle Türkiye’nin en köklü iş örgütlerinden biri. İstanbul’un esnaf ve tüccarlarını bir araya getiren odada yönetim kurulu seçimleri her zaman heyecanlı olmuştur.
Geçen yıl nisan ayında yapılan son seçimlerde de yönetimi oluşturacak adaylar yine yoğun kulisler sonucunda şekillenmişti. İki aday adayı Şekip Avdagiç ile Murat Kalsın için İTO’daki ağırlığı nedeniyle Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) temayül oylaması yapmış, oylamada Şekip Avdagiç öne çıkmıştı.
Avdagiç’in başkan seçilmesinde en büyük destekçisi ise eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun dünürü Dursun Topçu olmuştu.
Seçimlerin üzerinden daha bir yıl yeni geçmişken İTO’da bir süredir yeni bir hareketlilik başladı. Çünkü bilindiği gibi bir süredir Ahmet Davutoğlu’nun parti kurma hazırlıkları var.
Yönetime muhalif olanlar Topçu-Davutoğlu ilişkisini gündeme getirdi ve Dursun Topçu’nun İTO Başkan Yardımcılığı tartışılmaya başlandı. Topçu’nun istifası geçen günlerde Avdagiç tarafından açıklandı. Ancak Topçu’nun istifası İTO kulislerini sakinleştirmiş görünmüyor.
Çünkü İTO’da bir süredir Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurumu’nun denetimi var. Denetimin nedeni açıklanmıyor ama kimine göre 2016-2018 dönemi mercek altında, kimine göre ise Avdagiç dönemi soruşturuluyor. Avdagiç karşıtlarının iddiasına göre Topçu’nun istifası Davutoğlu’nun parti kurması ile ilgili değil, denetime karşı bir stratejinin parçası. Yine iddialara göre denetim uzun sürecek.
İddiaları muhatapları Avdagiç ve Topçu’ya ayrı ayrı sordum. Şimdilik konuşmak istemediklerini söylediler.
TÜRKİYE’nin gündeminde bugünlerde önemli bir yatırım var. Volkswagen yeni fabrikasını Bulgaristan’a mı Türkiye’ye mi kuracak heyecanla bekleniyor. Damat markasının sahibi Orka Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Orakçıoğlu ile sohbet ederken bu yatırıma geldi konu. Orakçıoğlu bir anısını anlattı. 2017’de Stuttgart’ta bir mağaza açıyor Damat. Davetliler arasında ise Porche-Volkswagen Yönetim Kurulu üyesi Uwe Hück ve Türk asıllı boksör Fırat Aslan var. Porsche’de çalışan üst düzey Türklerle geliyor davete Hück. Almanya ile ilişkilerin en gergin olduğu dönemlerden biri. İlişkilerin normalleştirilmesi için dostluk zinciri kuruluyor. Geçen yıl ise Türk Alman dostluğu için Türkiye’de bir dostluk maçı yapılıyor. Ringe çıkan boksörlerden biri ise Uwe Hück. ‘Sadece ringde dövüşebilirsiniz’ sloganı ile iki maç yapılıyor. Maçın gelirleri ise Darrüşafaka’ya bağışlanıyor. Darrüşafakalı öksüz ve yetim çocuklara giden para kendisi de yetim olan Hück’ü çok duygulandırıyor. Volkswagen yatırımı için Türkiye’nin gündeme geldiği günlerin işte o günler olduğunu söylüyor Orakçıoğlu. “Çorbada bizim de bir tuzumuz oldu. Hück bugün yönetimde değil ama onun çabalarını unutmak mümkün değil” diyor. Türkiye otomobil üretiminde Avrupa’nın üssü. Yeni bir markanın burada olması hem Türkiye ekonomisi, istihdamı için önemli, hem de dünyaya Türkiye’nin yatırım için ideal bir ülke olduğunu göstermesi açısından önemli. AB açılımı için bundan daha iyi bir adım da olmaz herhalde!
