Ben de Bizans’ı değil Malkoçoğlu’nu tutardım

Gazeteci, yazar, baba, komik adam, “gollik”, “dalgacı Mahmut”, müzmin muhalif, solcu, cemaatçi, derin devletçi... Hatta kimilerine göre hepsi birden! 300 bine dayanan takipçisi ve müthiş sarkastik diliyle Twitter fenomenlerine taş çıkaran bir sosyalist... Programlara “Ermeni konuk lazım olduğunda” çıkıp arkadaş ortamı muhabbetindeymiş gibi takır takır saydırıp, içindekileri olduğu gibi döken bir “salyangoz”... Peki aslında kim bu atarlı ve komik adam? Sosyal medyada, kitapçıda, gazetede ya da televizyonda hayatımızın içinden en az bir kere geçmiş Hayko Bağdat şimdi tam da burada...

Haberin Devamı

Küstah bir soruyla başlamak istiyorum. Kimsin sen, bu özgüvenin nereden geliyor?
- Güzel bir soru ama inan ki cevabını ben de bilmiyorum. Bildiğim tek şey hep haklı olduğum.

Dakika bir, gol bir! Niye hep haklı olduğuna inanıyorsun?
- Anlatayım... Gazete, televizyon gibi yerlerde herkesin ilgi alanları vardır. Diyelim ki ben bir programa çıkıyorum. Ali İsmail Korkmaz’ın katillerinin toplamına, çocuğun yaşından az ceza vermişler. Buna kızıp, diyorum ki; “Bir çocuğun üzerinden mühimmat çıkıyorsa ve o mühimmat devlete aitse onun katili devlettir.”

Senin kim olduğunu sormuştum ben...
- Tamam işte, bunları söyleyen adamım ben! Hak davalarıyla ilgileniyorum. Kürtler’in, Ermeniler’in, Aleviler’in, trans bireylerin özgür ve eşit yaşamaları için uğraşıyorum. Bir sistem varsa, bu konularda mağdurla işbirliğindeyim. Sorduğun özgüvenimin belli bir kısmı buradan geliyor.

Peki ya öteki kısımları?

- En önemlisi bir bagajımın olmaması... Medyadaki hemen hemen herkesin siyasi anlamda bir angajmanı var. Bu yüzden de adam bir şey söylerken birtakım siyasetçiler, partiler, kurumlar, ilişkiler ve o ilişkilerin hayatına olan katkılarını gözetmek zorunda. Benim nemalandığım hiçbir şey yok. Olsa vallahi çoluk çocuk rahat edeceğiz. Bir tek program bitince arayan annem var, o da her seferinde “Allah belanı versin, başımızı yine belaya sokacaksın” diyor (gülüyor).

Annenin korktuğu gibi tehlikeli sularda yüzdüğünü düşünmüyor musun?
- Diyarbakır’da yaşayan 13 yaşında bir Kürt çocuğundan daha fazla mı tehlikedeyim, bilmiyorum. Zaten bunlar yarıştırılamaz da... Bence Türkiye’de herkes aynı derecede risk altında. Çünkü bu ülkede münferit cinayet çok azdır, hepsi kategoriktir.

MİLLİ TARİH KİTAPLARINDAKİ KÖTÜ ADAM BENİM


Ne demek şimdi bu?

- Birtakım örgütler olaya şöyle bakarlar; kimin ölüsü lazım? O bazen bir muhafazakâr, bazen bir Alevi, bazen bir Kürt, bazen de benim gibi bir Ermeni olur... Ki bu da kendi kategorimdeki risk düzeyimi yükseltiyor.

Bak yine kendini hedef gösteriyorsun...

- Ne yapayım abi! Annem Rum, babam Ermeni, eşim Çerkes... Yani o milli tarih kitaplarındaki okuduğumuz kötü adam benim, hepsi beni tarif ediyor. Zararlı cemiyet mi ararsın, milli varlığa yan gözle bakma mı? Hepsi bende (gülüyor).

Üstüne bir de solcusun...

- Şimdi sen söyleyince bana bile fazla geldi (kahkahalar).

