Paylaş
Hatta dün neredeyse bütün haber kanalları Fransa’dan özel yayındaydı. Stüdyoda konuklar bilgi veriyor, arada bir dönüp dönüp Fransa Meclisine bağlanılıyor, ‘son durum’ hakkında bilgi alınıyordu.
Biz Fransa Parlamentosunda 50 civarında milletvekilinin katılıp 40 civarındakinin evet oyu vermesiyle kabul edilen bu kanunu gece gündüz konuşuyorduk, peki Fransızlar da aynı şeyi konuşuyor muydu? Hayır. Konu, Fransız gazete ve televizyonlarında küçük ve ölçülü bir haber olarak, daha çok da Türkiye’nin göstermekte olduğu tepkiyi haberleştirerek verildi.
* * *
İlginçtir, bizim Fransa’ya yönelik her zamanki şikayetlerimizden biri, ‘Bu yasanın popülist oy kaygısı’ ile gündeme getirildiğiydi. Elbette bir konu politikacılar tarafından gündeme getirildiğinde arkasında mutlaka bir oy kaygısı vardır.
Eğer bu son cümle doğruysa, benzer bir kaygının bizde de olması gerekmez mi? Elbette gerekir.
Bir an için hükümetin izleyebileceği diğer politika seçeneğine, yani bu yasayı görmezden gelme veya konuyu bu kadar da büyütmeme ihtimaline bakalım.
O zaman muhalefetten suçlamalar yağmayacak mıydı? Hem CHP hem MHP hükümeti aymazlıkla, Türkiye’nin çıkarlarını savunmamakla suçlamayacak mıydı?
Hükümet bu sefer tepki konusuna o kadar eli arttırarak girdi ki, rakipleri oyuna katılmayı göze alamadılar.
Girdi de ne oldu? Bir şey olacağı yok. Geçmişte Fransa soykırımın varlığını kabul etti de ne oldu? Boykot mu yaptık, yaptık ve onlar vazgeçtiler diye mi Fransa ile hâlâ bu kadar çok iş yapıyoruz?
* * *
Bugünün boykotçuları yarın öbür gün Paris’e gezmeye, Fransız Alplerine kayak tatiline gitmeyecek, Fransız malı tüketmeyecek mi?
Ulusal gündemimizden bir hafta on günü daha böyle çalar, böyle vakit geçiririz işte.
Sonuçta biz gazetecilere de her gün yazacak, her gün manşete koyacak bir şey lazım değil mi?
Hükümet eli yükseltiyorsa biz nasıl düşürelim?
Faili meçhullerin çözüleceğinden ümitli olmamak için 6 sebep
1. Devletimizin ve siyasi sistemin tepesindekilerin ser verip sır vermeme tavrında en ufak bir değişiklik gözlenmiyor.
2. 90’lı yıllarda PKK ile mücadelenin bir yöntemi olarak başvurulan faili meçhul cinayetler, PKK yanlısı basına yönelik bombalamalar ve Kürt işadamlarına yönelik tehditlerde rol alıp da pişmanlık duyan Ayhan Çarkın’dan başkası yok.
3. Bugünün iktidarı, PKK ile mücadele konusunda evet belki faili meçhul cinayete yeltenmiyor ama 90’lı yılların savaş stratejisinden çok da farklı bir davranış içinde değil. (Son olarak ‘KCK’nın basın ayağı’ denilerek gazeteciler gözaltına alındı.)
4. 90’lı yılların bu kirli yöntemleriyle hukuk önünde hesaplaşma demek aynı zamanda kamuoyu önünde hesaplaşma da demek. Bu yapılırsa PKK’ya karşı mücadeleye verilen desteğin zayıflamasından çekiniliyor.
5. Konu indirgenebilse ‘Birkaç suçlu ve kirli adam’a çoktan indirgenecekti ama Mehmet Ağar’ın ‘Yoksa elimdeki belgeleri açıklarım’ tehdidi yüzünden bu yapılamıyor.
6. Savcılık bu soruşturmayı aynen 1996 sonundaki Susurluk soruşturması gibi medyanın zoruyla başlattı. Medya ilgisi azaldığında soruşturma da tavsayabilir. Çünkü savcılık delil bulmakta zorluk çekiyor, devletten yardım göremiyor.
Mesut Yılmaz’ın on klasörü nerede?
BU yazı yazılırken eski polis tetikçisi Ayhan Çarkın, Silivri ve Çerkezköy civarında faili meçhul cinayete kurban gitmiş kişilerin ölülerinin gömüldüğü yerleri göstermeye çalışıyordu. Bir mezar bulundu mu, bulunmadı mı bilmeden yazıyorum.
Türkiye, eğer 90’lı yıllarla, adına ‘Susurluk’ dediğimiz karanlık dönemle, ölüm listeleriyle, faili meçhul cinayetlerle hesaplaşacak, işlenen suçlar aydınlatılacaksa, bir yandan Ayhan Çarkın gibi nadir ortaya çıkan itirafçıların dediklerini dikkatlice araştıracak, bir yandan da devletin içindeki mekanizmalar sorgulanacak.
Devletle ilgili sorgulama yapılmadı, hâlâ daha da yapılmış değil. Ölüm listesinin bir çeşit MGK onayından geçtiği iddiaları havada uçuşuyor. Ben bu iddiayı 1996 sonunda yazdığımda ortalık karışmıştı, bugün normal, sıradan ve üstelik çok kişiye inandırıcı gelen bir iddia gibi duruyor bunlar.
Aslında 90’lı yıllarda bir hayli kapsamlı bir araştırma yapıldı bu konuda. Bu araştırmayı dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’a ve onun Teftiş Kurulu Başkanvekili Kutlu Savaş’a borçluyuz. (Soruşturma değil, araştırma! Farka dikkat.)
Kutlu Savaş’ın meşhur raporu ortada duruyor zaten. Biz bu raporun gereğini, raporun ifşa ettiği onlarca suçun soruşturmasını bile adam gibi yapamadık; neredeyse her şeyi ört bas ettik.
Ama asıl önemlisi bu raporun eklerinde yer alan 10 klasör. O klasörlerde Kutlu Savaş’ın raporuna temel teşkil eden belgeler yer alıyordu. O klasörler hiçbir zaman gün yüzü görmedi.
Geçenlerde Mesut Yılmaz, Radikal’e ‘Bütün belgeler devlette duruyor’ dedi. Duruyorsa Başbakanlıkta duruyor o belgeler.
Acaba Başbakanlık, savcılığın istemesine bile gerek duymadan o on klasörü gönderemez mi?
Pek çok aile dün ben bu satırları yazarken Ayhan Çarkın’ın cinayete kurban giden yakınlarının hiç değilse mezar yerini göstermesini umuyordu.
O klasörlerde başka ailelerin kendi çocuklarının katilleriyle ilgili bir sürü bilgi var, belge var.
Bu, en azından bir insanlık borcu değil mi?
Paylaş