MİKRO KREDİYLE KURULAN HAYATLAR BELGESEL OLUYOR
Dünyada mikro kredi denilince ilk akla gelen Muhammed Yunus’tur. Türkiye’de ise Aziz Akgül. Yıllar önce Türkiye İsrafı Önleme Vakfı’nı (TİSVA) kuran Türkiye Gramen Fonu ile bugüne kadar 180.000’den fazla dar gelirli kadına 870 milyon Türk Lirası değerinde mikrokredi dağıtarak hayatlarını değiştirdi. Şimdi o kadınlardan seçilmiş 7 rol model kadının hayatı belgesel oluyor. Mikro kredi alan ve kendi girişimlerini başlatan, Türkiye’nin 7 farklı bölgesinden 7 farklı kadının hikayesini konu alacak olan belgeseli eski gazeteci yeni yönetmen arkadaşım Orhan Tekeoğlu çekiyor. Batman’dan Dilber Sevim, Eskişehir’den Sadet Songül, Aydın’dan Sevilay Köseoğlu, İstanbul’dan Melek Yılmaz, Artvin’den Meryem Alpaslan, Mersin’den Fatma Kalkan ve Diyarbakır’dan Güler Bal. Tekeoğlu, belgeseli uluslararası festivallerde yayınlamayı planlıyor.
DUABİ merkezli Emaar Properties dünyanın büyük gayrimenkul geliştirme şirketlerinden biri. Dubai Şeyhi El Maktum’un ortağı olduğu Emaar’ın Türkiye’de ilk projesi 2006 yılında gerçekleşti.
Dubaili grubun üçüncü projesi ise Çamlıca’da rahmetli işadamı Halis Toprak’a ait arsayı satın alarak gerçekleştirdiği Emaar Square projesi olmuştu. Anadolu yakasındaki bu proje otel, ofis, konut ve alışveriş merkezinden oluşuyordu. 2010 yılında ilk adımları atılan projede yatırım Dubai’nin bir dönem yaşadığı ekonomik krizlere de takıldı. Sonunda inşaat tamamlandı ve 2017’de alışveriş merkezi açıldı.
KİRA DESTEĞİ
AVM’nin kimliği lüks tüketim üzerine oluşturuldu. Cheesecake Factory’den, Uniqlo’ya Türkiye’ye ilk kez gelecek markalarla açılacağı açıklanan AVM’ye sadece Galeri La Fayatte gelmiş oldu. AVM bir türlü beklenen performansı gösteremedi. Bu süreçte birkaç kez AVM yöneticileri değişti. Son günlerde aldığım bilgilere göre ise duruma Dubai merkezi el atmış ve yönetim yine değişmiş. AVM’nin işletmesini Dubai’den gelen yöneticilerine bırakan AVM’nin stratejisi de yeniden belirlenmiş. Stratejinin temelinde son dönemde perakendecilerle ve AVM yatırımcıları arasında yaşanan kira ve yönetim sorunlarına çözüm bulmak var. Emaar Square yöneticileri yeni avantajlarla transfer atağına karar vermiş. Bu markalardan biri Bağdat Caddesi’nin en önemli mağazalarından Louise Vuitton olacak. Geçen hafta Para Dergisi’nde de yazılan kulis bilgisinde yer aldığı gibi marka aralık ayında caddedeki yerini boşaltarak Emaar’a geçiyor. Gelen duyumlara göre Louise Vuitton’a kira ve dekorasyon gibi birçok destek sunulmuş.