Rum anne ile Ermeni baba... Zor bir evlilik olsa gerek...

- Rumlar, Ermeniler’i sevmez. Ermeniler de Rumlar’ı. Yahudiler ise hiçbirini. Hepsi toplanıp Süryaniler’i sevmez (gülüyor). Bu İstanbul’da biraz sınıfsal bir durumdur. Annemin Rumluğu, babamın Ermeniliği, evlenmelerinde çok sorun yaratmış ama valide ataerkilliğe teslim olunca...

Gül gibi geçinip gitmişler...

- Yok, ara ara annem dikenlerini çıkarıyordu (gülüyor). Çünkü onda her zaman gizliden gizliye bir Rumculuk vardır. Bir gün annemi kızdırmak için “Rum, Rum diye tutturuyorsun ama ne yapmışsınız ki tarih boyunca? Biz Ermeniler Dolmabahçe Sarayı’nı da yapmışız, sadrazam da olmuşuz. Sizin bir meyhaneciliğiniz var, bir de müziğiniz” dedim. Cevabı “Oğlum siz Osmanlı’ya hizmet ederken biz Yunanistan’ı kurduk” oldu (kahkahalar). Kadın bir kere haklı çıkmasa ölecek sanki!

Ailede yakaladığınız dinsel uyum, sokakta ne alemdeydi?

- Ben hayata dair ne öğrendiysem Kurtuluş yokuşlarında, sonrasında da Ada sokaklarında öğrendim. Bak sana bir hikaye anlatayım. Mahalleye annesinin ve ablasının arkasından “iffetsizlik” dedikoduları yapılan bir çocuk taşınmıştı. Hacı anneannesinin de o “namussuzluğa” yol verdiği söylenirdi hep. Hatta hacılığına şüpheyle bakılıp, başörtüsünü bu ayıbı örtmek için kamuflaj olarak kullandığı rivayet edilirdi.

Sonunu nasıl bağlayacaksın çok merak ettim doğrusu...
- (Gülüyor) Dinle bak... Bir gün o çocukla sokakta top oynarken, anneannesi camdan “Ben sana demedim mi o gavurla arkadaşlık etmeyeceksin, çabuk eve gel” diye bağırdı. Şaşırmıştım! Çocuklar birbirlerine karşı acımasız olabilirler ama bir anneanne bunu nasıl yapabilirdi! Sonrasında başka bir arkadaşım beni teselli etmek için “Onlar o...pu, takma sen kafana” deyiverdi. “Gavur” diyen anneanneye de, bir anneanneye “o...pu” diyen o çocuğa da hâlâ kızgınım.

Haberin Devamı

Ben de Bizans’ı değil Malkoçoğlu’nu tutardım

MEHMET AKİF’İN “ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE” ŞİİRİNİ OKUDUM


Azınlık çocukları için hep kibar denirdi. Demek ki doğruymuş.

- Yahu dalga mı geçiyorsun! Azınlıklar hiç de öyle roman kahramanı değildir. Onlara akvaryumdaki Japon balığı muamelesi yapan diller kopsun. Mesela dayımı yolda görsen, yönünü değiştirirdin. Adı Hristo’ydu ama ona Yaşar derlerdi. Biraz James Caan’a benzerdi ya da çocuk aklımla ben ona benzetirdim. Kibar falan hiç değildi. Bildiğin iki ayaklı arızaydı, başı hep aynasızlarla dertteydi. Bana “Polis arabası gelirse haber ver” deyip bildiğin erketecilik yaptırırdı.

Neden kaçıyordu peki?
- Söyleyemem, çünkü annem canıma okur (kahkahalar).

Okulda babanın oğlu muydun, yoksa dayının yeğeni mi?
- Bildiğin Hayko’ydum işte, tam bir geveze... Ama gevezeliğimi sanatla birleştirdiğim zamanlar da oldu.

Hayrola stand-up yarışmasına falan mı katıldın?
- Onun gibi bir şey... Bir şiir yarışmasına katılıp “Çanakkale Şehitlerine” şiiriyle okul ikincisi oldum. Aslında birinci olmalıydım ama hakkımı yediler. Neyse, dereceye girenlere şiir kitabı alması şartıyla para ödülü verdiler. Ben de hemen fırladım kitapçıya...

Tommiks Teksas’lara kaydı gözün tabii...
- Yok, düşündüğün gibi değil. Çocukluğun altın kuralı “tehlikeli olan güzeldir”den yola çıkarak, gözüme takılan Nazım Hikmet kitaplarından birini aldım. Daha önce arabesk kaset satılan tezgahlarından birkaçında ve yeraltı dükkanlarında rastlamıştım. Böbürlenerek müdürün yanına gittim, kendi irademle Nazım seçtiğim için takdir bekliyordum.

Bekledin de gelmedi...
- Aslında bir an takdir edecek gibi oldu ama sonra donuk bir gülümsemeyle “Hayko git bu kitabı değiştir, sonra istersen kendi paranla alırsın ama bizim verdiğimiz parayla başka kitap al” dedi. O an ne olduğunu anlamadan öfkelendim ama devlete kendi eliyle Nazım aldırmak gerçekten de gerzekçe bir fikirdi. Bunu çok sonraları anladım.

Haberin Devamı

ASKERDE ÇÜKÜ KURTARMAK İÇİN LOZAN’I EZBERE OKUDUM

Bir insan neden üniversiteyi bırakıp askere gider?
- Rahat batıyor bazen abi. Tarih okuyordum. Annem “Ne yapacaksın tarih okuyup?” demişti. Bunu aslında solculuk faaliyetlerimden korktuğundan, üniversiteyi bırakmam için söyledi. Ben de o üzülmesin diye okulu bırakıp, askere gittim.

Askere gidince okulu bıraktığına pişman oldun mu peki?
- Sence? Çanakkale İtdurmaz Tepesi’ndeki birliğime teslim oldum. Yani bağlasan itin bile durmayacağı bir tepeydi. Çok soğuktu, hem de insanın iflahını kesecek kadar... Nazi kampına gelmiş bir esir gibi hissettim kendimi. Galiba yalnız ben değil, herkes öyleydi.

Çok zorlandın mı?
- Az biraz psikolojik zarar aldım. “Abicim onlar bizim askerimiz” gibi cümleler kurmaya başlayıp, devlet erkanına sempati duyma noktasına bile gelmiştim. Neyse ki fiziksel sıkıntı yaşamadan döndüm. Ama az kalsın çükü kaptırıyordum... Son anda Lozan Antlaşması beni kurtardı!

Ne diyorsun oğlum sen?
- Adımın Hayko olduğunu öğrenen bir astsubay “Her Türk askeri sünnet olmalıdır” diye tutturdu. Önce şaka yaptığını zannettim. “Sen de sünnet olmalısın Hayko, bunu yüzbaşıyla konuşacağım” deyince ciddi paniğe kapıldım. “Komutanım olur mu öyle şey” deyip çükümü kurtarmak için bir anda Lozan Antlaşması’nın maddelerini ezbere saymaya başladım. Yüzbaşı da Lozan’a hürmetten girmedi bu işe de zekeri kurtardık (kahkahalar).

Haberin Devamı

Ben de Bizans’ı değil Malkoçoğlu’nu tutardım


ŞİMDİ MİLLETVEKİLİ OLSAN, AL ÇOCUĞU GİT ANKARA’YA FALAN ZOR!

Nev-i şahsına münhasırlığın sosyal medyaya da yansıyor. Bazen Ermenice tweet attığın bile oluyor.
- Twitter sayesinde “rojbaş”ı hepimiz öğrenmedik mi? Topu topu üç kelime Ermenice çok mu? Ben de bir iki kelime katmış olayım insanların kelime dağarcığına, ne var bunda!

Sayende millet Twitter’da “Parilus” diyerek güne başlar oldu.
- Sosyal medya üzerinden yürüttüğüm hain bir plan bu. Böyle böyle Türkçe’yi ele geçireceğim işte (kahkahalar). Twitter’da egzajere bir tipim. Eskiden çok büyük kırmızı çizgilerim vardı ama şimdi “Çabuk Kanal 7’yi açın, yine bizimkileri dövüyorlar” diyecek kadar esnedim. Haçlılar’ı, Bizanslılar’ı konuşmak artık komik abi ya.