KAZAN KAZAN TAKTİĞİ
Türkiye’nin dünyaya açılan markalarından Gizia ise Emaar da 3 bin metrekare gibi büyük bir mağaza açıyor. Bugüne kadar AVM’ye davet edildiği halde marka seçimi ve yönetim sorunları olduğu için gitmeyen Gizia, atakla gelen cazip teklife hayır diyememiş. Gizia’nın kurucusu İsmail Kutlu’yu aradım. Kutlu, perakendecinin uzun süredir alışveriş merkezlerinin “ben kiralarım gerisine karışmam” bakışı nedeniyle sıkıntılı dönemler yaşadığını hatırlatıyor. Dövizle kiralamanın bir süre için yasaklanması ile sektörün biraz nefes aldığını ama bunun kalıcı bir çözüm getirmediğini söyleyen Kutlu, “Dekordan, ciroya çok farklı destekleri var. Kazan kazan taktiği uyguluyor. Biz 2019’da hiç mağaza açmayı düşünmüyorduk. Bu sayede mağaza açtık” diyor.
Emaar, bu atağıyla İstinye Park, Zorlu Center gibi lüks ağırlıklı AVM’lere Anadolu yakasından rakip olmak hedefini yeniden canlandırıyor. Lüks katında yer alan Hermes, Gucci, Burberry gibi sadece Nişantaşı, İstinye Park ve Zorlu’yu tercih eden markaları çekmiş olması yeni stratejisinin doğru olduğu sinyalini veriyor.
MALATYA Girişim Grubu, Malatya’da yatırımlar yaparak kentin kalkınmasına katkı sağlamak, istihdam yaratmak için 33 iş insanı tarafından kurulan bir grup.
Kısa süre öncesine kadar başkanlığını Rönesans Grubun kurucusu Erman Ilıcak’ın yaptığı grubun bir araya geldiği tarih 2004.
Grup önce Malatya Park Alışveriş Merkezi’ni inşa ediyor. Ardından da acil bir ihtiyaç olarak görünen kongre merkezi ve global ölçekte tanınan marka bir otel yatırımı geliyor.
240 milyon TL yatırımla inşa edilen otelin işletmesi için 2013 yılında Hilton Grubu ile anlaşılıyor. Double Tree markası Malatya’da faaliyete geçiyor.
Geçen hafta uzun yıllar sonra tekrar başlayan Malatya Kayısı Festivali için Büyükşehir Belediye Başkanı Selahattin Gürkan’ın davetiyle bu kentteydim. İş dünyasında sohbetlerin ana konularından biri Malatya Girişim Grubu ile Hilton’un yollarını ayırmasıydı. Ben Malatya’da iken Hilton’un tabelası inip yerine Malatya Park tabelası asılıyordu. Malatya’da turizm belgeli Anemon, Ramada ve Hilton olmak üzere üç önemli otel var. Anlatılanlara göre Türkiye ekonomisinde yaşanan sıkıntılardan Malatya da payını almış. Otel fiyatları gerilemiş. Girişim Grubu otelin doğru işletilmediğini düşünüyor, Hilton ise sorunu ekonomik sıkıntılara bağlıyormuş.
30 DOLARA DÜŞÜRÜLDÜ
Otel zincirlerinin Anadolu’ya ilgisi artarken Hilton’un ayrılması ilginç geldi ben de Malatya Girişim Grubu’nun yeni başkanı Adnan Başdemir’e sordum. Başdemir şunları anlatıyor: “Otelimiz sadece Malatya’nın değil Doğu’nun en şık oteli. Hilton’la 6 yıl önce el sıkışmıştık. Ancak işletme aradan geçen yıllara karşı bekleneni veremedi. Yaptığımız fizibiliteler darmadağın oldu. Yıllardır önemli kayıplarımız var ama ses çıkarmadık. Bugün diğer oteller 100 dolara oda satarken bizim otel fiyatımız 30 dolara kadar düşürüldü. Sözleşme gereği ekspere gidilmesi talebimiz karşılıksız kaldı. Düzeltilmesi gereken uygulamalar düzeltilmedi, uyarılarımız da maalesef farklı algılandı. Franchise olsun dedik, o da kabul görmedi.”