Nasıl konuşmayız, biz Malkoçoğlu’yla büyüdük...
- Biz neyle büyüdük? Üstelik Malkoçoğlu’nu tutardım ben de. Anlatabiliyor muyum? Dolayısıyla eğlenmekte bir zarar yok. Bunlar artık kavga etme sebeplerimiz olmamalı. Hayatı biraz ti’ye alalım.

Senin için ajan da diyorlar, arkanda cemaatin olduğu da konuşuluyor...
- Arkamda olsa olsa yastık vardır... Öyle bir şey olsa yemin ediyorum hiç korkmadan Twitter’dan yazardım. Cemaatçi iddialarına da gülüyorum, çünkü cemaatçi olabilmek için Kelime-i Şehadet getirip, sünnet olmak gerekir. Sonra İslam’ı iyice öğrenip, bir tarikata girmek... Anlayacağın uzun bir süreç lazım. Gerçi, Gezi zamanında da ulusalcı demişlerdi bana.

Aslında sen onlara da karşı bir adamsın...
- Sorma, bu durumun içi seni, dışı beni yakar. Şöyle özetleyeyim; “Ben Türküm” desem, “Hayır sen Ermenisin” diyen bir sistem var. “İyi, o zaman ben Ermeniyim” desem, “Bölücülük yapma hepimiz Türküz” diyen paranoyak bir girdabın içindeyiz.

Bazen “Bu girdabın içinden ancak milletvekili olursam kurtulurum” diye aklından geçirmiyor musun?
- Kimsenin başını yakmak istemedim ama bir dönem Kürt destekli bağımsız adaylık konuşuluyordu. Baktılar ben susmamacasına çene çalıyorum, “Tamam, bundan olur” dediler... Ama yani şimdi milletvekili ol, çoluğu çocuğu al, Ankara’ya git... Ooo çok uzun işler, ben rahatım böyle!

Haberin Devamı


SABAH 07:00’DE AYNAYA BİR BAKMIŞSIN “GOLLİKSİN”

Üstüne vazife olmayan söylemlerin var ama bir yandan da ailemizin oğlu olma peşindesin...
- Evin küçük oğlu, sempatik dayı, hediye getiren amca kıvamındayım. Kendimle dalga geçmeyi çok seviyorum. İkinci kitapta da bunları yazdım zaten. Adı da “Gollik”...

Gollik ne demek, Gora gibi bir şey mi?
- İnan ne olduğunu ben de bilmiyorum.

Al işte! İlla bir çıkıntılık yapacaksın... Anlamını bilmediğin lafı gidip kitabına isim olarak veriyorsun.
- Bilmiyorum derken kavram olarak tam şudur diyemiyorum. Ama istersen örneklendireyim. Mesela sabah 7’de toplantın var, fakat sen 5’e kadar içmişsin. İki saat sonra kalkıp aynaya bakınca düştüğün durum “Gollik”...

Akşamdan kalma olmasın onun Türkçesi?
- Bu sadece içkiyle alakalı bir şey değil. Bir örnek daha patlatayım. Diyelim ki manitacılık yaptın ve Allah korusun karın da duydu. İşte yine gollik gibi kalakalırsın. Bu ve buna benzer haller... Artık dram bitti, daha çok güleceğimiz hikayeler yazıyorum.

Peki bu kitabı ne zaman okuyabileceğiz?
- 100 sayfayı geçtim. Aşağı yukarı 150 sayfa olunca çıkar. 14’e yakın hikaye yazdım. Birisi şöyle bir şey dedi; “Bu hikayelerde Türklüğün gradosunu (derece) yükseltiyorsun.” “Ne demek?” dedim. İçinde Hac olan, ardında Patrik olan, sofrasında dolma olan öyküler anlatmıyorum. Bunlar sıradanlaştı. Bizim kuşağı anlatıyorum. Dokunduğun, gördüğün, hissettiğin, beraber yaşadığın adamların hikayeleri bunlar...

Yazarın Tüm Yazıları